Bilimkurgu dünyasında sıkça karşılaştığımız “güç kalkanı” ve “hiperuzay” terimleri, modern teknoloji ve fiziğin sınırlarını zorlayan hayal ürünleri olarak öne çıkıyor. Peki ama bu terimler aslında neyi ifade ediyor, ne kadar gerçeklik payı taşıyor ve günümüz bilimi bu kavramlara nasıl yaklaşıyor?
Öncelikle evrenin yapısını anlamak için doğadaki dört temel etkileşimden söz etmek lazım: Kütleçekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, zayıf nükleer kuvvet ve güçlü nükleer kuvvet. Bunlar, atom altı parçacıkların birbiriyle ve çevreleriyle etkileşim kurmasını sağlayan ana güçler. Örneğin Dünya’nın çekim alanı, çevresindeki tüm nesneleri kendi merkezine doğru çekiyor. Ancak bu tür alanlar, mutlaka bir madde ya da enerji kaynağına dayanıyor, yani alan oluşabilmesi için orada bir şeyin var olması şart. Güç kalkanı fikri ise bu temel bilimsel gerçeklerin dışında tamamen kurguya dayanan bir kavram.

Bilimkurgu eserlerinde güç kalkanları, maddeden bağımsız olarak çevresini saran ve dış etkilere karşı koruma sağlayan bir görünmez bariyer olarak tasvir ediliyor. Belirli şeyleri radyasyondan, parçacıklardan ya da fiziksel saldırılardan koruyor. Günümüzdeki bilim anlayışına göre böyle bir alanın maddesiz varlığı mümkün değil, çünkü tüm kuvvet alanları onları yaratan kaynaklarla ilişkili. Güç kalkanlarının bilimsel karşılığına en yakın örnekler manyetik alanlar veya plazma kalkanları olabilir. Günümüzde uzay araçlarını ve mürettebatını radyasyondan korumak amacıyla araştırılıyor.
Diğer yandan “hiperuzay” kavramı, ışık hızının engellerini aşmak için icat edilmiş bir bilimkurgu çözümü. Günümüz fiziğinde ışık hızı, evrendeki en yüksek hız sınırı. Ancak bu hız, yıldızlararası mesafelerin devasa büyüklükte olması nedeniyle uzay yolculuğunu pratik açıdan çok uzun ve zor hâle getiriyor. Mesela, 50 ışık yılı uzaklıktaki bir yıldız sistemine ışık hızında bile ulaşmak yarım asır sürüyor.

Hâl böyle olunca, bilimkurgu yazarları da hız engelini aşmak için alternatif yollar üretiyor. Hiperuzay da bu alternatiflerden biri. Üç boyutlu uzayda yer alan birbirine uzak iki nokta, dördüncü boyutun kullanıldığı kurgusal bir alanla yaklaştırılıyor. Basitçe söylemek gerekirse, klasik üç boyutlu uzayın bükülmesi veya katlanması sayesinde iki nokta arasındaki mesafe kısaltılıyor. Bunu, üzerindeki iki noktayı birbirine yakınlaştırmak için kâğıdı bükmeye benzetebilirsiniz. (Evet, her bilimkurgucu bir gün bu örneği tadacaktır) Böylece uzay gemileri, bu bükülmüş “hiperuzay” yolunu kullanarak devasa mesafeleri çok kısa sürede katedebiliyor.
Matematiksel açıdan bakarsak, üç boyutlu uzayın ötesinde dört veya daha fazla boyutlu uzaylar tanımlamak mümkün. Zaten “hiper” öneki, “üzerinde” veya “ötesinde” demek. Örneğin, üç boyutlu bir kürenin dördüncü boyuttaki karşılığına “hiperküre” deniyor. Aynı mantıkla, yıldızlararasındaki daha yüksek boyutlu uzay boşluğu da “hiperuzay” olarak adlandırılıyor. Ancak kavram, şu an için sadece matematiksel bir soyutlama ve hayal ürünü; deneysel veya gözlemsel herhangi bir kanıtı yok.

Bilim dünyası, hiperuzay konseptiyle benzerlik gösteren solucan delikleri gibi teorik yapıları araştırmaya devam ediyor. Bunlar, uzay-zamanın bükülmesiyle iki farklı noktayı birbirine bağlayan tünellere benzetilebilir. Ancak varlıkları henüz kanıtlanmış şeyler değil, var olsalar bile kullanışlı ve güvenli hâle getirilip getirilemeyecekleri de belirsiz. Kısacası güç kalkanı ve hiperuzay gibi kavramlar, şimdilik bilimsel sınırların ötesinde kalan ve evreni daha erişilebilir kılmak için geliştirilen kurgusal fikirlerden ibaret. Tabii güncel fizik bilgimiz dâhilinde kurgusal olabilirler, ancak teknolojik ve bilimsel keşifler sayesinde belki bir gün gerçeğe de dönüşebilirler.