Yaşadığımız dünyayı doğru değerlendirmenin başta gelen koşulu, kuşkusuz, bilimi yeterince anlamaktır. Ders kitaplarında öğretilenler, ne yazık ki, çoğu kez bir yığın ezber bilgi olmaktan öte geçememekte, araştırma etkinliğini algılamaya elvermemektedir. Oysa bilim, deneyimsel bir süreçtir; kafaya doldurulacak bir yığın hazır bilgi değildir. Bilim, doğruyu bulma, olup bitenleri açıklama arayışı sürecinde ussal olduğu kadar imgesel ve duygusal tüm yetilerimizi içeren bir etkinliktir. Kişi, bu etkinliğe katılabildiği ölçüde bilimi anlama olanağı bulur.
“Bende özel yetenek arayanlar, yanılıyorlar; sadece derin bir anlama merakım var!” -Albert Einstein
Bilim
Bilim, özünde bir arayıştır; gerçeği bulmaya, olgusal dünyayı açıklamaya yönelik bilişsel bir arayış olduğu gibi teoloji ya da herhangi bir ideoloji türünden dogmalar içeren bir öğreti değildir: Tutarlılık ölçütüne bağlı bir sınama-yanılma, yanılgıyı ayıklama sürecidir. Olgusal yoklanmaya, ussal eleştiriye kapalı hiçbir ilke ya da varsayıma bilimde yer yoktur. Bilim bir inanç dizgesi olmadığı gibi, sanat gibi bir yaratıcılık da değildir.
Teknoloji, bilimin pratik uygulaması olmakla birlikte, bilim değildir. Ayrıca bilimi; astroloji, parapsikoloji, frenoloji türünden uğraşlarla da karıştırmamak gerekir. Bu tür uğraşlar, ne amaçları ne de yöntemleri açısından bilim sayılabilir: Amaçları gerçeği tanımak, güvenilir bilgi üretmek değil, insanları bir takım uydurma açıklamalarla oyalamak, aldatmaktır. Sahte bilim denen bu uğraşların olgusal yoklanmaya elveren, ussal eleştiriye açık hiçbir sonucu gösterilemez.

Bilimsel Devrim
Bilimin yenilenmeye açık dinamik yapısı önemli bir özelliğidir, ama bir ölçüde de tutucu olduğu söylenebilir. Pek çoğumuz için alışkanlıklarımızdan, koşullandığımız bir ideolojiden kopmamız ne denli zorsa, bilimde de yerleşik bir varsayım ya da kuramı değiştirme o denli güçtür. Bilim tarihinde devrim diye geçen büyük dönüşümlerin, kişide üstün yetenek, derin sezgi ve geniş imgelem gücü gibi özelliklerin yanı sıra yüreklilik isteyen atılımların ürünü olduğu söylenebilir. Bilimin gelişmesi bir yanıyla, devrimsel atılıma dayanan, birikimlerdir: Özellikle güvenilir gözlem ve deney sonuçları, belli dönem ya da yaklaşım biçimlerine bağlı değildir.
Devrim
Astronomi, fizik, kimya veya biyoloji alanlarındaki uygulama, psikologlar ya da sosyologlara özgü hale gelen temel konulardaki anlaşmazlıklara benzer tartışmalara sahne olmamaktadır. Bu farkın kaynağı, bilimsel araştırmada paradigma (birbiriyle yarışan farklı bilimsel yaklaşımlar) olgusunun önemini ortaya çıkarır. Paradigmalar, bir bilim alanında belli bir süre model sağlayan, evrensel olarak kabul edilmiş bilimsel başarılardır. Geliştirilen bilimsel görüşte, beklentilerin ters çıkması ya da aykırılık sonucu bilimsel toplulukta dikkatlerin belli noktalarda yoğunlaşması, daha ayrıntılı çalışma gerektirir. Bir aykırılığın uyuma zorlanmasında karşılaşılan sürekli başarısızlığın bunalımları harekete geçirme olasılığı, her bilimsel devrim, onu yaşayan bilimsel topluluğun tarihsel görüş açısının değiştiği, bu görüş değişikliğinin devrim sonrası ders kitaplarının ve araştırma yayınlarının yapısını etkilemesi beklenir. Bu etki, devrimlerin oluşmasının bir göstergesi olarak ele alınabilir.

Gelişme
Bilimsel devrimlerin en açık örnekleri, bilimsel gelişmenin aşamaları arasında devrim olarak nitelendirilmiş olanlarıdır. Bilimsel gelişmedeki büyük dönüm noktalarını çağrıştıran Copernicus, Newton, Lavoisier ve Einstein gibi isimler, bilimsel devrimlerin ne olup olmadıklarını büyük bir açıklıkla sergilemektedirler. Her biri bilim topluluğunun, bir zamanlar en büyük saygının duyulduğu bir kuramı reddetmişler ve her biri, bilimsel düş gücünü, bilimsel çalışma yapılan dünyanın artık bambaşka bir dünya olduğunu söylemeye zorlayacak kadar köklü bir dönüşüme uğratmışlardır. Maxwell’in denklemleri, çok daha dar meslek çevresini etkilemesine rağmen Einstein’ınkiler kadar devrimciydi ve aynı derecede direnmeyle karşılaşmıştı.
Newton yasalarının geçerli olduğu bir dünya ile Einstein yasalarının geçerli olduğu bir fiziksel dünya asla özdeş olamazlar. Dolayısıyla farklı kuramlar arasındaki seçim, örneğin, kapitalist düzenle sosyalist düzende yaşamak arasında yapılacak bir seçim kadar, radikal olacaktır. Bilimsel devrimlerin siyasal devrimlere benzetilmesi; bilimsel bilginin yenilenmesi, toplumsal üretime benzetilmesi, bazı toplumcu-tarihsel bilgi-sosyolojilerini anımsatmasındandır. Marksist bilgi kuramcısı Althusser’in paradigmaya çok benzeyen sorunsal kavramıyla ve bilimsel devrimlere benzeyen epistemolojik kopma düşüncesiyle açıkladığı süreç, bilginin doğuşu, daha doğrusu üretilişidir; var olan bilgiler arasında yapılan seçme değildir: Dolayısıyla, benzer gibi gözüken bu çözümlemeler farklı nosyonlardır.
İlerleme
Bireylerin mükemmelleşmeye, insanlığın da topluca ilerlemeye açık olduğu düşüncesi ve ilerlemenin bir düşünce nesnesi (kavram) olarak ortaya çıkışı, Fransız Devrimi öncesi Aydınlanma Çağı’nın en tutkulu ve güzel ürünlerinden biridir. Bu bakış açısına göre bilim, hiçbir duraksama geçirmeden ilerlemektedir. Her yeni buluş, beraberinde yeni sorunlar ve yeni çözüm yolları getirmiş, yeni araştırma alanları yaratmış ve bilgi giderek büyümüştür. Böylece bilimsel ilerleme, –buna benzer başka bir inceleme yazısı daha okuyabilirsiniz– somut bir varsayım haline gelmiştir. Örneğin, 19. Yüzyılda Evrim Kuramı’nın ortaya atılmasıyla, doğanın da ilerleme kaydeden bir tarihi olduğunun anlaşılması, bu varsayımı güçlendirmiştir. Ancak, kapitalist üretim tarzı ile birleşerek deneysel bilgi kuramıyla toplumsal dönüşümün ideolojik bir ürünü olarak bilimsel ilerleme; bilimsel girişimden ve toplumsal üretimden elde edilen sonuçların refah düzeyine yansıyabildiği ölçüde, insanlığa özgü olabilir.
Sonuç olarak, bir genellemeye ters düşen herhangi bir gözlemin çıkmamış olması, öyle bir gözlemin ileride çıkma olasılığını ortadan kaldırmaz. En sağlam görünen kuram ya da yasaların bile, yanlışlanma olasılığı vardır. Bilimde ispat yoktur.
Hazırlayan: Taner Güler
Yararlanılan Kaynaklar ve İleri Okuma: