Entelektüel açıdan Star Trek ile yarışabilecek kadar derinlikli, Asimov kadar geleceğe dair umutlu ve Battlestar Galactica kadar dramatik altyapıya sahip Mass Effect, bu bilimkurgu efsaneleri kadar özel bir yeri hak ediyor. İnsan nesli öyle ya da böyle bir gün sona erecek. Kendi çöplerimizde mi boğuluruz, akıl almaz boyutlara ulaşmış gelir dağılımı eşitsizliği ve bunun yarattığı sosyal felaketler mi sonumuzu getirir, iklim krizi veya salgın hastalıklarla mı olur, yoksa bir anda tepemizde beliren düşmancıl uzaylılar mı hepimizi yok eder bilinmez ama, bu “küçük mavi noktacık” üzerindeki eski uygarlıklar bize, gelişmişliğin sonsuza kadar devam edileceğinin garantisi olmadığını hatırlatıyor.
Pek çok bilimkurgu eserinde, insanlığın soyunu devam ettirebilmek için çoğu zaman umutsuzca bile olsa çabalamaya devam etmesi, uzaylı türlerde bir merak (hatta öykünme) duygusu tetikler. Mass Effect video oyunu serisinin de özünde bu savaşma azmi yatar. Oyunun hikâyesinde, Reaper adı verilen ve her 50,000 yılda bir uzayın derinliklerinden çıkıp gelerek Samanyolu Galaksisi’ndeki yaşamın neredeyse tamamını yok eden kadim, devasa boyutlarda uzaylı-robot karışımı bir türün pençesine düşen son kurban Dünya ve dolayısıyla da insanlıktır.
2007, 2010 ve 2012 tarihlerinde çıkan üç oyunuyla Mass Effect üçlemesi, gelmiş geçmiş en sağlam arka plana sahip bilimkurgu oyunlarından biri sayılıyor. Kozmik farklılıklarla dolu bir evrende insanlığın metanetini odağına alırken, oyuncuya da seri boyunca yaptığı seçimler ve diğer karakterle olan etkileşimleriyle oyun evrenini değiştirme, hatta yeri geldiğinde türlerin kaderini belirleme imkânı sunuyor. Mass Effect günümüzden yüzyıllarca sonrasında geçiyor. İnsanlık, Mars’ta bulduğu gizemli bir araç sayesinde ışık hızından hızlı seyahat teknolojisini keşfetmiştir. Bu sayede uzaya açılan insanlık, gelişmiş medeniyetlere sahip uzaylı türleriyle de karşılaşır. Bu türler kaotik ve kompleks evrenimizde belli bir stabilite sağlamak için kendi aralarında gezegenlerarası bir konsey oluşturmuştur. Oyuncu Mass Effect evreniyle tanıştığı sırada, insan türü çoktan rüşdünü ispatlamış ve bu konsey içerisinde hızla üst konumlara doğru tırmanmaya başlamıştır.
Anakarakterimiz Kumandan Shepard adında, oyuncunun seçimine göre erkek veya kadın olabilen bir karakterdir. Kendisiyle tanışmamız rutin bir görev sırasında olur: Görev esnasında bir şeyler ters gider ve karakterimiz kaçak bir askeri kovalamaya başlar. İlk oyunun hikâyesi aslında basittir: Havalı başkarakter, aynı derecede havalı ve hain kötüyü kovalar. Fakat kısa süre sonra bunun aslında daha büyük olayların habercisi olduğu ortaya çıkar; hain, çok daha büyük bir tehdidin kuklasıdır sadece. Shepard yavaş yavaş galaksiden gizemli bir şekilde yok olmuş geçmiş uygarlıkların başına ne geldiğini keşfetmeye başlar: Reaper türünün yol açtığı, milyonlarca yıldır süregelen bir kıyım döngüsünün kurbanı olmuşlardır.
Reaperlar yapay zekâya sahip (daha doğrusu, ‘Katalist’ adı verilen merkezî bir yapay zekânın emirlerini takip eden) devasa cüsseli robotlardır. Amaçları ise herhangi bir YZ istilası senaryosundan farksızdır, tek bir amaç için programlanmışlardır ve sadece bunu yerine getirirler. Bu amaç ise, her ne kadar ironoik olsa da “organik yaşamı korumaktır“. Katalist, eninde sonunda organik türler ile yapay türler arasında çatışmanın kaçınılmaz olacağını hesaplamış ve organik yaşamı korumanın tek yolunun, bu yaşamın büyük bir kısmını yok ederek yalnızca gelişmemiş türlerin hayatta kalmasına izin vermek olduğu sonucuna varmıştır. Shepard, Reaperlar’ı durdurmanın hiçbir yolunun olmadığının farkındadır. Yine de, kaçınılmaz sonuca karşın savaşmaya kararlıdır, diğer türleri de yanında savaşmaya ikna etmeye çalışır. Kozmik yok oluşun kaçınılmazlığına karşı nah çekmek… İşte size müthiş insancıl bir davranış örneği.
Varoluşsal tehdit karşısında, Shepard farklı türlerle ilişkiler kurmaya çalışır. Mass Effect serisi zengin arka planıyla, iyi yazılmış diyaloglarıyla ve müthiş seslendirilmiş yan karakterleriyle ünlüdür. Bazısı gürültücü ve korkutucu, bazısı sessiz ve vakur, bazısı ise kurnaz ve müthiş zekidir. Etik değerleri oyuncunun verdiği kararlarla şekillenen Shepard gibi, bu karakterler de saf kötü veya saf iyi değildir. Tıpkı gerçek insanlar gibi onlar da grinin farklı tonlarında dolaşır, kompleks bir evrende var olmaya çalışan kompleks varlıklardır. Bu, özellikle Shepard’ın mürettebatına katılan karakterlerde kendini belli eder. Oyuncunun (dolayısıyla Shepard’ın) onlarla kurduğu ilişkiye göre ekipten ayrılmaya kadar varan kararlar alabilirler. Galaksinin içinde bulunduğu tehlike, Shepard’ın mürettebatıyla olan ilişkilerinde de romantizm, cinayet, ihanet, hayal kırıklığı ve kendini kurban etme gibi pek çok şekilde kendini gösterir.
Örneğin Legion karakterini ele alalım. Yapay zekâ ve organik yaşam arasındaki potansiyel çatışma tüm Mass Effect üçlemesine sinmiş bir tema olsa da, söz konusu ikilik kendinden bahsederken daima “biz” diyen bu robotta belirgin şekilde görülür (“Adımız Legion, çünkü kalabalığız” – Yüzyılın Fırtınası, Stephen King). Legion, Geth adı verilen bir türün üyesidir. Geth, iki bacaklı robot bedenler kullanarak hareket eden ancak kolektif zekâya sahip yapay zekâ programlarının oluşturduğu bir türdür. Gethler galakside kötü bir şöhrete sahiptir ancak Legion, Geth’in kötü anılmasına sebep olan kaçak grupları avlayıp bu durumu düzeltmekte kararlıdır. Ne var ki Mass Effect 3’ün sonlarında (spoiler uyarısı!) galaksiyi kurtarmak için mürettebattan bazılarının kendilerini feda etmeleri gerektiğinde, Legion kendinden “ben” olarak bahsetmeye başlar. Artık bireysel, bilinç sahibi bir varlık olarak kendinin farkındadır. Bu özellikle üzücü bir andır çünkü Legion gerçek anlamda daha yeni doğmuşken, ölür. Serinin yapımcıları olan Bioware, sırf ne yüzü ne de duyguları olmayan bir robotu bu kadar unutulmaz kılabildiği için bile takdiri hak ediyor.
Mass Effect serisinin temelinde yatan mesaj, birbirinden çok farklı toplumları, halkları ve varlıkları ortak bir amaç uğrunda çabalamaya ikna etme uğraşıdır. Üçleme Shepard ve mürettebatının tüm konsey üyelerini, Dünya’yı işgalci Reaper’dan kurtarmak için verilecek son bir savaş için bir araya getirmeleriyle zirveye ulaşır. İnsanlara yardım etmek için aslında hiçbir sebepleri olmayan uzaylı türler bile bu savaşı vermeye ikna olmuşlardır.
Mass Effect, Shepard’ın öyküsünde kişisel ve politik meseleleri birbirine ustaca bağlıyor. Az gelişmiş bir topluluğa yardım ettiği için büyük bir şirket Shepard’ın yardımına yetişiyor, bir uzaylı ile dost olması o uzaylı medeniyetinin insanlığa destek olmasına yol açıyor. Kişisel ilişkiler politik sebeplere yol açsa da, farklı toplulukları bir arada tutan şeyin bu küçük ilişkiler ağı olduğu vurgulanıyor. Senaryonun, bireysel hikâyeleri daha büyük, galaktik çapta bir olaylar ağına bağlayabilme becerisi bu açıdan takdire şayan. Reaperlar ile savaşmak için toplanan ordu da kimliksiz askerler ve ne idiği belirsiz uzay gemilerinden oluşmuyor bu nedenle. Neredeyse her bireyde, oyuncunun üçleme boyunca sarf ettiği emekler görülebiliyor. Pek çok uzay operasında uzay gemileri ölü kabuklardan ibarettir, ya ateş ederler ya da vurulurlar. Mass Effect’te ise, tıpkı Battlestar Galactica gibi uzay savaşları da birer kimliğe bürünüyor.
Birçok büyük bilimkurgu eseri gibi, Mass Effect de kozmosun soğuk yüzü karşısında bağ kurmanın ve tutkunun önemini anlatıyor. Entelektüel açıdan Star Trek ile yarışabilecek kadar derinlikli, Asimov kadar geleceğe dair umutlu ve Battlestar Galactica kadar dramatik altyapıya sahip Mass Effect, bir video oyunu olduğu için bu deneyimi oyuncu olarak bizlerin etkilemesine de imkân tanıyor.