Outer Range

Tuhaf Kurgu Western ile Buluşursa: Outer Range

Seveni illa ki vardır ama western bilimkurgu çok da iç açıcı bir alt tür sayılmaz. Gerçi bu alt türün de ilgi çekici örnekleri yok değil, mesela Outer Range gibi. Amazon’un Outer Range’i gizem yüklü bir western ama aynı zamanda bir bilimkurgu dizisi. Arazi kavgaları ve çiftlikleriyle tam bir kovboy filmini andırıyor, zaten baş karakter Royal Abbott doğma büyüme bir Wyomingli ve son gerçek kovboylardan. Royal’ın eşi Cecilia, oğullar Perry, Rhet ve torun Amy’den oluşan Abbot Ailesi, komşuları ile toprak sorunu yaşıyor. Komşuları, çiftliklerinin bir kısmı üzerinde hak iddia ediyor, üstelik Royal hak iddia edilen bu kısımda esrarengiz bir delik keşfediyor.

Dizi adeta zincir gibi birbirini takip eden bir gizemler halkası. İlk başlarda, Perry Abbot’un eşi Rebecca’nın (aynı zamanda Amy’nin annesi) gizemli bir şekilde ortadan kaybolduğunu öğreniyoruz. Fakat bu gizem buzdağının henüz sadece görünen kısmı. Daha bu aşamadayken dizinin Dark ile olan benzerliklerini kaçırmamak mümkün değil. Bıraktığı hissiyat her ne kadar Dark dizisi ile benzer olsa da, ilerleyen kısımlarda Outer Range kendi yolunu çiziyor. Mesela Autumn Rivers isimli bir karakterin ortaya çıkmasıyla işler daha da karmaşık hâle geliyor. Bu karakterin Abbotlarla bir bağlantısı var ve sanki çok önemli bir sır taşıyor gibi.

Outer Range, gerçekten de çok çeşitli türleri harmanlayan bir kokteyl kıvamında. Örneğin Dark, ağırlıklı olarak bilimkurgu ve gizem içerirken, Outer Range çok farklı konulara uzanabiliyor, öyle ki bilimkurgu yönünün biraz cılız kaldığını bile söyleyebiliriz. Fakat bu, dizinin ilginçliğini kesinlikle azaltmıyor. Dizide hayvanlar aracılığı ile işlenen Yunan mitolojisinden esintileri görebiliyoruz. Hâlihazırda yaratıcı olan dünya kurgusuna farklı bir tat katan bu özelliğinin yanı sıra inancın, yaşam amacının, kendini keşfetmenin, yasın ve hayatta kalma mücadelesinin sorgulanması yapımı daha da derinleştiriyor.

Dizi, izleyiciyi karakterlerin dünyasına dâhil etmeyi başarıyor. O esrarengiz deliğin çözülmek bilmeyen sırrı, zaman yolculuğuna dair işaretler ve çoğu karakterin asıl niyetinin belirsizliği, diziyi sürükleyici kılan etmenler. Fakat dizideki tek delik Abbottlar’ın çiftliğinde değil. Zaman zaman dişe dokunur hiçbir şeyin yaşanmadığı uzun duraksamalar (ya da bir başka değişle boşluklar) meydana geliyor. Bu uzun boşluklar her ne kadar olaysız geçse de, karakterlerin hislerini ve düşüncelerini aktardığı derin diyaloglarla doldurulmuş durumda. Bu, diziyi güçlü kılan bir yön sayılabilir aslında. Diyaloglar oldukça iyi yazılmış ve metaforlarla süslenmiş. Tıpkı anlatımı güçlü bir kitap okur gibi dizinin bu kısımlarından keyif alabilirsiniz, fakat esas konuyla yani çiftlikteki gizemli delikle pek bir bağlantıları yok. Dolayısıyla konuyu saptıran ve diziyi gereksiz yere uzatan bir mahiyete de sahipler.

İşte bu gibi durumlar, izleyicinin kafasında çok ciddi bir soru işareti oluşturabiliyor: Acaba senaristler bu dünyayı kurgularken her şeyi önceden düşünüp senaryoyu ona göre mi yazdı, yoksa aslında onlar da en az izleyici (ve dizideki karakterler kadar) gizemin ne olduğundan bihaber mi? Çünkü durmaksızın ortaya çıkan pek çok gizem var ve dizi bunların üzerine gitmek yerine alakasız görünen konularla zaman kaybediyor havasında. İyi bir gizemin sırrı, karmaşık noktaların nihayetinde birbirine bağlanabilmesidir. Fakat Outer Range’in ilk sezonunda bunu göremiyoruz. Gizemi çözmek için tek bir sezon yetmemiş olacak… Peki ya ikinci sezon? Yeni bir sezon muallakta kalan bütün noktaların açığa çıkmasına yetecek mi?

Yine de Josh Brolin, Imagen Poots ve Tamara Podemski gibi isimler, oyunculukları sayesinde “gereksiz” yere uzatılmış gibi görünen sahneleri izlemeye değer kılıyor. Mesela Imagen Poots, o gizemli ve aynı zamanda hafifçe deli olan Autumn Rivers karakterini kusursuz biçimde canlandırıyor. Fakat bir noktaya kadar karakter, dizinin geri kalanıyla pek de bağlantılı değilmiş gibi duruyor, ta ki yapımcılar vitesi arttırarak bu durumu düzeltinceye kadar.

Her ne kadar güzel oyunculuklar, güzel manzaralar ve üzerinde düşünülmüş sağlam diyaloglarla ön plana çıksa da, dizideki tutarsızlıklar ve kimi olayların herhangi bir mantıklı açıklaması olmadan gelişigüzel biçimde gerçekleşmesi, hatta aşırı derecede karanlık olan gece sahneleri (bir şey görmek mümkün değil) dizinin kalitesini düşürüyor. Üstelik daha önce söylediğimiz gibi, dizi izleyiciye sunduğu gizemlere tatmin edici açıklamalar vermiyor. Bu durum eğer bilinçli bir biçimde yapılmış olsaydı, belki ikinci sezona açılan bir geçit olarak düşünebilirdik. Fakat ilk sezonun gidişatından görebildiğimiz kadarıyla, yapımcıların da gizem hakkında sağlam bir fikri yoktu.

Sonlara doğru neyin ne olduğu giderek açığa çıksa da, karakterlerin onca zaman boyunca açık biçimde önlerinde duran şeylere eğilmek yerine gündelik yaşamlarına devam etmesini kabullenmek kolay değil. Kısacası, karakterleri derinlemesine işlemesine rağmen, esas ele alınması gereken konuları es geçmesi yüzünden izlenmesi sabır isteyen bir yapım var karşımızda. İnanç meselesine değinmesiyle dizi, karakterlerini tünelin sonunda bir ışık olduğuna inandırıyor fakat karakterler tünelin sonuna vardığında karşılaştıkları ışığın o kadar da güçlü olmadığını görüyor. Yine de ışığa kavuştukları için memnunlar. Sekiz bölümlük ilk sezonu bitirdiğiniz zaman sizin de benzer bir his yaşamanız muhtemel.

Kaynak

Yazar: Tuğrul Sultanzade

2000 yılında Bakü'de doğdu. Uzun bir süredir Kuzey Kıbrıs'ta yaşıyor.

İlginizi Çekebilir

Bilimkurgunun Hırçın Güzeli: Katee Sackhoff

Katee Sackhoff, 8 Nisan 1980’de Portland’da doğdu. Annesi bir İngilizce kursu idarecisi, babası ise arazi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et