Bir arkadaşınıza veya bir aile üyenize “Stargate“’ dediğinizde o bomboş bakışlarla karşılaştığınız mutlaka olmuştur. Hatta, “Stargate mi? O ne ki?” gibi bir soruyla sizi çıldırtma girişiminde bile bulunabilirler. Tam o an çığlık atmayı veya karşınızdakini küvete sokup boğmayı düşünebilirsiniz. Düşünmeyin! Yapmanız gereken ilk şey derin bir nefes almak ve metanetinizi korumak olmalı. Karşınızdaki Stargate cahiline bir Tibetli rahip sakinliğiyle yaklaşmayı deneyin. Evet, bunun sizin için çok zor olduğunu biliyoruz, ama yapacak başka bir şey yok. Şimdi, biraz önce aldığınız o derin nefesi verin ve Stargate hakkında kısa ama detaylı bir açıklama yapmaya hazırlananın. Böylelikle hem Stargate’in ne kadar muazzam bir bilimkurgu destanı olduğunu anlatmış, hem de yeni bir gater kazanmış olursunuz. Neden? Çünkü Stargate’i doğru şekilde anlatmayı başarırsanız mutlaka ilgilerini çekecektir. Bir gün herkes gater olacak, bunu unutmayın.
Üstelik biz işinizi kolaylaştırmak için elimizden geleni yapacağız. Mesela bu yazıda, bir Stargate cahilinden gelebilecek soruları ve bu sorulara sizin nasıl cevaplar verebilececeğinizi anlatttık. Evet, üşenmedik yaptık bunu. O derece Stargate aşığıyız, gerisini siz hesap edin. Haydi başlayalım o zaman…
“Stargate mi? O Ne ki?”
Sert girdin… O değil de sahiden Stargate’i bilmemek nedir yahu! Bak elimiz ayağımız titredi. Neyse Tibetli rahibi düşünüyoruz. Onu aklımızdan hiç çıkarmıyoruz. Ohhh, evet! Stargate, bugünlerde 25. yılını kutlayan bir bilimkurgu külliyatı. Dolu dolu mitoloji, astronomi, mizah, dünya dışı yaşam ve öte gezegen betimlemeleriyle dolu bir askeri bilimkurgu. 1928’de Mısır’da bulunan halka şeklindeki bir cihazın etrafında gelişen olayları anlatıyor. Bu dünya dışı cihazın sırrını çözmek öyle kolay olmuyor tabii. Üzerinde yıllarca çalışma yapılıyor ve nihayetinde uçuk bilim insanımız Daniel Jackson tarafından gizemi çözülüp çalıştırılıyor. Meğer cihazımız gezegenler arası anlık ulaşım sağlayan bir geçitmiş. Bunları 1994 tarihli başlangıç filminde izliyoruz. Ancak filmin devamı niteliğindeki Stargate SG-1 dizisinden öğreniyoruz ki bunlardan daha birçok gezegende varmış. Gideceğiniz gezegendeki geçidin adresini biliyorsanız işiniz kolay. Tıpkı bir telefon gibi düşünün. Adresi çeviriyor ve geçitler arasında oluşan yapay solucan deliğinden geçerek seyahate çıkıyorsunuz. Havalı değil mi?
Peki diğer gezegenlerde ne var? Ne yok ki? Stargate zaten bu maceralar üzerine kurulu. Her bölüm başka bir dünya ve bambaşka bir serüven. Eğer keşfe aç birisiysen Stargate aklını alacak!
“Star Wars ya da Star Trek Gibi mi?”
Ne alakası var! Tibetli rahip, Tibetli rahip… Stargate kendine özgü kompleks içeriğiyle tamamen bağımsız bir seri. Dahası gelecekte falan da geçmiyor. Tam da günümüzü anlatıyor. Yani öyle ciuv ciuvlu silahlarımız yok. Kahramanlarımız bildiğin topla tüfekle savaşıyor. En azından başlarda. Tabii sonra bu kadar gezegen dolaşıp bu denli üstün teknolojiyle karşılaşınca işler değişiyor. Ekibimiz de doğal olarak kendini güncelliyor. Fakat bu durum öyle yavaş gerçekleşiyor ki farkı anlamak bile zor.
Aslında günümüzde geçmesi Stargate’in en büyük avantajı. Düşünsene, elinde bir MP5 tüfekle uzay yolculuğuna çıkıyor, bin bir türlü gezegene gidiyor, çeşit çeşit uzaylıyla karşılaşıyorsun. Uzak gelecekteki karakterlerin aksine, kendini Stargate ekiplerinin yerine koyman çok daha kolay. Onların şaşırdığına sen de şaşırıyor, onların kaçtıklarından sen de kaçıyorsun. Hatta insanlık olarak ilk uzay gemimizi yapmamız bile bilmem kaç sezon sürüyor. O da pek bir şeye benzemiyordu gerçi. Ama olsun!
“Bu MacGyver Değil mi Ya? Çocukken İzlerdik Hani…”
Evet, ta kendisi. Ancak biz gater’lar onu Jack O’Neill olarak anıp severiz. Vakti zamanında MacGyver rolüyle milyonların beğenisini kazanan usta aktör Richard Dean Anderson, 1997’de başlayan Stargate SG-1 dizisinin de başrolünü üstlendi. Hem de sezonlar boyunca. Dahası performansıyla da hepimizi büyülemeyi başardı. Ancak Stargate evreninde görebileceğin tek tanıdık sima o değil. Başlangıç filmi Kurt Russell, James Spader, Jaye Davidson gibi ünlü isimlerden oluşan zengin bir oyuncu kadrosuna sahipti. Diziler de bu zenginliği sürdürdü.
Game of Thrones’un Khal Drogo’su ve şimdilerin meşhur Aquaman’i Jason Momoa‘yı bilmeyen yoktur örneğin. Kendisi Stargate: Atlantis’in gediklilerinden. Amanda Tapping, Ben Browder, Claudia Black, Robert Picardo… Say say bitmez. En iyisi izleyip kendi gözlerinle görmen…
“İyi de Bu Adamın Alnındaki Ne?”
O adamın adı Teal’c. Kendisi yağız bir Jaffa delikanlısı olur. Şimdi, “Jaffa ne?” diye soracaksın. Basitçe Jaffa, Goa’uld adlı parazit ve kötü uzaylıların askeri köleleri. Goa’uldların genetik müdahalesi sonucu konukçu haline getirilmiş mazlum bir halk aslında. Karınlarındaki keselerinde Goa’uld yavruları taşıyorlar. Onları karınlarında büyütüyorlar. Küvöz gibi bir bakıma. Karınlarındaki yavru büyüyünce onu çıkartıp yerine başka bir yavru konuluyor. Böyle yaşayıp gidiyorlar. Tabii bu Goa’uld yavruları sayesinde muazzam güçlere sahipler ve insanlardan çok daha uzun yaşayabiliyorlar. Onlar programlanmış Goa’uld askerleri yani. Ancak fotoğrafta gördüğün Teal’c, “Başlarım böyle işe!” diyerek isyan ediyor ve Stargate ekibine katılıyor. Sen buna doğru yolu buluyor da diyebilirsin.
Alnındaki şeyse emrinde çalıştığı Goa’uld sistem lordu Apophis’in hükümdarlık sembolü. Her Jaffa, hangi sistem lordunun askeriyse alnında onun sembolünü taşır. Sıradan Jaffaların sembolü dövme gibidir, ama baş Jaffaların sembolü altından dökülür. Teal’c da Apophis’in baş Jaffası olduğu için alnındaki sembol altından yapılmadır. Evet, kuyumcu vitrini gibi geziyor, n’olmuş? Hem bu işler öyle kolay değil. Alnına kızgın altın döküldüğünü hayal etsene? Hayrola, sustun!
“Hafiften Sarmaya Başladı. Şu Kötü Adamlardan Bahsetsenize Biraz…”
Hangi birinden bahsedelim? Sürüsüne bereket. Hepsinin kendine has özellikleri ve kötülük merhaleleri var. Misal demin biraz sözünü ettiğimiz parazit Goa’uldlar tam bir baş belası. Hem egomanyak hem de tanrı rolüne bürünmüş tipler. Yılan benzeri, yapış yapış bir görünümleri var. İnsanların içine girerek sinir sistemine yapışıyor ve vücudun kontrolünü ele geçiriyorlar. Güçlülerine ve belli bir bölgeyi hakimiyeti altına almış olanlarına Sistem Lordu deniyor. Sayıları çok, ama Stargate ekiplerinin azmi de yenilir yutulur cinsten değil. Dünya’yı ve insanlığı ilk keşfeden sistem lordu Ra olmuş. Tabii ilkel insanlar onu tanrı sanıp tapınmış. Bu Ra, dünyanın çeşitli yerlerinden insan gruplarını başka gezegenlere götürerek madenlerde köle olarak çalıştırmış. Yani gidilen birçok gezegende insanlarla karşılaşmamız bu yüzden.
Sonra Çoğalıcılar var. Bunlar doymak bilmez mekanik böcekler. Musallat oldukları gezegenden pek hayır gelmiyor. Orilar var bir de tabii. Onlar yükselerek saf enerjiye dönüşmüş gelişkin ve de kötü canlılar. Galaksilere kendi dinlerini yaymaya çalışıyorlar. Çünkü kendilerine ne kadar çok insan taparsa o kadar güçleniyorlar. Yükselmişler ama adam olamamışlar, boş beleş işlerle uğraşıyorlar. Ancak yaymaya çalıştıkları din bize fevkalade tanıdık. “İnsanlar tapmaz olur biter,” dediğini duyar gibiyiz ama işin rengi öyle değil. Hele bir tapma bak başına neler geliyor. Helak olur gidersin! Stargate SG-1’ın ilk yan dizisi olan Stargate Atlantis’in kötü adamlarına ise Wraith diyoruz. Stargate Atlantis, Samanyolu’nda değil, Pegasus Galaksisi’nde geçen bir dizi. Bu Wraithler’i vampir gibi düşünebilirsin. İnsanların yaşam gücünden besleniyorlar. Black metalci tipinde arkadaşlar. Deri palto, uzun saçlar falan. Görünce seversin. Sadece tokalaşma yeter!
“Yani Stargate, Uzaylılarla Yapılan Savaşları Anlatıyor…”
Tam olarak öyle değil. Aslında Stargate, evrendeki yerimizi sorguluyor. Kimiz, neyiz? Bunlar önemli sorular. Zaten Stargate ekipleri savaş timinden çok bir keşif grubu. Asıl amaç her zaman keşfetmek. Arada kötü adamlara toslayıp savaşmak zorunda kalmaları onların suçu değil. Ne yapsalardı ya? Oturup öldürülmeyi mi bekleselerdi? Tabii ki savaşacaklar. Zaten bu keşfe dayalı iyi niyetin bir sonucu olarak pek çok dost canlısı uzaylı medeniyetle de ittifak kuruluyor. Hele bir Asgard var ki, lokum lokum. Üstelik aşırı gelişmiş bir tür ve teknolojilerini bizimle paylaşmaktan çekinmiyorlar. Onlar sayesinde nereden nereye geldik. Hey gidi koca Asgard.
Zaten bu sevecen gelişmiş uzaylıların vakti zamanında bir araya gelip dörtlü bir ittifak kurduğunu öğreniyoruz. Kim bunlar? Kadimler, Asgardlar, Noxlar ve Furlingler… Kadimler aşmış, bilimi yalayıp yutmuş, sonunda da bedenlerini geride bırakıp saf enerjiye dönüşmüş bir tür. Yıldız Geçitlerini yapan ve evrene yayan da onlar. O kadar gelişmişler ki kendilerinden aşağı gördükleri ırklarla muhatap bile olmuyorlar. Stargate ekipleri çoğu zaman onları arıyor. “Durumlar karıştı, hele gelin de bir el atın olaya,” diyor fakat ne çare! “Yiyin birbirinizi, bize ne?” modunda takıldıkları için kendileriyle düzeyli bir iletişim kurmak zor. Noxlar desen ilkel orman canlıları gibi yaşayan, etliye sütlüye pek bulaşmayan bir tür. Tabii görünürde öyleler. Yoksa muazzam bir gelişmişliğe sahipler, ama belli etmiyorlar. Furlingler‘i ne sen sor ne biz söyleyelim. Binlerce yıl önce sırra kadem basmışlar. Ara ki bulasın. Kaldı ki Stargate ekipleri arasında her daim bir uzaylı var. Bu da haklı davamızın bir göstergesi…
“Anladım. Geçitten Geç, Öte Tarafı Keşfet ve Geri Dön. İyi de Bu Biraz Sıkıcı Değil mi?
Fesupanallah! Yooo… Keşfetmekten kim sıkılır? Öyle olsaydı hiçbir şey gelişmez, insanlık olarak yerimizde sayardık. İçimizde çok güçlü bir keşfetme dürtüsü var ve Stargate tam da bu dürtümüzü harekete geçirip gıdıklıyor. Zaten tüm Stargate dizileri birbirinden farklı anlatım tekniklerine ve mekanlara sahip. Mesela Stargate SG-1, SG-1 takımının maceralarını işliyor. Merkez üssü Stargate Komutanlığı. Yani Dünya. Geçit de zaten orada tutuluyor ve ekibimiz düzenli aralıklarla dünya dışı keşfe çıkıyor. Stargate Atlantis ise bambaşka bir galakside geçiyor: Pegasus Galaksisi’nde… Kadimlerin inşa ettiği uçan şehir Atlantis’i buluyor ve buraya yerleşiyorlar. Ayrıca Atlantis ekibi çok uluslu. Her milletten görevli var. Evet, Türkler de dahil. Amaçları Kadim teknolojisinin ürünü olan bu gelişmiş yapının sırlarını çözmek; hazır gelmişken de galaksiyi keşfetmek…
Stargate Universe bu ikisinden de farklı. Tamamen bir uzay gemisinde geçiyor. Yine bu gemi de Kadim ürünü. Ama SG-1 ve Atlantis’ten farklı olarak, Universe bir hayli karanlık. Kader adlı Kadim gemisinin tuhaf ve gizemli bir görevi var: Evreni yaratan zekayı bulmak. Doğru, bir nevi tanrıyı arıyor. Çünkü mikrodalga arka plan ışımasında gizli bir mesaj olduğu anlaşılmış. Bu mesajı çözmek isteyen Kadimler, Kader gemisini inşa etmiş ve onu uzayın sonsuzluğuna yollamış. Otomatik ilerleyen ve enerjisini yıldızlardan alan bir gemi bu. İşte Stargate Universe, bu gemiye ayak basan bir grup insanın maceralarını anlatıyor. Ha bir de animasyon dizisi var Stargate’in. Adı Stargate Infinity. Çocuklar için yapılmış bir Stargate çizgi dizisi. Resmi evrene dahil edilmiyor. Ama, “Çocuğum da gater olsun,” diyorsan işine yarar. Son olarak Stargate Orgisins adında bir mini web dizisi çekildi. Yıldız Geçidi’nin 1928’deki keşfinden on yıl sonrasını anlatıyor. Mitolojinin kökenlerine yolculuk hesabı. Onar dakikalık on bölümden müteşekkil. Daha sonra bu on bölüm birleştirilerek film formatına getirildi. Adı da Stargate Origins: Catherine. Ha unutmadan, Stargate SG-1’ın iki tane de devam filmi var: Stargate: The Ark of Truth ve Stargate: Continuum. Dikkat et daha romanlara, çizgi romanlara ve oyunlara girmedik bile. Ne o, kafan mı karıştı? Korkma, okumaya devam…
“Tamam Gaza Getirmeyi Başardınız. Bi’ İzleme Sıranız Falan Var mı?”
Olmaz mı? Ayıpsın. Biz her şeyi düşündük diyoruz sana. Üşenmedik, oturup yazdık satır satır. Seni kılavuzsuz bırakır mıyız? Hemen şu yazımıza ışınlan ve sağlam bir gater olmak için ilk adımını at. Uzunca bir liste görüp gözün korkabilir, ama endişelenecek bir şey yok. Stargate uzun soluklu bir yolculuk zaten. Hatta kendini öyle bir kaptıracaksın ki, “Keşke bir bu kadar daha çekilseydi,” diyeceksin. Eh, o zaman şimdiden geçmiş olsun! En az bizler de senin kadar istiyoruz bunu, ama elde avuçta olanların hepsi bu şimdilik. Zaten Stargate izlemenin en kötü tarafı bir gün biteceğini bilmek. Bitince de öyle mal değneği gibi kalıyor insan. Hiçbir diziden onun gibi zevk alamıyorsun.
Ama olsun. Biz varız. On binlerce gater! Birlikte mutluyuz. Stargate üzerine konuşmaktan, tartışmaktan zevk alıyoruz. Bul bizi yiğidim! Geçit adresimiz burada…