Fantastic Planet

Sürrealist Bir Bilimkurgu: Fantastic Planet

Sanatın her dalında sanatçılar, zaman zaman kendi tarihleriyle yüzleşir; gerekirse devletlerini, milletlerini ve içinde bulundukları sistemi sorgularlar. Bu durum özellikle sömürgecilik, köle ticareti ya da soykırım gibi insanlık suçları işlemiş ülkelerin sanatçılarında daha belirgindir. Fransız yazar Stefan Wul’un Oms en série adlı romanından uyarlanan ve René Laloux tarafından sinemaya aktarılan Fantastic Planet de bu yüzleşmenin etkileyici örneklerinden biri.

Film, Fransız sömürgeciliğinin yanı sıra İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın yeni efendisi hâline gelen Amerika Birleşik Devletleri’nin ekonomik ve kültürel hegemonyasını da mecazlarla örülü bir anlatım diliyle işliyor. Sürrealist çizimleriyle dikkat çeken animasyon, insanlığın en karanlık yönlerine ayna tutan bir bilimkurgu alegorisi. Fransız sinemasının en özgün sosyopolitik yapıtlarından biri ve savaş sonrası şekillenen yeni dünya düzeninde kapitalizmin teknolojik iktidarına yönelik bir eleştiri olarak da okunabilir.

Hikâye, Draglar ile Omlar arasındaki ilişkiye ayna tutuyor. Draglar, uzak bir gezegende yaşayan devasa mavi varlıklar. Omlar ise onların evcil hayvanı konumundaki küçük insansı yaratıklar. Draglar gelişmiş bir uygarlığa sahip; yüksek teknolojiye, bilgiye ve telepatik iletişime hâkim. Omlar ilkel görülüyor, deney nesnesi veya eğlence aracı olarak kullanılıyor. Söz konusu hiyerarşi, klasik bir sömürge düzeninin temsili gibi. Bilgi, teknoloji ve dil efendinin elinde; ezileninse yalnızca bedeni var.

Dragların uygarlığı, bilgiyle kurulmuş mutlak bir iktidar sistemine dayanıyor. Her şey ölçülü, kontrol altında; doğa, canlılık hatta düşüncenin kendisi bile düzenlenmiş durumda. İzlediğimiz düzen, Michel Foucault’nun “biyopolitika” kavramını çağrıştırıyor:, yaşamın kendisi yönetim nesnesine dönüşüyor. Bu açıdan film, klasik sömürgeciliğin yanı sıra modern kapitalizmin de bilgi ve teknolojiye dayalı tahakküm biçimlerini eleştiriyor. Artık bilgi, özgürleştirici değil; iktidarın kendini yeniden ürettiği bir araç, dolayısıyla köleleştirici bir güç olarak karşımıza çıkıyor. Draglar, gezegeni “bilgi güçtür” düsturuyla yönetiyor.

Önümüze serilen yapı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın geçirdiği dönüşümü de simgeliyor. Sömürgeci Avrupa imparatorlukları çökerken hegemonya ABD’ye geçiyor. Bu anlamda Draglar hem eski sömürgeci Avrupa’yı hem de yeni teknolojik imparatorluk olan Amerika’yı temsil ediyor. Laloux, Fantastic Planet’te âdeta Avrupa’nın bilinçaltını resmediyor, sömürerek büyüyen ama sonunda kendisi de sömürgeye dönüşen bir uygarlığın travmasını eşeliyor.

Filmin kırılma noktası, küçük bir Om olan Ter’in Dragların eğitim cihazını çalıp kullanmasıyla başlıyor. Ter, efendisinin dilini öğreniyor, bilgiye erişiyor, ancak bu bilgi itaat yerine farkındalık getiriyor. Dragların sistematik eğitim aracı, kendi sonlarını hazırlayan bir virüse dönüşüyor. Ter öğrendiklerini diğer Omlara aktarıyor, bilgi artık paylaşım yoluyla kolektif bir güce evriliyor. Böylece bilgi, iktidarı tehdit eden bir salgın gibi yayılmaya başlıyor. Bu da Frantz Fanon’un Siyah Deri, Beyaz Maskeler’de tanımladığı “sömürgeleştirilmiş bilinç” hâlini anımsatıyor. Ezilen, efendisinin gözünden kendini görmeyi öğreniyor. Fantastic Planet’te Omlar başlangıçta Dragların dünyasında yaşamayı doğal kabul ederken, bilginin sızıntısıyla birlikte sessiz bir bilinç uyanışı yaşıyor.

Finalde Omlar, Draglarla savaşmak yerine denge kurmayı seçiyor. Draglar, Omların düşünme yeteneğini kabul ediyor ve iki tür Meditasyon Adaları’nda bir arada yaşamaya başlıyor. Ancak bu denge, gerçek bir barıştan ziyade karşılıklı korkuya dayalı kırılgan bir uzlaşı. Zaten filmin bu durumu “barış” yerine “denge” olarak adlandırması, Soğuk Savaş döneminin iki süper gücü arasındaki hassas ilişkiye açık bir gönderme. Laloux burada, Avrupa’nın SSCB karşısındaki güçsüzlüğünü ve bundan kaçarken ABD’nin kapitalist koruma kalkanı altına sığınarak yeni bir bağımlılığa girmesini eleştiriyor.

Film, Adorno’nun kültür endüstrisini hatırlatırcasına sonunda özgürlüğün bile sistemin bir parçasına dönüşebileceğini ima ediyor. Omlar artık yok edilemez, ama sistemin sınırları içinde; özgürlük “uyum” adı altında ehlileştiriliyor. Son sahnede kamera, meditasyon hâlindeki Draglar ve Omlar’ın üzerinden uzaklaşıyor. Evren sessiz; insan sesi kayboluyor. Kozmos, görünürde dengeye kavuşuyor ama bu denge, bireysel özgürlüğün yitimiyle sağlanıyor. Kısacası Fantastic Planet, yüzeyde bir ütopya gibi görünse de aslında insanlığın kendi tahakküm tarihini yansıtan sürrealist bir distopya. Bilginin hem bir baskı hem de bir özgürlük aracı olabileceğini gösteriyor.

Halil Alpaslan Hamevioğlu

İçsel yolculuğuna 1980'de Polatlı'da başladı. 80'ler ve 90'ların göbeğinde yetişti. O devrin her bireyi gibi bilimkurguyu video kasetlerden tanıdı. Sonra özel kanallar geldi. Hayal dünyası iyice genişledi. Eh, gerçek yaşamında da dünyanın içinden geçtiği dönüşümü gördü. Sovyetler'in bitişini, Berlin Duvarı'nın yıkılışını, popüler kültürün tüm dünyayı etkisi altına alışını... Bir gün okulu bitti ve hem gördüklerini hem de yaşadıklarını yeni nesillere aktarmak istedi. Öğretim görevlisi oldu. Gazi Üniversitesi’nde başlayan, Başkent Üniversitesi’nde devam eden öğreticiliğinde ülke sınırlarını aştı ve kendini Amsterdam Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde buldu. Yazmayı hep sevdi. Âşık olduğu bilimkurgu ile yazma hobisini ise burada birleştirdi.

İlginizi Çekebilir

The Electric State

Geleceğin Geçmişi: The Electric State

Bilimkurgu eserleri daima gelecekle bağdaştırılır. Bu sebeple bir eser “bilimkurgu” olarak tanımlandığında ya da sınıflandırıldığında …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir