“Çağın Beethoven’ı” lakabını hak edecek bir müzisyen varsa o da Arjen Anthony Lucassen‘dir. Tıpkı Beethoven gibi o da Hollandalıdır, çok sayıda müzik aletini çalabilir ve bestelerini notaya değil, melodiye göre yapar ve ilginçtir ki onun da Beethoven gibi kulakları ağır işitir. 3 Nisan 1960, Hilversum doğumlu Lucassen, The Beatles hayranı babasının etkisiyle rock müzikle tanışır ve türün büyük bir hayranı olur. Rock tarihinin en iyi konser kayıtlarından biri olarak kabul edilen Deep Purple’ın Made In Japan albümünü ve özellikle de Ritchie Blackmore’un albümdeki sololarını dinledikten sonra rock müzisyeni olmaya karar verir ve müzik çalışmalarına başlar.
Kısa sürede, özellikle de gitarda virtüöz denilebilecek düzeye ulaşır. 1980 yılında arkadaşı Gerrard Haitsma’nın kurucuları arasında yer aldığı Bodine grubuna gitarist olarak girer. Grubuyla 1984’e kadar devam eden müzikal kariyerinde üç albüm çıkarır. Ancak Lucassen gruptan memnun değildir. Yeteneklerini yeterince sergileyemediğini düşünerek gruptan 1984’te ayrılır ve kuruluşunda emeği geçen Vengeance grubuna katıldı.
Pink Floyd hayranı olan Lucassen, hem müzikal zevk hem de icra bakımından progresif bir tarza yönelir. Grubunun da öyle olmasını ister. Ancak Vengeance, Bodine grubuna oranla daha progresif olmasına rağmen istediği düzeyde değildir; klasik hard rock’a daha yakın bir tarzı vardır. Bu durum Lucassen’in zamanla gruptan memnuniyetsizlik duymasına yol açar. Ancak tek sorun müzikal de değildir. 1983’te Lucassen, o zamanki kız arkadaşı ile sinemada Star Wars: Return of the Jedi filmini izler. Star Wars serisinin önceki iki filmini izlememesine ve evrendeki karakterlerin kimliklerine hakim olmamasına rağmen filme adeta tutulur. Kısa zaman içinde ilk iki filmi de videoda izler. Babası bir Star Trek hayranıdır. O güne kadar babası sayesinde zaman zaman göz ucuyla baktığı dizinin de sıkı bir hayranı olur. Ardından da bilimkurgu edebiyatına merak salar.
Isaac Asimov, Arthur C. Clarke, Robert Heinlein ve elbette H. G. Wells kitapları artık tek okuma alışkanlığına dönüşür. Bilimkurguyu hayatının merkezine koyan Lucassen, müziğinin de merkezinde olmasını ister. Ancak o yıllarda rock müzikte hâlâ “Biz sert çocuklarız, hadi parti yapıp eğlenelim” kafasında şarkılar üretiliyordur. Pink Floyd ve Black Sabbath gibi gruplar ile David Bowie gibi solo projesi olan sanatçılar bilimkurgu tarzı lirikler içeren şarkılar bestelemiş olsa da, müziğini tamamen bu yönde yapan bir grup yoktur. En azından onun bildiği kadarıyla…
1989 yılında, İngiliz rock efsanesi Asia‘nın Avrupa turnesindeki konserlerinden birine gider. Asia, tam da hayal ettiği tarza yakın bir müzik yapıyordur. Vengence grubuyla aynı yıl Arabia albümünü çıkarır ve ardından da solo çalışmalarına yoğunlaşır. Yapımcı firma, Lucassen’e güvenmekle birlikte ticari de düşünüyordur. Lucassen’in, Vengeance için hazırladığı şarkılarla solo kariyerine başlamasını da isterler. 1992’de Vengeance’dan ayrılır ve 1993’te Anthony adıyla ilk solo albümü olan Pools of Sorrow, Waves of Joy’u çıkarır. Bas gitar dışında şarkılardaki tüm enstrümanları kendisi çalar. Albüm arzu ettiği temada olmasa da müzikal anlamda ona çok yakındır.
Elindeki şarkıların heba olmamasını isteyen firmanın da zorlamasıyla çıkardığı bu albüm başarılı olamaz. Ancak artık bir gruba bağlı olmayan Lucassen’in daha özgür düşünmesini sağlar. Malmsteen gibi çağdaşı virtüözlerin solo projelerini inceleyerek onların attığı adımları atmaya karar verir. Her albümünde dönemin diğer ustalarıyla çalışacaktır. Üstelik 80’lerin ikinci yarısından itibaren rock düşüşe geçmiş ve onun yerini heavy metal almaya başlamıştır. Progresif rock yapma hayalinin yerini progresif metal alır.
1995’te Ayreon projesiyle ilk albümü olan The Final Experiment‘i çıkarır. Kral Arthur Destanı’nı bilimkurguyla harmanladığı bu konsept albümde toplamda 15 şarkı vardır ve bu şarkıları birbirinden ünlü 13 ayrı solist seslendirir. Ağırlıklı olarak ülkesindeki diğer ünlü grupların solistleridir bunlar. Albümün gitarlarını kendi çalar. İki klavyeci, iki baterist ve üç de basçı Lucassen’e eşlik eder. Ortaya da tam bir metal opera albümü çıkar. 1996’da da aynı yoldan devam eder ve yine bilimkurgusal ve fantastik sözlerle bezeli Actual Fantasy albümünü piyasaya sürer. The Final Experiment’ten farklı olarak bu, konsept bir albüm değildir. Her şarkının anlattığı özgün bir öykü vardır. Yine çoğunluğu Hollandalı onlarca müzisyen kendisine eşlik eder.
