arsiv oyku

Arşiv | Ozan Oğrak (Kısa Öykü)

Ekranın sağ altında duran saate baktığında çıkışına yalnızca beş dakika kaldığını gördü. Belini düzeltmeyi sürekli ertelemesinden ötürü kamburu çıkmıştı, rahatlamak için ellerini arkaya doğru uzatarak gerinmeye başladığında sırtından gelen çatırdama sesiyle iyi bir şey yaptığını düşünürken fazla gerindiği için sağ bacağına kramp girdi. Bir refleksle doğrulup bacağını tutmak istediğinde sandalyesi kayınca kıçının üstüne düştü ve sızlanmaya başladığı esnada arşiv kapısının açıldığını fark etti. İçerisinde bulunduğu arşiv, eski usül kütüphaneler gibi uzun raflarla çepeçevre donatılmış kitapların olduğu bir oda gibi değildi. Tam aksine koyu griden siyaha çalan duvarları, bir duvarı boyunca uzanan inci renginde saten perdeleri – ki bu perdelerin arkasında duran büyük camdan içeriye belli belirsiz bir ışık geliyordu- ve bir doktorun odasına benzer olarak iki sandalye ve bir masasıyla çok sade bir dizayna sahipti. Bacağındaki krampın verdiği acı, yerini içeriye gelen kişiyle birlikte paniğe bıraktığı için apar topar ayağa kalktı. Tavandaki beyaz silindirik lamba gözünü almıştı, içine derin bir nefes çekti ve mahcubiyetini gizlemek isteyen gözler ve yumuşak bir ses tonuyla, “Hoş geldiniz,” dedi.

Aralanan kapının ardından önce zarif bir baston, sonrasındaysa bastonun yönünü belirleyen kırışık bir el göründü. İçeriye doğru yavaş yavaş adım atan yaşlı kadını izlerken, göz ucuyla bilgisayarının saatine bakarak sessizce homurdanmaya başladı. Umarım çok uzun sürmez, diye düşünüyordu. Eve gidip duş alacak, sonrasında bir arkadaşının doğum günü için hediye bakmaya, oradan da şimdiden geç kalacağından emin olduğu doğum günü partisine gidecekti. İçinden, üşengeçliğimin bir başka eseri bugün sahnelerde diyerek ironik bir şekilde kendi kendini tebrik ederken, içeriye giren yaşlı kadın cevap verdi. “Hoş bulduk, nasılsınız?”

“Teşekkürler siz?” diye yanıtlarken kadına ilk kez tam anlamıyla bakmak için başını kaldırdı. Özenle toplanarak yandan topuz yapılmış saçlarının üzerine, beyaz bir ortanca çiçeği bulunan tülden yapılma bir vualet takmıştı. Beyaz tenli, siyah ince kaşlı ve zarif yüz hatlı birisiydi. Yüzünün en belirgin tarafı ise koyu kırmızı ruj sürdüğü dudaklarıydı. Üzerinde siyah tüy bir ceket, onun altında ise beyaz bir bluz vardı. Ellerinde, saçındaki vualet ile aynı desende bir çift tül eldiven takılıydı. Siyah kumaş pantolon altına siyah rugan ayakkabılar giymişti. Görünüşüne özen gösteren bu kişinin karşısında kendisini paspal hisseti. Kadın da kendisine teşekkür ederek, “Girişteki robot asistan ile görüştüm fakat cevap alamadım, sizin ilgileneceğinizi söyleyerek beni buraya yönlendirdi,” dedi.

“Lütfen kusura bakmayın. Asistan daha yeni getirildi, veritabanında eksiklikler var, güncellenmesi gerekiyor. Şu anda belirli bir tarihten öncesi için tarama yapamıyor, o yüzden şimdilik sadece gelenleri müsait olan arşivcilerin yanına yönlendirecek şekilde programlandı. Sizi dinliyorum.”

“Aslında gelip gelmemekte çok tereddüt ettim çünkü gençlerin hep dediği gibi sanırım biraz geri kafalıyız, bizim neslimiz yani. Ama çocuklarım çok ısrarcı oldu, şimdi yapmayacaksan ne zaman yapacaksın, hem eski anılarından birkaçını görmek sana iyi gelecektir, dediler. Ben de uzun süredir erteliyordum ve yalnızca düşünerek bir yere varamayacağımı anlayınca kendimi burada buldum.”

Arşivci gülümsedi. “Her nesil kendinden önceki nesiller için geri kafalı der zaten, elbette o nesil içerisinde işlerine yarayan bir şey icat eden birisine denk gelene kadar. Bu sefer de o kişi için zamanının ötesindeydi denir ve neslin geri kalanından ayrı tutulur. Demek istediğim hiç endişelenmeyin, en önemlisi merak etmeniz. Merakınızı giderebileceğimize garanti veririm. Burada, bellek teknolojisinin icadından bu yana olan tüm verilerin kaydı yer alıyor. Öncesi için de geçmişe yönelik kayıtlar yıllar önce alındı, gerçi siz benden daha iyi biliyorsunuzdur. Arşiv ilk kurulduğu zaman yalnızca kurucuların ve yakın çevresinin kayıtları vardı, sonrasında dallanıp budaklandı, gerisini de tarih yazdı zaten.”

“Biliyorum,” dedi yaşlı kadın sessizce.

“Size nasıl yardımcı olabilirim, bir anı tekrar mı deneyimlemek istiyorsunuz?”

“Hayır, ben daha farklı bir konuda yardım isteyecektim, doğrusunu söylemek gerekirse kendi anılarımın içinde kayboldum ve yardımınıza ihtiyacım var.”

Kaybolmak mı, muhtemelen yaşlılıkla alakalı unutkanlık yaşıyor, diye düşündü.

“Sizi dinliyorum.”

“Normal bir emeklilik sabahına uyanmıştım, yapacak çok bir şey yoktu anlayacağınız, yeni hazır çayları kullanmayı sevmiyorum o yüzden ocağı kullanarak çay demlemek istedim. Ocağı derken, dijital ocak elbette. Gaz ocağı olacak hâli yok ya, keşke olsaydı tabii. Neyse, çay yapraklarını kaynayan suyun üzerine bıraktığım esnada kendimi hem eksik hem de tam hissettiğimi fark ettim. Sanki zihnimde, belleğimde, bir şeyler azalıyordu ve bunu anlamamam için azalanların yerine yenileri konuluyordu. Ve bunu yapan hırsız öyle usta birisiydi ki onu durdurmanın herhangi bir yolu olmayacak gibiydi…”

Robot asistan, mesai saatinin bittiğini belirtmek için kapının önüne geldiğinde, içerideki seansı bölmemek için yalnızca uyarı butonuna dokundu. Böylece içerideki ekranda mesainin tamamlandığının ve binadan çıkış yapılmasının uygun olacağının belirtildiği bir uyarı mesajı gözüktü. Arşivci yüzünü oraya çevirdiğinde, yaşlı kadın cümlesini yarıda bıraktı ve “Ben en iyisi sonra geleyim,” diye kaçamak bir cevap vererek ayağa kalktı.

“Hayır, hayır devam edebiliriz hem tam da cesaretinizi toplamışken siz de isterseniz konuşabiliriz.” diye yanıtladı Arşivci.

“Merak etmeyin, müsait olduğumda tekrar geleceğim. Benim için zor olan ilk adımı atmaktı, hem sizin de yapacak işleriniz vardır muhakkak. O yüzden şimdi gideyim daha sonra tekrar görüşürüz,” dedi ve odadan çıkmak için ayağa kalktı.

“Görüşürüz, ihtiyacınız olan her neyse hanımefendi, size yardımcı olmak için burada olacağım,” dedi içten bir gülümseme takınarak. Kadının muhtemelen yaşlılıktan ötürü kendini içerisinde bulduğu bu durum yine de merakını uyandırmıştı. Asistan robot, uyarı bildirimi iletmemiş olsa herhalde konunun akışına kapılıp konuşmayı devam ettirecekti.

Arkadaşının doğum günü için kurduğu alarmın sesi, kafasındaki düşünceleri bir kenara süpürdü. Ona, doğum gününe geleceğine dair söz vermişti ve önceden verdiği birkaç sözü tutmadığı için bu seferkini kesinlikle tutması gerektiğini biliyordu. Pencereden dışarıya baktı, kar tekrardan yağmaya başlamıştı. Montunu giydi, atkısını sıkıca boynuna dolayıp hediye almak için dışarı çıktı.

***

Günün erken saatleriydi, yaşlı kadın bekleme odasının tekli koltuklarından birisine oturmuş sırasının gelmesini beklerken karşısındaki küçük ekranda dönen tanıtım videosunu izliyordu.

“Hafızaya kaydedilen bilgilerin ve bireysel öğrenimlerin sinir uçlarında oluşturduğu yeni bağlantıları inceleyen nöroloji uzmanı Dr. Kora, en basit tanımıyla bir tür anı haritası ortaya koymayı başardı. Bu harita, tüm anıların ve öğrenimlerin kategorize edilerek düzenli bir dağılım içinde tutulduğunu ve istenilen anılara nasıl ulaşılabileceğini gösteriyordu. Dr. Kora, ünlü bir sibernetik uzmanı olan Dr. Edo ile birlikte ortak çalışmalar yürüterek anıların nasıl kaydedilip izlenebileceğini çözdü. Böylece istenilen anılara erişebilen, bu anıları dış ortama kaydedebilen ve istenildiği zaman deneyimlenebilmesini sağlayan bir simülasyon ortamı geliştirdi. Bu teknoloji sayesinde gizlilik yasalarıyla korunan Cronus Arşivleri’nde sizi sonsuz bir düzlemde anılarınız ile buluşturuyor, onları en taze hâliyle deneyimlemenizi sağlıyoruz.”

Genç bir çift, doğumdan kısa süre sonra kaybettikleri bebekleriyle olan tek anısını tekrar yaşamak istemişti. Arşivciye de izleme iznini açık bırakmış olmalarına rağmen katılmak istememişti. Böyle acı bir deneyimi yaşayacak olan aile bireylerini rahatsız etmek istemiyordu. Seansın sonunda çiftin yüzündeki burukluğu gördüğünde bu kararından memnun kaldı.

Sırası gelen yaşlı kadın, robot asistanın yönlendirmesiyle içeriye girdiğinde, arşivci meraklı gözlerle ayağa kalkarak kadının elini sıktı ve kendisi beklediğini söyleyip oturması için masaya davet etti.

“Geçen sefer biraz gergindiniz, umarım bu sefer daha iyi hissediyorsunuzdur.”

“Teşekkür ederim, daha iyiyim. Stresim yerini meraka bıraktı denebilir.”

“En son bir tür hırsızdan bahsetmiştiniz, anılarınızı çalıp yerine başka anılar koyan bir hırsız.”

Yaşlı kadın biraz mahçup bir ifadeyle, “Evet, yaşadığım durumdan ötürü çok gergindim ve sonradan düşündüğüm zaman ifade etmek için biraz duygusal cümleler seçtiğimi fark ettim. Sizinle paylaşmaya çalıştığım şey, o günden beri çocukluğuma dair anılarımın daha önceden bildiğim hâlinden farklı olmaları. Ben her ne kadar anılarımı çok net hatırlıyor olsam da çocuklarım, bunları benden daha önceleri defalarca kez dinlediklerini ve ilk kez bu şekilde anlattığımı söylüyorlar.”

“Nasıl yani?”

“Sanırım daha açık sözlü olmam gerekecek. Ben, yetiştirme yurdundan evlatlık alındım, ebeveynlerim iyi kalpli olmanın yanı sıra zengin fakat çocuk sahibi olamayan insanlardı. Bu yüzden çevremdeki insanlar çok şanslı olduğumu söylerlerdi, ben de genel olarak böyle düşünsem de biyolojik ailemin beni terk etmesinden ötürü bazı zamanlar bunun bir şans olmadığını düşünüyordum. Bellek teknolojisi icat edilip halkın kullanımına sunulduğu ve geçmiş kayıtların alınmaya başlandığı zaman küçük yaşlarımda ve yeni ailemin yanındaydım. Birlikte geçmiş kayıtlarımızın alınması için arşive gitmiştik. Bunu anlatıyorum çünkü kendi çocuklarıma evlatlık edinme öncesiyle ilgili anlattığım anıları, onların bana söylediklerinden çok daha farklı hatırlıyorum. Onlara o zamanlarımla ilgili bir anımı sorduğum zaman bana bunamışım gibi bakıyorlar. Kötü karşılamıyorlar fakat beni idare ediyorlar, bunu anlayabiliyorum.”

“Benimle paylaşmak isteyebileceğiniz bir örnek var mı?”

“Denize gittiğim bir gün olmalı, dört yaşımın yazı olması lazım çünkü okuma yazma bilmiyordum bunu da tatil yerindeki bir tabelayı okuduğum ve yanımdaki birisinin bana gülüp doğrusunu söylediği bir an olarak hatırlıyorum, daha doğrusu öyle hatırlıyordum. Şu anda ise küçük bir odanın köşesinde bir yazıyı okumaya çalıştığımı ve kendimden emin bir şekilde konuştuğumu, sonrasında ise birisinin gülerek yumuşak bir ses tonuyla bana doğrusunu söylediğini hatırlıyorum.”

Yaşlı kadının ses tonundan, anlattıklarının yaşattığı duygusal yük altında ezildiği anlaşılıyordu.

“Dürüst olmak gerekirse ilk konuştuğumuz zaman, ben de bahsettiğiniz durumun yaşlılık ile alakalı olduğunu düşünmüştüm. Birçok kişi için bu böyledir, yaşlı insanlar arşive gelir ve genelde hatırlamakta zorluk çektikleri bazı anılarını yaşamak isterler. Sizin de benzer bir durumda olduğunuzu düşünmüştüm. Fakat bu anlattıklarınız konuyu daha farklı ve ilginç bir hâle getiriyor, bu yaşlılık belirtisinden daha farklı bir durum olabilir. İsterseniz birlikte arşive bir göz atalım ve bu anının geçmişte zihninizden arşive kaydedilmiş hâline bir bakalım.”

Kadının erişim izni vermesiyle birlikte, arşiv ekranında kişisel bilgileri ve kronolojik anı haritası gözüktü. Eskiden kaydedilen anılar ile birlikte yenileri de otomatik olarak kaydedilip tarihleriyle birlikte burada saklanıyordu. Kadının bahsettiği zaman için seçim yaptıklarında, denizin sesi hoparlörlerden duyuldu. Kadının küçüklüğünün gözlerinden izlenilen bu anıda, sol eliyle, bir kadının olduğu anlaşılabilen zarif bir eli tutuyordu, yüzünü hafifçe yukarıya kaldırdığında ise güneşin etkisiyle bu yüz görülemiyordu. Kafasını sağ üste doğru çevirdi ve muhtemelen oldukları yerin adının yer aldığı mavi bir tabelayı sağ eliyle işaret ederek konuşmaya başladı. Elini tutan kişi güldüğü zaman duyulan kahkahadan bir kadın olduğu netlik kazanmıştı. Küçüğün söylediğini gülümseyerek tekrarladıktan sonra, ona tabelada asıl yazanın ne olduğunu söyledi.

Arşivci, anıyı duraklattığında yaşlı kadının gözleri dolmuştu. “Sizin dediğiniz gibi, sanırım yaşlılıktan,” dedi üzgün bir ses tonuyla “Ben, ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Vaktinizi aldım üzgünüm,” diye ekledi.

“Hayır, lütfen böyle düşünmeyin. Sizin durumunuzda olan bireylerde anıyı hatırlamama veya bazı detayları karıştırma durumu görülebilir fakat yaşanan bu problemin sadece erken çocukluk döneminize ait olması konuyu daha farklı kılıyor. Çünkü her ne kadar çocukluğumuzdan kalan anıları yanlış hatırlamamız mümkün de olsa bunlar kalıcı yer edinen ve nadiren hatırlanan anılar olduğu için o döneme ait kısıtlı hatırlamanın doğruluğunun yüksek olmasını bekliyoruz. İzninizle sizin için arşiv kayıtlarına ait detayları inceleyeceğim, belki orada bir ayrıntıya ulaşabiliriz.”

Yaşlı kadın duydukları ve hissettiklerini zihin terazisinde dengelemeye çalışırken arşivci de kadının arşiv giriş-çıkış, güncelleme kayıtlarını incelemeye başladı. Kadının çocukken koruyucu ailesi ile geldiği ve geçen günkü, bugünkü seansları hariç hiçbir arşiv kaydı yoktu. Anılarına dair bir güncelleme kaydı da sistemde gözükmediğinden ötürü kadına dönerek, “Arşiv kayıtlarını gözden geçirdiğimde herhangi bir bozulma veya müdahale olmadığını görüntüledim. Anılarınız ilk kaydı yapıldığı günden beri bu şekilde saklanmış gözüküyor, bahsettiğiniz dışında daha önce hiç arşive gelmemişsiniz olarak görüntülüyorum, doğrudur değil mi?”

Evet, bu hafıza sorunlarını yaşamasaydım muhtemelen hiç gelmeyecektim. Öyleyse, sanırım yapacak bir şey yok.”

Yaşlı kadının takındığı ifade onu üzmüştü, daha farklı neler yapabileceğini düşündüğünde aklına bir fikir geldi.

“Aslında bu durumda yapabileceğimiz bir şey daha var fakat elbette bunun tercihi size kalmış. Son kişinin de geçmiş kaydı yüklendiğinden ve yeni doğanlar ile birlikte herkes için kayıtlar otomatik olarak sisteme kaydedilmeye başladığından beri bu teknolojiyi adli vakalar dışında pek kullanmıyoruz ama sizin durumunuz düşünüldüğünde bir istisna olabilir. İsterseniz beyninize bağlanıp zihninizi kontrol edebiliriz.”

***

İnsanlar, yüzleri ve sesleri, dokunuşları ve uzaklaşmaları. Yalnızca temas etmenin değil temas etmemenin de fiziksel bir hissi olduğu gerçeğinin de bir gün anlaşılması ve tüm o diğer anılar… Arşivci şimdi, kadın uyurken onun zihninde tek başına gezinen bir kaşif, balinanın karnındaki pinokyo, içindeki bir yabancı gibiydi. Oraya ait olmadığını, yalnızca kadına yardım etmek için orada bulunduğunu biliyordu. İçindeki huzursuzluğun, kadını çözüme ulaştırma isteğine yenik düşmesine izin vermedi. Kadının gözlerinden, onun hayatına baktığı bir yolculuğa başladı, geçmişe doğru.

Yere bakıyordu. Ayağında arşive geldiğinde giydiklerine benzer klasik rugan ayakkabılar vardı, ayakkabıya kadar uzanan eteğinin uçları da görünüyordu. Durduğu zemin, yemyeşil çimenlerin ortasında, kenarlarında belli belirsiz çiçeklerin olduğu taşlı bir yürüyüş yolunu andırıyordu. Başını yavaşça yukarıya kaldırdığında, ağaçlık bir alan içerisinde, bir mezar taşının başında olduğunu gördü. Etrafta birçok mezar taşı olmasına rağmen yalnızca buradakinin etrafında birçok insan vardı, birisi sırtına dokunduğunda arkasına dönerek, “Ben şimdi kiminle kavga edeceğim!” diye bağırdı.

Hastane odasındaydı, sağındaki kapı açıldığında içeri giren hemşire gülen gözlerle bakarak kucağındaki bebeği kadına doğru uzattı. Elleri, nasıl tutacağını bilmez, korkak bir şekilde bebeğe doğru uzandı. Onu ellerine aldığı anda içinde daha önce olmayan bir duygunun alevlendiğini fark etti ve tutuşu daha özgüvenli olmaya başladı. Bebeğin çenesine yağmur gibi damlayan göz yaşlarını sildi ve bebeğinin kokusunu içine çekti.

“Evet!” diye bağırdığında diğer masalarda oturan kişiler de dönerek onları alkışladı. Parmağındaki yüzüğe bakarak ağız dolusu gülümserken, dizlerinin üstünden ayağa kalkan adama sarıldığında heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Adam onu göğsüne sımsıkı bastırırken, “Evet!” diye yineledi.

Merdivenler, hızına rağmen hiç bitmek bilmiyordu. Son basamağı da çıktıktan sonra hızlıca karşıdaki odaya girip kapıyı sertçe kapattı. Duvar boyunca uzanan aynaya baktığında gözleri doldu, sağ yanağı kızarmıştı. Musluğu açıp küçük ellerine doldurduğu suyla yüzünü yıkadı. “Hepsi salak, salaklar! Arkadaşım değilsiniz hiçbiriniz. Keşke evim olsaydı o zaman, işte o zaman…” Yüksek sesle başladığı cümlesini aynada kendini gördükten sonra belli belirsiz bir şekilde tamamlayarak önündeki musluğu kapattı.

İçerisi bir tür laboratuvara benziyordu, oldukça aydınlıktı. Oturduğu yerde üzerinde renkli desenler olan bir çocuk halısı vardı ve etrafı korumalık oyun çitlerle çevriliydi. Göz hizasında dışarıyı görebileceği bir açı yoktu fakat yarım açık pencereden duyulan dalga sesleri ve tenini hafifçe okşayan esintiyi dinledi, duymak da görmek kadar huzur verici hissettiriyordu. Karşısındaki masada iki monitör ve birçok dosyanın bulunduğu bir kitaplık vardı. Monitörlere bağlı olan kablolar, odanın köşesinde duran bir koltuğa doğru uzanıyor ve orada duran ayaklı bir üniteye bağlanıyordu. Bu ünite, ön tarafında birçok kablo girişi olan bir cihazdı. Ünitenin ön tarafından çıkan kablolar koltuğun yanında asılı duran bir başlığa bağlıydı. Bunun beyin aktivitelerini takip etmek için kullanılan ve bugünkü bellek erişimi cihazlarının yakın dönem atası olarak kabul edilen bir tür elektroensefalografi cihazı olduğunu düşündü. Arkasından belli belirsiz bir kadın sesi geliyordu, elinde salladığı çıngıraklı oyuncak bu sesi duymasına her ne kadar engel olsa da ona odaklanmayı denedi.

“O içeride hiçbir şeyin farkında olmadan oyuncağıyla oynuyor, böyle önemli bir şeyin parçası olduğunun farkında bile değil. Bu her şeyi değiştirecektir biliyorsun. Daha önce birçok yöntem ile benzer amaçlarda çalışmalar yapıldı fakat bizim geldiğimiz seviyeye ulaşabilen herhangi birisi olmadı.”

“Onu bunun dışında bırakmak zorundayız, birisi yaptığımız şeyi öğrenirse bunun etik olmadığı üzerinden öğütler dinlemeye başlarız ve bu öğütler bağnaz toplulukların elinde bize karşı laftan daha büyük silahlar hâline gelebilir. Aynı senaryoyu yaşayan birçok bilim insanı gibi biz de yitip gideriz.”

“Saçmalama, elbette onu bunun dışında bırakacağız ama ona ne diyeceğiz ki? Yarın öbür gün anılarına göz attığında bunları görmeyeceğini mi sanıyorsun? Bize ne gözle bakar sonra…”

“Testleri gerçekleştirmek ve erken yaşta bulguları netleştirmek için anıları zihnine yerleştirmeyi deneyelim diyen sen değil miydin? Öyleyse şimdi de o anıların yerine yenilerini koymamız da gayet mümkün.”

“Bunu ona yapmak istemiyorum, yani tekrardan… Onda bıraktığı duygusal hasarın ne olacağını bilemeyiz.”

“O sınırı çoktan geçtik, eğer buluşumuzu kamuya açık hâle getirmek istiyorsak bunu yapmamız gerekiyor ve sonra da…”

“Hayır!”

“Hayır diyemezsin, bunu konuşmuştuk.”

“Hayır, hayır. Önceden konuşmuş olmamız bir şeyi değiştirmez!”

“Bu teknoloji tüm insanlığa fayda getirecek bunu biliyorsun. Hem onu iyi bir ailenin aldığından emin olacağız. Vereceğimiz maddi destekle iyi bir hayat sürecektir.”

“Bizden uzak bir hayat.”

“Biz ondan uzak olacağız, o bizi tanımıyor olacak. Bu bizim için, onun için olacağından daha zor bir karar. Onu biz büyüttük Kora, o benim de çocuğum. Yaptığımız şey için ödenmesi gereken bir bedel, o olmasa bunu denememizin ve olduğumuz yere varmamızın da bir yolu olmayacaktı.”

“Onu çok seviyorum Edo. Ben, ben emin değilim.”

“Anılarını değiştirmeden önce, ailecek son kez deniz kenarına gidelim ister misin?”

“İsterim.”

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

kisa oyku ceren demirkilinc

Dünya’ya Düşenler İçin Sigorta Kılavuzu | Ceren Demirkılınç (Kısa Öykü)

Tozlu sarı bir gökyüzünün altında, sıcağın serap gibi titrediği bir ovaya doğru giderek yere alçalan …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin