evren insan 4

Bilimkurgunun Anlatısal Öğeleri

Öykümüzün türü, niteliği ya da boyutu ne olursa olsun; ona kuramsal olarak yöneltebileceğimiz dört soru vardır: İlki ne anlatıyor, ikincisi anlatılan kimin başından geçiyor, üçüncüsü nerede geçiyor ve dördüncüsü de hangi zamanda oluyor? Olay, kişi, yer ve zaman öykünün dört temel öğesini oluşturur. Yukarıdaki sorular bu öğeleri karşılar. Olay serüven, kişi kahraman olarak da anılır. Edebiyat araştırmacıları, eleştirmenler bu öğeleri ele alıp yapıtı anlamaya ve anlatmaya çalışır, bu öğeler doğrultusunda değerlendirmeler yapar. Ancak bu çalışmalar daha çok klasik ya da bu tarzda yazılmış çağdaş yapıtlar üzerinde yapılır. İşte bu çalışma, fantastik yapıtlar üzerine eğilme ve özellikle bilimkurgunun sularına girme niyeti taşımaktadır.

İster roman, ister senaryo olsun bizleri bu dört öğe ciddi biçimde etkilemiştir. Kimisinde serüven, kimisinde kahramanlar, kimisinde olayın yaşandığı yerler ve kimisinde de olayın geçtiği zaman dilimi ilgimizi çekmiştir. Sıradanlaşan günlük yaşantımızın baskısından kurtulmanın en yaygın yolu bir öykü ya da senaryoya kendimizi bırakmaktır. Yeni yaşantılar, başka davranışlar bizi mıknatıs gibi çekmeye başlayıverir çünkü. Yaşayamadıklarımızı gidermenin kestirme bir yolunu bulmuşuzdur artık.

Yazar sözcüklere, yönetmen görüntülere koşarken bu dört öğeyi ayrıntılandırmaya ve biçimlendirmeye çalışır. Bizleri merak yanımızdan tutarak bir serüvene, yeni bir kişiliğe sürükler. Kendimizi yazara emanet eder, buruk bir zevkle tehlike çemberlerinden geçeriz. Bir yerimiz incinmeden acı çekmeye başladığımızda yazar ve bizler çoktan amacımıza ulaşmış oluruz. Don Kişot yel değirmenlerine yöneldiğinde Sanço’nun kaygılarının izleri bizlerin suratındadır artık. Ya da Jan Valjan rahip tarafından bağışlandığında duyduğumuz sevinçle karışık rahatlama, yani bir serüveni yaşama gerçek bir zevktir. Homeros’un Odesseus kahramanı, güçlükleri aklı ile aşan örnek bir insan olmasıyla ilgiye değerdir; hele falcılara, astrolojiye bel bağlayan günümüz insanlarını düşündükçe. Ya da Dostoyevski’nin Budala’sındaki Prens Mişkin’in saf, daha doğrusu som insanlığı herkesin yüreğindeki bir parçayla denk düşmez mi? Ya da Yaşar Kemal’in çelimsiz İnce Memed’ini, “Ben İnce Memed’im,”  dediği hâlde buna inanmayıp geçip giden jandarmaları okuduktan sonra belli düşüncelere dalıp gitmişizdir.

Kimi yapıtlar da seçilen mekânları ile bizleri etkilemiştir. Melvil’in Mobi Dick’i  “deniz” üzerine yazılan en büyük romandır ve çekici deniz anlatımlarıyla doludur. Deniz üzerine bilmediğimiz şeylerle, deniz altının betimlemeleriyle güzelleşen bir roman olmuştur Beyaz Balina’nın serüveni. Yine aynı romanda ana mekân denizken hemen onu izleyen yan bir mekân olarak  “gemi” karşımıza çıkar. Mekân ya da yer öğesi, öyküyü belli düzeyde etkiler; yani öyküdeki tüm hareketler yerle belirlenir. Örneğin Jüliyet’in balkonunu düşünelim, her iki aşığın hareketleri balkona bağlıdır: Jüliyet sabit, Romeo yukarı bakmaktadır. Romeo’nun güzel sözleri yukarı bakarken izleyiciye daha estetik sunulur. İki âşığı ayıran balkon, tüm darlığıyla çaresizliği, ayrılığı simgeler. Bir kenar mahalle, bir köy, bir Akdeniz ülkesi, bir İskandinav ülkesi tüm kişilerle, yaşantılarla doğrudan ilişkilidir. Ekmek çalmanın insanı kürek mahkûmluğuna götürdüğü bir Fransa’nın yurttaşıdır Jan Valjan. Don Kişot, zaman ve mekân çatışmasıyla var olmuştur, bu nedenle delidir, bu nedenle kendi mekanını beyninde yaratmakta direniyordur. Robenson’un ada mekânı da yapıtın temeli sayılır. Ada, romanın düşünsel yanının en büyük besleyici öğesidir. Ada, insan ve doğayı baş başa bırakmanın ortamını sağlar çünkü. Böylece kurgulanan birçok ayrıntıyı belirler.

Kimi yapıtlar da zamanın kullanımı ya da seçtiği zaman diliminin özellikleriyle ilgi toplar. Romanları anlattığı çağlara göre sınıflayabiliriz. Orta Çağ romanlarından, tarihsel bir dönemi anlatan romanlardan söz edebiliriz. Notrdame’mın Kamburu, Gülün Adı Orta Çağ’ı anlatan romanlardır. Her iki romanda da çağa özgü geriliklere eleştiri vardır; çağa özgü ortam ve ayrıntılar bir merak öğesi olarak sunulmuştur okura. Zamanın ele alınışı izlemek de ilginç olabiliyor yapıtlara topluca baktığımızda. Zaman çizgisinin iki ucu, ilkçağ ve 21.yy. ötesi, fantastiğe daha açıkken ortalar daha gerçekçi bir öyküye yöneliyor. Elbet bunlar oldukça genel yargılar, her dönemde her türe ya da benzerine rastlamak olası. Çünkü insan her zaman, her yerde düşlere sığınma gereği duymuştur. Hatta kimi zaman gerçekleri düşle daha net anlatabilmeyi de başarmıştır.

Elbette, bütün bu yukarıda anlatılanlar bilimkurgu yapıtları için de geçerlidir. Yani bu dört öğe, bilimkurgusal olarak da belleklerde yer etmiştir. İyi işlenmiş bir bilimkurgusal serüven her tür okurdan ilgi görmeyi başarmıştır. Çok satan bilimkurgu romanları ve çok izlenen bilimkurgu filmleri bunun kanıtıdır. “Olay” öğesinin geniş okur kitlelerince beğenilmesi “geçmiş kültür birikimlerini” içermesine bağlıdır. Mitoloji, destan ve masallar, halk öyküleri din ve felsefe öğretileri bu söz konusu birikimi oluşturur. Star Wars senaristleri Homeros’a özenip öykünürken, Star Trek filmi de bir mitoloji gerekliliğini hissediyordu kendi ekibi için. Stargate ekibi de Mısır mitolojisine eğilirken bütün bu deneyimleri özümsemeye çalıştığını gösteriyordu.

Bilimkurgusal olay öğesi, insanın bilinmeyene olan merakını sonuna dek sömürmeyi başarır. Bu öğede bilinmeyen, öncelikle “uzay ve insanın geleceği” ya da başka bir deyişle, “gelecek binyıllarda insanın uzay sonsuzluğundaki başından geçenlerin deneyimleri”dir. Elbet bu uzay sonsuzluğu Ay ve Mars ile başlar, Jüpiter ve öteki yıldız sistemleriyle sürer. Serüvenin özü, yine “yolculuk”tan başka bir şey değildir. Sanki Odesseus, Ege adalarından gökadalarına fırlamıştır. Serüvenin ya da yolculuğun ilk durağının Ay olması, insanlığın gözünün önünde duran ilk ve en yakın uzay öğesi olmasından dolayı oldukça doğaldır. Bunun için Lukianos’tan Jule Verne’e ve Arthur C. Clarke’a dek Ay’a yolculuklar yapılır durur. Bilim ve teknoloji geliştikçe yolculuğun biçimi de değişir. İlkin bir hortum sonra bir roket ve sonra da bir uzay gemisi hatta bir Ay üssü çıkar karşımıza. Clarke, ikinci büyük Ay krateri Clavius’a konuçlandırır üssünü. Robert Heinlein, Yeni Dünyalara Doğru adlı romanında yolculuğu Jüpiter’e dek uzatır; Mayflower adlı gemi Jüpiter’in Ganymede uydusuna göçmen taşımaktadır.

Bilimkurgu yapıtlarının öğelerine genel olarak baktığımızda; serüven ile mekân ve teknoloji ile zaman arasında bir koşutluk görürüz. Yolculuğun yönü genelde bir gezegendir ve yolculuğun hızı, rahatlığı da çağın teknolojisiyle belirlenmiştir. Ancak zaman öğesinin ele alınışı bununla sınırlı değildir bu tür öykülerde. Doğrudan zaman üzerine de dayandırılan öyküler işlenir; zamanda yolculuk bir içerik, bir tema olacak kadar geliştirilir. H. G. Wels, “zaman makinesi”ni çalıştırmaya başlar.

Bilimkurgusal öğeler içinde kişiler, fantastik özüyle belirerek merak uyandırır. Bilimkurgu en çok kişi öğesiyle masala yaklaşır ve fantastik karakterinin altını çizer. Her bilimkurgu kahramanı, biraz Alaaddin ya da biraz Odesseus’tur. Bu tür yapıtlarda kişiler kadrosu çeşitlidir ve olağanüstü nitelikleri olanlara da rastlanır. Halk kitlelerinin hafızasında yer eden bilimkurgusal kişilikler filmden romana oldukça renklidir. Jedy, Kaptan Kırk, Mr. Spak, Maya, Dave gibi. A. C. Clarke’ın “2001 Uzay Macerası”ında kişiler sahnesinde gelişmiş bir bilgisayar, HAL’ın varlığını görürüz. P. Boulle’nin Maymunlar Gezegeni’nde gelişmiş maymunlar çevremizi sarıverir. Orhan Duru’nun Yoksullar Geliyor’unda, 15. yüzyılda, Türk Gemicilerin rastladıkları ve  “Kocabaş” adını verdikleri ve evrenin haritasını çizmekle görevli, zeki uzay yaratıklarıyla karşılaşıveririz.   

Fantastik, dolayısıyla bilimkurgusal yapıtlar, öykünün bu dört öğesini renklendirir. Klasik yapıtlardaki daha çok olay akışına bağlı olan, “Sonra ne olacak?” çerçeveli merak bir çeşit özgürlüğe kavuşur. Artık merak her öğededir. Her öğe, olabildiği kadar özgündür. Serüven yenidir, başkadır; mekânlar yenidir, başkadır; kişiler yenidir, başkadır; zaman yenidir, başkadır… Klasik öykünün öğeleri, içinde yaşadığımız dünyanın, uzayın fiziksel niteliklerine bağlı olarak temellenmiştir. Önce insan ve onun eylemleri vardır, sonra bir coğrafya, sonra durmadan akıp giden bir zaman. İnsan eylemlerinin bir sırası, bir akışı vardır daha sonra da. Bununla ilgili şu soruyu da yöneltebiliriz: İnsan eylemlerinin öyküdeki akışı nelere bağlıdır? Bu soru bizi insan beynine, insanın insanlaşma sürecine götürür. Buradan da toplumsal gelişmeler ve sanatın doğuşu gibi araştırma konularına ulaşırız.

İnsanın genel yönelimi büyüden bilime, düşten gerçeğe olmuştur. Bu süreci yaşayan toplumlar, bugün yaşadıkları gezegene egemen olmuştur. Ama ne var ki insan büyüden, düşten bütünüyle kurtulamamıştır; hatta kimi zaman düşlemek, ummak insanı ayakta tutmuştur. Fantastik yapıtlarla insan bu iki uç durumun bir sentezine ulaşmıştır. Bu nedenle fantastik öğeler ile klasik öğelerin insanı kapsayamadığı, insan bütününü tam kavrayamadığı eksiklikler giderilmiştir. Fantastik yaratım bu farklılığından ötürü gereklidir ve bu özelliğiyle klasik yaratımları aşmaktadır. Çünkü insanın anlatımı bitmez, dile getirilemeyen, unutulan özler hep vardır insanda; yani insan evreni de sonsuzdur. İnsan istek ve düşlerinin bitmezliği bundandır. Kimi zaman, insan insanı anlamaz, anlatamaz oldu mu, çevresindeki nesnelerden, doğadan kişiler yaratır onlarla konuşur, onları konuşturur. Ona sunulan dünyanın yetmediği yerde fantastik olan başlar. 

Bilimkurgusal yapıtlar, bütün fantastik yapıtlar gibi özgür bir irade ortamında kapsamlı bir yaratıcılığa gereksinim duyar. İnsanın kendisini tanımasına ve özgür iradesine olanak tanıyan bir aile ve eğitim yapısında olan ülkelerde fantastik yaratım gelişip serpilir. Demokratik geleneği olmayan toplumlarda birçok şey gibi fantastik türlerin yazarı da şansa bağlı olarak var olur. Her şeye karşın fantastik öykü yazarına çeşitli olanaklar sunar. Bütün fantastik türler yazarın yaratıcılık iştahını kabartır. İnsan ruhunun yoğun düş gücü değerlenip en son noktasında estetiğe ulaşır. Olmayan ve olanlara hiç benzemeyen varlıkların anlatımı, gelecek öngörüleri, yeryüzünde ve uzayda insanın birbirine olan gereksinimi, bilim ve tekniğin gerçek anlamda yalnızca birlik, dayanışma ve özgürlük ortamında gelişebileceği gerçeği, insanın dünya dışındaki duygu ve düşünceleri, insanın insan ve dünya dışındaki varlıklarla olan iletişimi gibi konular klasik yapıtlarda pek vurgulanmaz.

Bilimkurgu ve fantastik öykü öğeleri, yaratıcılık iştahı kabarık yazara aşağıdaki olanakları sunarak yaratıcılığının sınırlarını yoklama fırsatını verir:

  • Olmayan ya da olanlara benzemeyen varlık ve durumları betimlemek,
  • Kurgu ve anlatım olarak yeni biçimler denemek,
  • Geleceği çeşitli yönleriyle tartışmak, teknoloji ve bilim üzerine düşünce geliştirip yeni bakış açıları yakalamak,
  • İletisini, görüş ve eleştirilerini özgürce sunmak,
  • Bilimsel ve teknik buluşları, görüşleri ya da tartışmaları halk kitlelerine taşıyıp kamuyu bilinçlendirmek…

Bilimkurgucu, anlatmak istediklerini kafasında kurduktan sonra klasik yazarın yaptığını yapar; yani ilk cümlelerini kurmaya başlar. Ancak anlattıkları kimi zaman daha ilk cümlede olağan varlık ve durumlar değildir; henüz insanın kullanmadığı, kimi durumlarda daha uzun yüzyıllar kullanamayacağı araç ve gereçlerden söz eder; bildiğimiz ya da hiç olmayan bir gezegenin olası görüntü ve canlılarını betimler. 

Bütün bunları yaparken bilgi tutarlığına ve olay akışına dikkat eder. Hiçbir öğe için kendisini zorlamaz, her zaman zengin bir arşiv durur belleğinin bir kıyısında ve orada kılıklar, biçimler, suratlar, farklı eşyalar, hatta hareketler yığılıdır bir tiyatronun alt katı gibi. Artık, ilk cümleden bu sanal cümbüşün hareket düğmesine basmıştır: elektrik bir cesede can katabilir; Guliver’in bedeni, iplerle cüceler tarafından yere tutturulabilir, Ay toprağında bir gezinti yapılabilir ya da koca kafalı Marslılarca işgale uğrayabiliriz; hatta Jüpiter’in uydularında yeni bir koloni kurmak için yola çıkabiliriz.

Fantastik türler, kurgu kolaylıkları da kazandırır yazarına. Kurgu, yapıtın yapısıyla ilgili bir terim; başka deyişle yapıtın bölümlerinden başlayıp konusunun önemli olaylarının sıralanışıdır. Konunun gelişim çizgisi de diyebileceğimiz kurgu, genelde klasik türlerde olduğu gibi işlenir çoğu fantastik türlerde de. Yapıt, bölümlere ve alt bölümlere ayrılır ve her bölüm öncekilerle ilişkilidir. Burada konu akışının belirleyicisi, doğal olarak kişilerdir; çünkü konu halkaları ya da olay zinciri, kişiler çevresinde döner. Olayların akışını, bilimkurgusal yapıtlarda, kişilerin yanı sıra elbette bilimsel ve teknolojik etkenlerin de öne çıktığını söylemeliyiz. Söz konusu etkenler bir nükleer bomba, bir uzay gemisi arızası, bir robot başkaldırısı, bir gezegen özelliği olabilir. Bütün bunlar insan ruhunda hangi izleri, yeni izlenimleri bıraktığı kadar derinlemesine işlenir.

Bilimsel bir kurgudan söz edebiliriz; çünkü olağanüstü öğeler farklı bir kurgu da sunar. Olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkileri klasik türlerden çok farklı olur. Üstelik önlerinde zengin bir destan, masal, halk öyküsü gibi bir birikimi değerlendirme şansları vardır. Ya da kendi özgün yaklaşımları… Olağanüstü olay ve kişilerin olağanüstü ilişkilerini yorumlama özgürlükleri vardır. Ayrıca klasik türlerin birikimlerini de değerlendirebilirler. Bir bakarsınız Orta Çağ’da uzaylılar ortalığı karıştırmakta… Bir bakarsınız Piri Reis’e bir uzaylı haritacı yardım etmekte… Klasik kurguya yaslanmaktan kaçınan, özgünlüğünü ve yaratıcılığını yapıtının yapısına da yansıtmak isteyen yazarlar için bu kulvarda hiçbir sınır ya da zorunluluk yoktur.

Bilimkurgusal öykülemede bilimle ilgili ya da doğrudan bilim insanı olan yazarın teknik bir üslup geliştireceğini kolayca düşünebiliriz. Elbette öykünün geneline egemen bir teknik dil değil, yeri geldikçe kendini ustaca hissettiren; edebi bir anlatımın arasına yedirilmiş bir dil karşımıza çıkar. Asimov’da, Ursula  K. Le Guin’de, Stanislav Lem’de bu dili sık sık yakalamak olasıdır. Bilimkurgunun ABD’de gelişimini incelemek, ilk bilimkurgu dergisini çıkaran Hugo Gersback’in bir teknik okul mezunu öğrenmek ve bilimsel nitelik taşıyan dergilerinde arada bilimkurgu öykülerini yayımladığını öğrenmek de bize pek çok şey söylemektedir.

Bilimkurgusal metinlerin anlatım özelliklerini düşündüğümüzde, klasik metinlerden farklı olarak, özgünlükten ve sürükleyicilikten söz edebiliriz. Özgünlükten kastımız, yapıtın benzerlerinin bulunmaması ve yeni olmasıdır; sürükleyicilikten kastımız da yine yapıtın ilginç bir konuyu ele almasıdır. Gerçekten de oldukça farklı bir içerik, yer yer teknik bir dil bilimkurguyu özgün kılıyor. Bu farklı içerik doğal olarak beraberinde merakı da getirince sürükleyici oluveriyor okuduğunuz tür. Olmuş ya da olabilecek değil, olmamış ya da hiç olamayacak olayların betimlenmesi için özgün ve sürükleyici olmak doğal olsa gerek.

Bilimkurgusal metnin yazara sunduğu bir başka olanak da gelecek üzerine ayrıntılı görüşler verebilmektir. Yazar, anlatacakları olan kişiyse; bilimsel gelişmeyle doğabilecek sorunları öteki insanlara anlatmak, bilimkurgu yazarına düşen görevdir. Çağımızın teknik çalışmalarını okuyucu kitlelerine duyurmak, bunlar üzerinde kitleleri görüş sahibi yapmak, kitlelere bunları tartışmaya açmak, bütün bunlar üzerinde düşünmek bilimkurgusal metnin sunduğu bir olanaktır. Ancak bu iyi niyetli uyarı çabası, bilimkurguyu karamsar bir türmüş gibi gösterebilir. Tekniğin yanlış, başka deyişle insana karşı kullanılmasının neler doğurabileceğini en iyi bilimkurgu anlatır insanlığa. Sanayi Devrimi’nden bu yana ütopyalar bile karardığına göre bilimkurgu için bu çabalar çok olmasa gerek. Bilimkurgusal metinlerde olumlu tablolar da çizilir kimi zaman; çevre duyarlılıkları, cins ayrımcılığına tepkiler, ekonomik çarpıklıklar gibi. Bütün bu yönleriyle bilimkurgu, insanlığın ahlak yüzünün bir parçası olur.

Her bilimkurgusal metin, insanla ilgili yüce sorunlara doğrudan değinmese bile mutlaka belli bir insancıl ileti taşır. Evrenin bir kıyısında zerre kadar hükmü olan dünya insanının yüzüne kendi gerçeğini çarpar durur bu tür. Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451’i, Orwell’in 1984’ü karamsar bir geleceği konu alan bilimkurgu romanları arasında yer alır.

Bilimkurgusal metinlerinin en önemli olanaklarından biri de yazarın görüş ve eleştirilerini sunmada uygun bir ortam oluşturmasıdır. Fantastik anlatım ortamı birçok olanakla karşımıza çıkar çünkü. İlkin kişiler kadrosu özgürlüğü vardır: Yani kişiler yazarın istediği oranda ya gerçek ya gerçek dışı ya da simgesel olabilir. Yazar bu kişilerden birine, daha çok kahramanına görüşlerini aktarma görevi verebilir. Kişilerin yaşadığı ortamla yazarın yaşadıkları arasında benzerlikler olabilir. Yazar siyasal ve toplumsal görüşlerini, eleştirilerini yapıtında sıralamaya başlar. Voltaire, Mikromega’sında bunu yapar: Mikromega adlı pek zeki ve uzaylı genç, yazdığı bilimsel bir kitaptan ötürü ülkesinin cahil ve anlayışsız yöneticileri tarafından yargılanır. J. Swift, Gulliver’in Serüvenleri‘nde çağının kurumlarına geniş bir eleştiride bulunur. Klasik metinlerin usta kalemi Refik Halit Karay da “Ago Paşa’nın Hatıratı” adlı fantastik-bilimkurgusal yapıtını, döneminin eleştirisini yapmak üzere yazmıştır. Birçok bilimkurgu yapıtında çevreci, feminist, anarşist ve sosyalist görüşlere rastlayabiliriz. Yevgeni Zamyetin’in “Biz” romanı da akıl ve analiz uygarlığına sıkı bir eleştiridir, insan karşıtı oluşumların geleceği ne duruma sokacağını çarpıcı biçimde anlatır. Yazar bilimkurgusal olanaklarla düşüncelerini, daha etkileyici dile getirerek aydın sorumluluğunu yerine getirmiş olur.

Bilimkurgu yapıtları birçok teknik gelişmeyi halk yığınlarına ulaştırarak önemli bir işi başarır. Bilimkurgusal roman ya da senaryolarda bilimsel tartışmalar, teknik gelişmeler halkın bilgi ve eleştirisine sunularak, kamuoyunun daha doğru, daha bilgili ve daha insancıl olmasına hizmet edilir. Bilimkurgusal öykü öğelerini, insanlığın düş birikiminin bir parçası saymak gerekir. İnsanın daha güzeli, daha üstünü düşlemesi ve bunları anlatması ilkçağlardan beri sürmektedir. Fantastik kavramının kendisi “düş birikimi”ni anlatır ve fantastiğin yaramaz çocuğu olarak insan aklının ortalık yerinde cirit atmaya cesaret eden bilimkurgu, gerçekte ütopyalara teknik ve uzayı ekleyerek kendini belirten bir türdür.

Bilimkurgusal öğeler, yazarın, dili kullanması; kurgu becerisi; düşgücü bereketi; kültürel, politik iletileri; bir okur, bir meslek sahibi olarak birikimleri ve de psikolojisi olmak üzere çeşitli etkilerle ya da katmanlardan ele alınabilir. Elbette her yazar dili, kurguyu, düşgücünü, iletilerini, mesleki birikimlerini en iyi biçimde yansıtmak ister. Dili kullanırken düşüncelerini net olarak vermeyi, sözcüklerle en iyi biçimde resim çizmeyi ve yeni kavramları, durumları en anlaşılır biçimde anlatmayı amaçlar. Olayların akışını bütünlüğü bozmadan, gereksiz ayrıntılarla uzatmadan, neden-sonuç ilişkisini de gözeterek verir. Öykünün uygun yerlerinde mesleğiyle ilgili donanımını da kimi bilinçli kimi bilinçsiz serpiştiriverir.

Eline kalemi alan iyi bir okuyucunun az çok bir yazma yeteneği vardır. Olayların akışını neden-sonuç ilişkisiyle sıralarken acemilik çekse de sonunda bir öykünün girişini, gelişmesini ve sonucunu oturtabilir. Ama bunlardan daha önemli bir şey var ki o da düşgücüdür. Bir bilimkurgu yazarı, düşgücü zenginliğini ortaya koyamadıkça başarısızdır. Çünkü düşgücü, bilimkurgusal metnin her öğesinde parıldamak durumundadır.   

Düşlemek, hiç olmayanı betimlemek ve bununla var olana bir şeyler eklemek ilk bakışta tuhaf ya da gereksiz gelebilir insana. Ama bilinmeyenin, başkanın çekiciliği her zaman insanın kendisi kadar sonsuzdur.

Düşlemden (fantezi) payını almış her öykü, roman ya da senaryo; her klasik yapıt gibi bir düzen, bir sistemdir. Her yapıt, tamamlanmış bir sistemdir ve okuyucuya yapıtı anlamada yardımcı olur. Çünkü yapıtlar birer kurgudur. Edebi yapıtı, bir tarih, gezi ya da anıdan ayıran yaşanmamış, kurgusal oluşudur. Öykü ve romanlar ne kadar gerçeğe, yaşanmışa dayansalar da kurgusaldır; gerçek değil, gerçeğe uygundur. Fantastik yapıtlarda ise gerçekliğe uygunluk da aşılarak gerçekle ilintililik kalır sadece. Yazar, dış dünyayı belli bir sistemle yorumlayarak yeniden kurar; fantastik yazar, kendine özgü yorumu ve sistemiyle klasik yazardan ayrılır. Bunları öykü öğelerini, kendine özgü mantığı ve gerçeğiyle ele alarak yapar. Fantastik yazarın mantığı ve gerçeği artık mitolojik bir nitelik taşır. Farklı bir deyişle de, yazar fantastik yapıtında, maddenin hareketini bilinen fiziği aşarak ve bunu düşle yıkayarak betimler.

Yapıt bir sistemse onu oluşturan alt sistemler ve parçalar da vardır. Ayrıca bunların her biri kendi başına anlamlıdır ve farklı işlevlere sahiptir. Bir incelemeci bu sistemi cümle düzeyine dek parçalayabilir ya da yapıtı anlam halkalarına ayırabilir. Zaten tamamlanmış her yapıt yazarı tarafından belli bölümlere ayrılmıştır. Bir incelemeci, yazarın ayırışı dışında, yapıtı öykü öğelerine göre (olay, kişi, yer, zaman) bölümlere ayırabilir. Yazarın bu bölümlemesine “dış kurgu” da denir. Orhan Duru’ nun, kitabına adını veren “Yoksullar Geliyor” adlı öyküsünü bu açıdan incelediğimizde, yazarın kendisinin öykü öğelerine dayanarak bir dış kurgu oluşturduğunu görürüz. İlk iki bölümün adı “Çöl” ve “Kent”, yer öğesinden yaralanıldığını; sonraki “Yalvaç” adını taşıyan bölümün de kişi öğesiyle ilişkili olduğunu gösteriyor. Yine Ursula K. Le Guin, Mülksüzler’ini on üç bölüm olarak ayırmış; ama her bölümü yapıtın iki gezegeni –iki önemli yer öğesi- olan  “Anarres” ve “Urras” adlarıyla desteklemiştir.

Her kurgusal metnin birden çok anlamı vardır. Bu anlam okuyucudan okuyucuya değişir ve her okuyucu da kendi birikimi oranında yapıtı anlar. Başka deyişle her yapıtın bir anlam evreni vardır. Artık yapıt yazarın düşleme sınırını bırakıp okurun düşleme sınırlarına ulaşmıştır. Artık yapıt, hele fantastik olan gerçeklere uygunluk (doğruluk) ölçütünden sıyrılmış, kendine başka ölçütler (tutarlılık gibi) aratmaya başlamıştır incelemecilere de.

Düşlemek, elbette gerçeğin niteliklerinden biri olarak düşünülemez; ama yine de gerçeğin özüyle ilişkilidir. Kimi gerçekleri olduğu gibi anlatmak yerine düşle anlatarak daha etkileyici olabiliriz. Artık gerçeğin, salt gerçeği anlatarak anlatılabileceğini değil, gerçeği anlatmanın birçok yolu olduğunu biliyoruz; hatta buna daha çok gereksinim duyuyoruz.

Çocuklarımıza okuyacağımız masallar, onlarla birlikte gideceğimiz sinemalar, günlük yaşamın tekdüzeliği, uykumuzda bizi alıp götüren düşler ve en önemlisi uzay, tepemizde çözülmemiş dev bir bulmaca gibi durdukça fantastik yapıtlara gereksinim duyulacaktır. Çünkü düş bilginin ötesinde başlar. Çünkü düş, hızlıdır; düş, bir provadır ve düş, sesli-renkli-görsel bir düşünmedir. Ve elbette Einstein’ın da dediği gibi:

“Düşlemek, bilmekten daha önemlidir.”

Yazan: Cüneyt Gültakın

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Nikolai-Fedorov

Nikolai Fedorov ve Sonsuzluğun Planı

İnsanın en büyük açlığı nedir? Daha çok yiyecek, daha fazla toprak, daha fazla bilgi mi? …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin