Bir an için şunu hayal edin: İnsanlar birbirine yardım etmek için yarışıyor. Kimse kazanç ya da güç arayışında değil. Herkes kendi yeteneğini bir başkasının ihtiyacını karşılamak için kullanıyor. Para yok, hırs yok… Kıskançlık ise yalnızca geçici bir duygudan ibaret. Tüm toplum karşılıklı saygı, dostluk ve iş bölümü üzerine kurulu.
Bu size ütopik gelebilir. Belki de öyledir. Ama bu ütopya, mavi tenli, üç elma boyunda ve mantar evlerde yaşayan küçük varlıkların dünyasında bir gerçeklik. Onlar, Şirinler. 1958’de Belçikalı çizer Peyo’nun zihninde doğan bu sevimli karakterler, çocukları da aşarak sosyologlara, siyasetçilere, hatta filozoflara bile ilham kaynağı oldu. “Les Schtroumpfs” adı bir dil sürçmesinden doğmuş olabilir, ama yarattığı etki bugün bile varlığını sürdürüyor.

Her Şirin bir işle, bir nitelikle anılır: Usta Şirin, Şair Şirin, Somurtkan Şirin, Şakacı Şirin… Hepsinin bir yeri, bir katkısı vardır. Kolektif bir yapbozun parçaları gibidirler. En büyükleri, en yaşlıları olan Şirin Baba bir tür rehberdir. Çünkü Şirinler köyü, hiyerarşiyle değil, uyumla işler. Bu yapının, özellikle çocuklara yönelik bir kurguda yer alması dikkat çekicidir. Çünkü çocuklar için anlatılan hikâyeler, çoğu zaman yetişkin dünyasının sıkışmış kalıplarını yeniden üretir. Oysa Şirinler köyünde dünya başka türlü işler. Para kullanılmaz, mülkiyet yoktur, rekabet yerine yardımlaşma vardır.
Peki, bu evrensellik nereden geliyor?
Peyo’nun kızı Veronique Culliford’un söylediği gibi: “Şirinler hiçbir yere ait değil, her yere ait. Dinleri yok, siyasî görüşleri yok, ama herkes onların neye inandığını hissedebiliyor.” Belki de bu nedenle Şirinler, dünyanın dört bir yanında bu kadar çok dile çevrildi, bu kadar çok eve girdi. Çünkü her yaştan, her kültürden birey, Şirinler’de ortak bir özlem buldu: daha basit, daha adil bir yaşam.

Elbette Şirinler dünyası da eleştirilerden azade değil. Özellikle erken dönemlerde kadın karakterlerin neredeyse hiç olmaması, Batı Avrupa’daki Katolik eğitimin toplumsal cinsiyet anlayışıyla ilişkilendirildi. Sanat tarihçileri, bu anlayışın 1950’lerin Belçikası’nda bir hayli yaygın olduğunu ve dolayısıyla hikâyelere de yansıdığını söylüyor. Sonraki yıllarda Şirine karakterinin yaratılması, söz konusu dengesizliği telafi etmeye dönük bir adım olarak okunuyor.
Bununla birlikte, Şirinler’in siyasi bir mesaj taşıyıp taşımadığı sorusu da sıkça soruluyor. Diktatörlük eleştirisi içeren “Kral Şirin” bölümü bu açıdan ilgi çekici örneğin. Yine Şirinler, sık sık paranın olmadığı sosyalist bir toplum modeli olarak yorumlanıyor ve aslında büyük ideolojilerle yan yana düşünülüyor. Ancak belki de en etkileyici yönü, her bakış açısının Şirinler’de kendine yer bulabilmesi. Bir tür ideolojik ayna işlevi gördüğü şüphesiz.

Toplumun kendi içinde örgütlenmesi, bireylerin gönüllülük esasına göre bir araya gelmesi… Bunlar Şirinler köyünde zaten yıllardır “uygulamada” olan pratikler. Bu noktada Şirinler’i yalnızca bir çizgi film olarak görmek yeterli gelmiyor. Zira kanunlarla, anayasalarla değil; ortak değerlerle, yardımlarla işleyen bir toplumsal model var karşımızda.
Peki, bugün Şirinler köyü hâlâ bir hayal mi?
Belki de bu sorunun cevabı yaşadığımız köylerde, apartmanlarda, şehirlerde gizli. Hâlâ yardım etmek için can atıyor muyuz? Yeteneğimizi paylaşmak için bir neden arıyor muyuz? Yoksa rekabet, tüketim ve bireysellik bizden bunları söküp attı mı?