emek bilgi

Aleksandr Bogdanov ve Karbondan Sonra

Dünya’nın yer altı damarlarında ne aktıysa, gökyüzü de ona göre şekillendi. İnsanlık tarihini düşünsel kırılmaların yanı sıra insanın yerin altına inerek toprakla ve enerjiyle kurduğu ilişkilerle de okumak gerekir. Bugün gezegenin yüzeyinde gözlemlenen krizler, yerin derinliklerinden ve orada kurulan teknik ilişkilerden doğdu. Bu ilişki, ekolojik olduğu kadar siyasi ve felsefidir. İnsanın doğayla kurduğu temas, onu şekillendirme arzusuyla ve o şekli sürdürebilecek bir yapının inşasıyla ilgilidir. Ve bu yapının merkezinde enerji vardır; toplumsal ve bilimsel üretim süreçlerinin içinde devinen bir kuvvet olarak.

Bu noktada ortaya çıkan figürlerden biri de Aleksandr Bogdanov’dur. Hekim, bilim kuramcısı, yazar ve örgütçü olarak yaşamının birçok alanında insan-doğa ilişkisini çözümlemeye çalıştı. Onun için bilgi doğadan kopuk bir soyutlama değil, kolektif emeğin ve maddenin içinde oluşan dinamik bir süreçti. Madde ile zihin arasında bir ayrım çizmek yerine, bu ikisini sürekli dönüşüm halinde olan bir sistemin parçaları olarak gördü. Bogdanov’un yaklaşımı, doğaya hâkim olma fikrini reddetmez, ama onu dönüştürür: Emeği üretimden ziyade, maddenin kendisiyle ilişki kuran bir varoluş biçimi olarak düşünür. Bu nedenle moleküler düzeyde bir dönüşüm, aynı zamanda etik ve toplumsal bir projedir.

Söz konusu projeyi anlayabilmek için modern bilimin bazı köklerine geri dönmek gerekir. Özellikle 17. ve 18. yüzyılda gelişen termodinamik bilimi, çok somut bir ihtiyaca yanıt olarak doğmuştur: Derin maden sahalarından suyu yüzeye çıkarmak. Bu pratik problem, fiziksel dünyanın işleyişine dair daha derin yasaların keşfini zorunlu kıldı. Isı, basınç, enerji dönüşümü gibi kavramlar üretim ilişkilerine bağlı zorunluluklar içinde şekillendi. Bu çerçevede Boris Hessen’in 1931 tarihli çalışması “Newton’un Principia’sının Toplumsal ve İktisadi Kökleri” dikkat çekicidir. Hessen, Newton’un fiziğini, özellikle Principia’yı, dönemin üretim ilişkileriyle birlikte ele alır. Newton’un yasaları, göksel cisimlerin hareketleri kadar yeryüzünde işleyen ekonomik düzenin gereksinimlerini de içeriyordu. Su pompalama ihtiyacı ile yerçekiminin anlaşılması, makinelerin tasarımı ile doğa yasalarının formüle edilmesi birbirine paralel süreçlerdi.

Hessen’in materyalist okuması ile Bogdanov’un doğa-bilgi-emek ilişkisini iç içe geçiren yaklaşımı, farklı dönemlerde, ama benzer bir eleştirel damar içinde buluşur. Bilimsel düşünce, toplumsal ihtiyaçlardan ayrı, kendine kapalı bir alan değildir, aksine üretim sürecinin içinde ve onunla birlikte şekillenen bir bilinç biçimidir. Bugün insanın gezegen üzerindeki etkisinin ulaştığı düzey, bu bilinç biçimlerinin krizini de beraberinde getiriyor. Fosil yakıtların kullanımı, hem atmosferin fiziksel dengesini hem de insanın doğaya ve zamana dair anlayışını dönüştürüyor. Birikmiş karbon şekliyle enerjinin serbest bırakılması, tarihsel ve etik bir hesaplaşma olarak karşımızda duruyor.

Aleksandr Bogdanov

Bu dönüşüm karşısında ihtiyaç duyulan şey ise kavramsal ve duygusal yenilenmelerdir. Doğayı artık bir kaynak değil, bir eş olarak gören; maddenin dönüşümünü yalnızca kullanım değeri üzerinden değil, ortak yaşam potansiyeli üzerinden kuran bir düşünce biçimi geliştirmek zorundayız. Böylesi bir tahayyül, uzak bir gezegende kurulmuş alternatif bir toplumsal düzen fikrinde yankı bulabilir. İnsanların yaşamak için atmosferini dönüştürdüğü, toprağını mühendislikle yapılandırdığı bir dünyada, mesele salt hayatta kalmak değil, nasıl bir hayat kurulacağıdır. Çünkü orada doğa, aynı zamanda birlikte yaşanacak, birlikte şekillendirilecek bir öznedir.

Bu yeni dünyada eski kavramlar yetersiz kalır. Mülkiyet, iktidar, sınır gibi terimler yerini iş birliğine, kolektivizme ve dönüşüme bırakır. Yeni bir atmosfer yaratmak, yeni bir etik altyapı inşa etmeyi de gerektirir. Toprağın rengi, gökyüzünün tonu değişirken ilişkilerin biçimi de kaçınılmaz olarak dönüşmelidir. Bu tahayyül, mevcut krizi çözmekten çok aşmaya yöneliktir. Çürümenin, yabancılaşmanın ve tükenmişliğin karşısına dönüşüm, dayanışma ve yenilenme arzusu konur. Ve belki de en radikal öneri şudur: İnsan yalnızca evrenin öznesi değil, evrenin bilincidir de.

O hâlde mesele karbondan sonra ne olacağı değil; karbonla ne yapacağımız, hangi ilişkileri kuracağımız ve hangi dünyaları inşa edeceğimizdir.

Hazırlayan: Can Elbir

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Engineering Earth

Küresel Sorunlara Bilimkurgusal Çözümler: Engineering Earth

Teknoloji, gezegenimizi korumak ya da geleceğe taşımak söz konusu olduğunda hayal gücümüzün en ilham verici …

Bir yorum

  1. Yazınızı okurken Ursula L. Guin’nin MÜLKSÜZLER kitabı aklıma geldi. Çölün hakim olduğu Anarres’te yaşayan insanların hiç bir şeye sahip olmadan var olanı eşit paylaşması, toplumun iletişiminden felsefi bakışına kadar şekillendirmesi; yanınızda ki insan gezegen ilişkisine güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum. Belki L Guin’de böyle düşünüyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin