Uyarı: Bu yazı yoğun biçimde spoiler içermektedir…
Yapımcılığını Charlie Brooker’ın üstlendiği İngiliz Black Mirror dizisi, son yılların en başarılı eleştirel yapımlarından biri olduğunu kanıtlamış, halen yüz binlerce izleyici tarafından izlenmeyi de sürdürmektedir. Distopyaların distopyası Black Mirror’ın hafızalara kazınan pek çok bölümü yayınlanmıştır. 2. sezonun 2. bölümü olan “White Bear” kesinlikle en çarpıcı bölümlerden biridir. Hatta tüm serinin en iyi bölümlerinden biri olduğu bile söylenebilir. Bir odanın ortasında sandalyede oturan Victoria, şiddetli bir baş ağrısıyla uyanır. Yere saçılmış ilaçları, karşısında duran ve üzerinde beyaz bir işaret bulanan televizyon ekranıyla baş başadır . Kendi kimliği dahil, ne olup bittiğine dair hiçbir şey hatırlamayan bu kişi, şaşkın bir şekilde evin içinde gezinerek geçmişine dair ipuçlarına ulaşmaya çalışır. Alt kata inen Victoria, kendine benzeyen küçük bir kızın fotoğrafını görür ve onun kendi kızı olabileceği düşüncesine kapılır.
Dışarı çıkan Victoria, siyah bereli bir adamla birlikte garip kostümlü insanların elinde değişik silahlarla kendini kovaladığını fark eder ve dehşete düşmüş vaziyette onlardan kaçmaya başlar. Kaçarken ise yol üzerinde bulunan insanların ellerinde telefon ile fotoğraf ve video çektiklerini, fakat kimsenin ona yardım eli uzatmadığını görür. Bu durum karşısında adeta şok geçiren Victoria, küçük bir markete girer ve genç bir kadınla karşılaşır. Yardıma muhtaç olan Victoria, kadının kendisine yardım etmesiyle dükkândan çıkar ve ikili birlikte kaçmaya başlar. En sonda bir adamın pikabına binen ikili, ormana götürülür. Ormanda ağaçlara asılmış cesetleri gören Victoria şok üstüne şok geçirmektedir. Pikabı kullanan adamın da onlardan olduğunu öğrenince, kendisini kovalayan psikopat sürüsünden kaçar ve bir binanın içine girer.
Binanın içinde sandalyeye oturtulan ve sıkıca bağlanan Victoria’nın arkasındaki duvar aniden dönerek açılır ve kocaman bir seyirci kitlesi karşımıza çıkar. Bulundukları yer bir tiyatro sahnesinden farklı değildir. Bu ana kadar yapılan her şeyin aslında bir düzmece olduğunu öğreniriz. Üstüne üstlük tüm bunlar yetmiyormuş gibi günün sonunda Victoria’nın toplu aşağılama merasiminden sonra özel bir aygıt yardımıyla hafızasının tamamen silinerek, aynı günü tekrar ve tekrar yaşamak üzere uyandığı eve götürüldüğünü görürüz. Takvimde bulunan günlere çarpı atan yönetici, Victoria’nın cezasının (en az 19) gündür kesintisiz sürdüğünü ifşa etmiş bulunmaktadır.
White Bear bölümünü iki kısma ayırabiliriz. Başlangıçtan 27. dakikaya kadar olan birinci kısım ve 27. dakikadan sona kadar olan ikinci kısım. Bu iki kısım arasında dağlar kadar fark var, çünkü bölüm ortadan başlıyor ve ilk 27 dakika boyunca olup biten hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Yani, ana karakter olan Victoria’nın yaşadıklarına birinci elden tanıklık ediyoruz. Victoria ne görüyor ve yaşıyorsa, biz de onu yaşıyoruz ve onunla empati kuruyoruz. Doğal olarak onun gibi dehşete düşüyor ve olup bitene anlam veremiyoruz. 27. dakikaya kadar tüm izleyiciler Victoria’ya merhamet duymaktadır.
Fakat ikinci kısımda yani 27. dakikadan itibaren beklenmedik bir dönüş ile aslında tüm yaşananların sahte ve her şeyin koskoca bir tiyatro sahnesinden ibaret olduğu izleyicilere açığa çıkarılıyor. Victoria’nın bir ekrana çevrilmesiyle, erkek arkadaşının küçük bir kız çocuğuna işkence ederek, onu hunharca öldürdüğünü ve bu esnada Victoria’nın onu durdurmak için hiçbir şey yapmadığını, sadece olayı telefonuyla görüntülediğini öğreniyoruz. Bu esnada hala hiçbir şey hatırlamayan Victoria ise sandalyeye bağlanmış vaziyette kendisine gösterilen görüntüleri ve işlediği suçu şaşkınlık ve dehşet ile izlemektedir. Ekranda kendisine ve salonda bulunan izleyicilere polis ile birkaç tanığın ifadeleri gösterilmektedir, ancak bunlar yüzeysel olup, ciddi anlamda delil niteliği taşımaktan uzaktır.
White Bear bölümü, Black Mirror’ın adalet temasını konu alan bölümlerinden biridir. Diğer bölümlerin aksine White Bear’ın odak noktasında doğrudan adalet ve hukuk kavramları yer almaktadır. White Bear, 4 ana katmandan oluşmaktadır ve Black Mirror’dan alışkın olduğumuz karmaşık ve tartışmalı bir yapıya sahiptir. Bunlar Suç, Ceza, Adalet ve Sadizm katmanlarıdır.
Suç Katmanı
Victoria’nın erkek arkadaşı tarafından öldürülen bir kız çocuğunu telefonla çektiği ve onu durdurmak için hiçbir çaba sarf etmediği açıklanmaktadır. Aslında bu durumda asıl katil Victoria değil, onun erkek arkadaşıdır. Fakat hüküm giyen erkek arkadaşı cezaevinde hayatına son vermesinden dolayı, geriye cezalandırılacak sadece Victoria kalmıştır. Dolayısıyla Victoria’nın işlediği suç bir şey yapmasından değil, çocuk cinayeti esnasında bir şey yapmamasından kaynaklanmaktadır. Victoria yaptıkları için değil, yapmadıkları için hüküm giymiştir.
Tek yaptığı olayı telefonuyla görüntülemek olmuştur ve cinayete engel olmamıştır. Yaptığı tek savunma ise erkek arkadaşının “büyüsü altında” olduğu ve bu yüzden cinayete engel olamadığıdır. İşin ilginç tarafı şudur ki suça ilişkin bizlere sunulan bilgiler bundan ibarettir ve bunların dışında Victoria’nın yüzde yüz suçlu olduğunu açığa çıkaran kesin kanıtlar sunulmamaktadır. Victoria’nın suçu yüzeysel biçimde anlatılmakta ve olayın suç katmanı oldu bittiye getirilmektedir. Sonuç itibariyle suçun kesin olduğuna dair herhangi bir kanıt bulunmamaktadır ve bu yüzden Victoria’nın masum olması ihtimal dâhilindedir, fakat cezanın niteliği ve sıra dışılığı, işlenen suçun arka planda kalmasına sebep olmaktadır.
Ceza Katmanı
Olayın geçtiği mekânın adının “Beyaz Ayı Adalet Parkı” olduğunu öğrenir öğrenmez yapbozun parçaları yerli yerine oturur ve izleyiciler olarak Victoria’nın hüküm giymiş bir mahkûm ve Adalet Parkı’nın da onun hapishanesi olduğunu kavrarız. Öncelikle Victoria’ya verilen cezayı derinden analiz ettiğimizde aslında işlediği suçun birebir kopyası olduğunu görebilmekteyiz. Victoria’nın suçu neyse cezası da odur. Tek değişen rollerdir. Victoria’yı kovalayan psikopat görünümlü tipler, onun erkek arkadaşını, ellerinde cep telefonuyla hiçbir müdahale veya yardımda bulunmadan onu çeken insanlar, Victoria’yı ve Victoria’nın kendisi de masum kız çocuğunu temsil etmektedir. Buradaki roller suç esnasında işlenen rollerle tamamen örtüşmektedir. Psikopatlar, katil erkek arkadaşı kadar acımasız ve saldırgan, görüntü alan insanlar Victoria gibi duyarsız ve tepkisiz, Victoria’nın kendisi ise küçük kız gibi saf ve masumdur. Masumiyetini ise her gün hafızasının silinmesi ve böylece her defasında bir şey hatırlamamasına borçludur.
Küçük kızdan geriye kalan tek eşya, oyuncağı olan ve bölüme adını veren White Bear, yani beyaz ayıdır. Her ne kadar verilen ceza kısasa kısas gibi görünse de aslında verilmesi gereken cezadan çok daha ağır bir cezadır. Bu ceza esnasında mahkûmun beklenmedik bir durum karşısında can vermesi an meselesidir. Her günün sonunda hafızasının silinmesi bölümün kilit noktasını oluşturmaktadır. Bunun sayesinde Park görevlileri aynı rutini her geçen gün tekrarlayabileceklerdir. Eğer Victoria’nın hafızası silinmeseydi, birkaç gün içinde ruhsal dengesini kaybederek etrafındakilere zarar verebilir ve ölümüne yol açacak şiddet eylemlerine girişebilirdi. Ancak hafıza kaybı, cezanın günübirlik tekrarını, parktan azami derecede kar edilmesini ve Victoria’nın dengesini korumasını sağlamaktadır. Peki, Victoria bu işkence döngüsüne ne kadar dayanabilecektir? Sorulacak önemli sorulardan bir tanesi budur. Bu soruya verilecek potansiyel bir cevap, bölümün bizleri düşündürmek istediği noktalardan birini oluşturmaktadır: Sonsuz işkence döngüsü. Bu cezadan en ufak bir çıkış yolu bulunmamaktadır. Peki, Victoria hayatını kaybettiğinde ne olacaktır?
Adalet Katmanı
İşlenen suç ve verilen cezayı kıyasladığımızda, kısasa kısas prensibine dayanarak karar verildiğini idrak ediyoruz. Verilen ceza neredeyse işlenen suç ile tıpatıp aynıdır, fakat etik anlamda ciddi sorular uyandırmaktadır. Öncelikle Beyaz Ayı Adalet Parkı’nın bir tür eğlence parkı gibi hizmet vermesi, kâr amacı güden bir tesis gibi işletilmesi (girişler ücretlidir), çoluk çocuk dâhil herkese açık olması çok ama çok ciddi ihlaller içermektedir. Adaletin sağlandığı bu parkta mahkûm (Victoria) hariç herkes olup bitenin farkındadır. Böylece birinin işkencesi diğerinin eğlencesine ve hatta kazancına dönüşür. İzleyiciler parka adaletin tescili için değil eğlenmek için gelirler.
Burada kullanılan kelime seçimi de dikkate değerdir. Adalet kurumu, tesisi veya kuruluşu değil “Parkıdır”. Park kelimesiyle olayın boyutunu değiştirme çabası göze çarpmaktadır. Aslında bir ceza infaz kurumu olan mekâna adeta bir ‘Disneyland’ süsü verilmiştir. Adaletten para kazanma olgusunun perde arkasında, “adaletin özelleştirilmesi” düşüncesinin yer aldığı kanaatindeyim. Netice itibariyle, adalet parkını devletin kendisinin mi yoksa özel bir aracı şirketin mi işlettiğini tam olarak bilmiyoruz. Ancak tüm veriler özelleştirmeye işaret etmektedir. Suç ile cezayı tarttığımızda bu cezanın herhangi bir cezaevi mahkûmiyetinden kat kat daha ağır olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Parka gelen ziyaretçiler Victoria’nın işkencesini izlemek ve telefona çekmek için para öder ve onlara açıklanan kuralların içinde en önemlisi olan eğlenmeyi de ihmal etmezler.
Unutmayalım ki hapishanelerin amaçları arasında mahkûmları topluma geri kazandırma ve rehabilite etmek de bulunmaktadır. Mahkûmlar, hapishanede toplum hizmeti yapabilmekte, çalışabilmekte, okuyabilmekte ve hatta bazen kitap bile yazabilmektedir. Ancak bu tarz bir adalet anlayışı tüm bu ihtimalleri keskin bir şekilde ortadan kaldırmaktadır. Hatta kişinin özgür iradesi bile ortadan kaldırılmaktadır çünkü isteğine aykırı biçimde hiçbir şey hatırlamadan ve bilmeden aynı işkenceye her gün maruz bırakılmaktadır. Hapishanede çok kısıtlı imkânlar dâhilinde olsa da ceza indirimi, iyi hal, şartlı tahliye gibi ihtimaller mevcuttur ancak buradaki durumda sonsuz işkenceden başka hiçbir ihtimal söz konusu değildir.
Victoria’ya verilen ceza insanlık dışı olmakla birlikte ölümden de beterdir. Düşünün, hem hiçbir şey hatırlamayacaksınız, hem de aynı korkunç döngüyü her gün tekrar yaşayacaksınız. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de binlerce insanın eğlencesi olacaksınız ve birileri sizin işkencenizden köşeyi dönecek. Herhalde bundan daha acımasız bir adalet anlayışı olamaz. Bu anlayışa göre farz edelim ki suçun niteliği değiştiğinde, uygulanan senaryo neye göre ve nasıl şekillenecek? Örneğin mahkûmun bir tecavüz zanlısı olduğunu varsayarsak, bu suç zanlıya nasıl uyarlanacak? Bu durumda tecavüz benzeri bir senaryo mu belirlenecek?
Sadizm Katmanı
Suç, ceza ve adalet kavramlarını ele aldığımızda ortaya çıkan sonuç “Sadist bir Adalet” anlayışının benimsendiğidir. Adalet kesinlikle Sadizmin gölgesinde kalmaktadır. Baştan sona tüm bölüme sadizm hâkimdir. Hatta Sadizmin de ötesinde verilen ceza resmen barbarlıktır. Victoria’ya uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddet, en sonda izleyicilere aşağılanması ve günün sonunda hafızasının silinirken çektiği dayanılmaz acılar tüm bunlara birer kanıt niteliğindedir. En ürkütücü sadizm noktalarından biri ise parka gelen insanların tüm bu sadizmi bir eğlence olarak kabul etmesi ve bundan keyif almalarıdır. Parka çocuklarını dahi getiren insanlar olup biteni basit bir gösteri olarak görmektedirler. Sadizmin rahatça kabul görmesinin ve sorgulanmamasının temel sebebi ise adaletin gölgesinde kalmasıdır. Yani adalet yerini bulduğu müddet sadizmin mübah olduğu mesajı verilmektedir. Yeter ki adalet yerini bulsun çünkü geri kalan her şey teferruat olarak görülmektedir. Adaletin ne ölçüde yerini bulduğu ise apayrı bir tartışma konusudur.
White Bear’de sadizm baştan sona doğru artarak devam etmektedir ve sadizmin en üst noktası Victoria’nın hafızasının silinerek aynı döngüyü her geçen gün tekrardan yaşamasıdır. Bu akıllara durgunluk veren sadist bir adalet anlayışıdır. Eve geri götürülmeden önce caddede kapalı bir arabanın içinde bir sandalyenin üzerinde kalabalık tarafından aşağılanarak yürütülmesi psikolojik işkencenin en üst seviyesidir. Böylece halkın tepkisini görecek ve kendisinden ne denli nefret edildiğinin farkına varacaktır. Arabada üzerinde oturmuş olduğu sandalyenin elektrikli sandalye ile olan benzerliği ise gözlerden kaçmamıştır. Bu sahnenin Game of Thrones’da Cersei’nin maruz kaldığı “Shame” sahnesi ile olan benzerliği de aynı şekilde dikkat çekicidir. Victoria’ya yapılan işkenceler insanlık dışı bir “dehumanization” örneğidir.
White Bear’ın tüm Black Mirror bölümleri arasında izleyicileri ciddi anlamda ikilemde bırakan tartışmalı bölümlerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Bölümde izleyici tepkisi 3 farklı kategoriye bölünmüştür. Birinci kategori tepki: “Oh olsun, yapmasaymış, böyle suça böyle ceza” şeklinde düşünenlerin tepkisidir. Bu şekilde düşünenler kısasa kısas ilkesini destekleyen ve derin muhakeme yapmadan karar veren izleyicilerdir. İkinci kategori tepki: “Böylesine sadist bir ceza ve adalet anlayışı olamaz, insanlık dışıdır” şeklindeki tepkidir. Birinciye kıyasla olaya daha derinden ve analitik bakan bu izleyiciler verilen cezanın suçtan misliyle daha kötü olduğunu düşünür ve cezanın insani değerlere aykırı olmasıyla birlikte, etik anlamda da ciddi kusurları olduğu kanısını taşırlar. Üçüncü ve son tepki ise kararsız, ikilemde kalan ve tüm bunlar karşısında ne düşüneceğini tam bilemeyen izleyici tepkisidir. White Bear bölümünün şiddet ve yüksek gerilim içeren bir bölüm olmasından dolayı gördüklerinden pek hoşnut kalmayan ve manzara karşısında ikilemde kalan izleyici tepkisidir.
White Bear işte tüm bunların bir gün gerçek olup olamayacağını bizlere sorgulatıyor. Bu yüzden White Bear cevap vermekten ziyade, soru sordurmaktadır. Adalet sözde yerini buluyor peki suçlu olduğundan tam olarak emin olamadığımız Victoria eğer masum ise ne olacak? Bölümün bizlere sordurduğu sorular adalete yönelik etik kaygıları içermektedir. Eğer suçluları işledikleri suç kadar hatta ondan da beter şekilde cezalandırırsak ve bundan keyif alırsak, suçlularla aynı pozisyona mı düşeriz yoksa onlardan da aşağıda mı oluruz? Bölümün alt metninde ise adalet sistemine yapılan ağır eleştiriler olduğu gözlemliyoruz. Sonuç itibariyle tüm bunlar devletin ve adaletin uygun gördüğü biçimde gerçekleşmektedir. Bunun yanı sıra teknolojinin gelişmesiyle birlikte işkence yöntemlerinin de nasıl gelişebileceği yönünde bir tablo çizilmektedir. Bu bağlamda oldukça karanlık bir portre çizen White Bear tam anlamıyla bir distopya olma özelliğini taşımaktadır. Alt metinde yer alan bir diğer eleştiri ise toplumun sosyal medya ve internet üzerinden kişileri çok kolay ve zalimce yargılayabilme potansiyeline sahip olmasıdır.
Adalet temasını doğrudan ve keskin bir şekilde işleyen White Bear bölümü, Black Mirror’ın en çarpıcı, şoke edici, tartışmalı ve etkileyici bölümlerinden biridir. Ayrıca gerilimi üst düzeyde tutan bölüm, üç farklı izleyici tepkisini ortaya çıkarıyor. Bu kapsamda bölümün amacına tam anlamıyla hizmet ediyor, çünkü bölümün amacı tam olarak bu, yani tartışmalı olan Adalet sistemini masaya yatırmak.
Bilimkurgusal açıdan çok fazla yenilik içermeyen bölüm, bireylerin hafızalarının (suçlu olsalar dahi) silinmesinin ne denli etik olduğunu sorgulamaktadır. Bu yüzdendir ki cezalandırmanın temel prensiplerine bağlı kalınmasının önemi vurgulanmış ve teknolojik aygıtların mahkûmları cezalandırmanın çok ötesine gidebileceği ve bunun şimdiden sorgulanması gerektiği belirtilmiştir. Bu anlamda verdiği mesajlar son derece etkili, çarpıcı ve geçerlidir. Mükemmel bir Black Mirror örneği olan White Bear’de Charlie Brooker’ın imzası belirgin biçimde görülmektedir. Umarız gelecekte de Black Mirror devam eder ve White Bear benzeri nice bölümler izleme şerefine erişiriz.
Hazırlayan: Cenk Tan