İyice hedef büyüten Lucassen, 1998’de çift CD’li bir konsept albüm çıkarır: Tek bir öyküyü anlatan ve dev bir konsept albüm olan Into The Electric Castle… Tamamen bilimkurgusal sözlere sahip olan albüm, adeta şarkı sözlerinin art arda dizilmesiyle bir bilimkurgu filmi senaryosu içerir. Yıllar sonra bile Ayreon’un en başarılı ve en iyi albümlerinden biri olarak anılacaktır. Bu albümde Lucassen, artık yalnızca Hollandalı değil, İngiliz müzisyenlerle de çalışmaya başlar. Projeleri ilgi gördükçe dünya çapındaki rock ve metal müzisyenleri kendisiyle çalışmak için kapısını çalar.
Lucassen, The Electric Casle’a kadar sanatçılara teklifi kendisi götürür. Bu albümden sonraysa sanatçılar ona gelip birlikte çalışmak istediklerini söyler. Eh, metal müzik dünyasının en yaratıcı ve üretken sanatçılarından biri olan Lucassen de devamlı şarkılar yazıp besteler. Hâl böyle olunca, yeniden çift CD’li bir konsept albüm gelir. Ancak bu albümü çift CD şeklinde piyasaya sürmek yerine aynı yıl iki albüm olarak çıkarır: Universal Migrator Part 1: The Dream Sequencer ve Universal Migrator Part 2: Flight of the Migrator. Uzay operası tadında öykülerin anlatılmaya devam edildiği bu albümlerde kimler yoktur ki! Lana Lane, Johan Edlund, Floor Jansen, Russell Allen, Andi Deris, Bruce Dickinson, Timo Kotipelto gibi ünlü gruplarda çalan metal müzisyenleri albümdeki yerlerini alır. Albüm müthiş bir satış rakamına ulaşır.
2001 yılında tek bir albüme özel bir projeye imza atar. Ambeon grubunu kurar ve Fate of a Dreamer albümünü çıkarır. Albümün en önemli özelliği, büyülü sesiyle şarkılara hayat veren Astrid van der Veen‘dir. Çünkü albüm çıktığında daha 14 yaşındadır. Durmaksızın şarkı besteleyen Lucassen, artık kalıbına sığmaz olur ve yeni bir projeye daha başlar. Bruce Dickinson ile Star One adlı grubu kurar. Ancak daha sonradan Dickinson projeden ayrılır ve Lucassen yoluna tek başına devam eder. Bu grupla 2002 yılında Space Metal adlı ilk albümünü çıkarır. Ayreon’a oranla daha ritmik ve daha hızlı bir metal müzik tarzı benimser.
2004’te bu kez Ayreon ile The Human Equation adlı konsept albüm gelir. James LaBrie, Mikael Akerfeldt, Ed Warby, Ken Hensley başta olmak üzere yine pek çok ünlü metal müzisyeni albümdeki şarkılara imza atar. 2006’da yine Ayreon ile 01011001 albümünü çıkarır. Bir kez daha bilimkurgusal ve konsept bir içerikle karşımızdadır. Kaçınılmaz olan bir başka şey de birbirinden ünlü konuk müzisyenlerdir. Anneke van Giesbergen, Floor jansen, Hansi Kürsch, Jonas Renske ve daha bir çoğu albüme katkı sunar. Grup kurmaya doymayan Lucassen, 2008’de Guilt Machine grubunu kurar ve 2009’da bu yeni grubuyla On This Perfect Day albümüne imza atar. Ayreon ve Star One’dan farklı olarak, kemik bir kadrosu bulunan ve sözleri bilimkurgu tarzında olmayan bir progresif metal grubudur bu.
2010’da ara verdiği Star One’a geri döner ve grubun ikinci albümü olan Victims of the Modern Age ortaya çıkar. Konusu yine bilimkurgu olmakla birlikte, bu kez uzaya çıkarmak yerine distopik bir geleceğe götürür bizi. Yine ünlü müzisyenler de albümde Lucassen’in bestelerini notalara döker. 2012 yılına gelindiğindeyse Anthony adıyla ikinci solo albümü olan Lost in the New Real‘ı piyasaya sürer. Blade Runner filmindeki Roy Betty rolüyle hatırladığımız Rutger Hauer de bu albümde şarkı aralarında şiir okuyan dış ses olarak yer alır.
2013 yılında bu kez Ayreon ile The Theory of Everything adlı konsept albüme imza attı. Kendisine Bilimkurgu tadında albümler yapması için ilham veren Asia grubunun solisti John Wetton, albümde yer alan ünlü sanatçılardan biri olur. Onun dışında Marko Hietala, Cristina Scabbia, Tommy Karevik de albümde yar alanlardan bazılarıdır. 2015’te Lucassen ve Anneke van Giersbergen, ortak bir müzikal projede yeniden buluşur ve The Gentle Storm grubunu kurup The Diary albümünü çıkarır. 2017 yılındaysa Ayreon ile The Source albümü gelir. Yine konsept bir albümdür, yine metal dünyasının ünlüleri albümde türlü görevlerde yer alır.
2021 yılına kadar müziğini turnelerle kitlelere duyuran Lucassen, o yıl bu kez Star One ile Revel in Time albümüne imza atar. Birbirinden ünlü isimlerle çalıştığını artık belirtmeye bile gerek yok. 2023 başındaysa Supersonic Revolution grubunu kurduğunu açıklar ve grup çatısı altında çıkaracağı albümün çalışmalarına devam ettiğini duyurur…