Stargate külliyatının üçüncü TV dizisi Stargate Universe, seleflerinden farklı olarak bir hayli karanlıktı. Kendilerini Dünya’dan çok uzaktaki devasa bir uzay gemisinin içinde bulan ekip, bir yandan gemiyi kontrol etmeye çalışıyor, diğer yandan da hiziplere bölünüp birbiriyle didişiyordu. Tüm bu curcunaya rağmen içinde bulundukları geminin sıra dışı bir amacı vardı: Büyük Patlama’nın ardındaki zekâyı çözmek… Ancak işler yolunda gitmedi ve dizi ikinci sezondan sonra iptal edildi. Dolayısıyla beş yıl olarak planlanan hikâyenin geri kalanı anlatılamadı.
Gerçi iptalden sonra basılan Back to Destiny çizgi roman serisi ile hikâyenin devamına dair birtakım bilgiler edindik, ancak kahramanlarımızın uzun vadede ne tür maceralara yelken açacağını öğrenemedik. Üstelik dizi, iki sezonluk yayın ömrü boyunca bir yığın gizem yaratmayı da başardı. Bu gizemlerden bazısı doğrudan Stargate mitolojisiyle ilgiliyken, bazısı da karakterlerimizin etrafında şekilleniyordu. Aradan geçen onca yıldan sonra, gelin Stargate Universe’ün o kendine has evrenine doğru bir yolculuğa çıkalım ve ardında bıraktığı gizemleri tekrar hatırlamaya çalışalım.
Franklin’e Ne Oldu?
Mark Burgess tarafından canlandırılan Dr. Jeremy Franklin, Brody, Park ve Volker ile birlikte bilim ve mühendislik ekibinin yetenekli bir üyesiydi ve sorunları çözmek adına sürekli çalışıyordu. Gemiyi kontrol etmeyi sağlayan bir arayüz sistemi olduğu keşfedilince risk almayı ve koltuğa oturmayı seçti. Tabii oturması ile ortadan kaybolması da bir oldu. Arayüz odasına girildiğinde Franklin çoktan sırra kadem basmıştı.
Akıllara iki ihtimal geliyor: Ya geminin bilgisayarına bağlanırken öldü ya da bilinci geminin veritabına aktarıldı. Bu tuhaf olaydan uzun bir süre sonra Rush’a göründüğünü biliyoruz. Ancak görüntünün gerçekten de kendisine ait olup olmadığını kestirmek zor. Zira gemi tarafından üretilen bir halüsinasyondan ibaret de olabilir. Dahası, eğer bilinci gemiye aktarıldıysa bile bedeni nasıl ortadan kaybolmuş olabilir?
Tamara Johansen, ALS’den Kurtulabilecek mi?
İkinci sezonun sonlarına doğru dizinin en yürek burkan gelişmelerinden biri yaşandı: Geminin sevilen sağlık görevlisi Teğmen Tamara Johansen‘ın ALS hastası olduğu ortaya çıktı. Hatırlanacağı gibi mürettebat, bir enerji dalgalanması sonucu zamanda geriye gitmiş ve burada alternatif bir zaman çizgisinin oluşmasına yol açmıştı. İşte Tamara Johansen, bu alternatif zaman çizgisinde ALS’ye yakalanıyordu ve tedavi için kimsenin elinden bir şey gelmiyordu.
Aynı genomu paylaştıkları düşünülürse, asıl zaman çizgisindeki Tamara Johansen’ın da hastalanması an meselesiydi. Ancak tam her şey bitti derken yeni bir umut ışığı doğdu. Zira alternatif zaman çizgisindeki uygarlığın ALS için bir tedavi geliştirmeyi başardığı anlaşıldı. Ne var ki, drone saldırısı nedeniyle tedaviye dair bilginin yalnızca bir kısmı indirilebildi. Dolayısıyla Tamara Johansen’ın hastalıktan kurtulup kurtulamayacağı da belirsizliğe sürüklendi.
Destiny’nin Bir Bilinci Var mıydı?
Dizinin ikinci sezonunda sadece kontrol odası bulunmadı, aynı zamanda mürettebat da sistemler üzerinde kısmen kontrol kazandı. İlk altı bölüm boyunca geminin bir tür yapay zekâya sahip olduğunu fark etmeye başladık. Hatta gemi, bazı kişilerin görüntülerini kullanarak Rush ile iletişim bile kuruyordu. Dahası, liderliğe uygun olup olmadığını anlamak için Albay Young’u acımasız bir teste tabi tutmuşluğu da vardı. Peki ama tüm bu olayların arkasında bir bilinç olduğunu söyleyebilir miyiz?
Geminin mürettebat ile kurduğu iletişim kafalarda birçok soru işareti doğurdu. Destiny gerçekten canlı olabilir miydi? Görevi konusunda bir fikri var mıydı?
Eden Gezegenindeki Dikilitaşı Kim İnşa Etti?
Mürettebat, geminin rotası boyunca birçok gezegeni ziyaret etti. Bazıları misafirperver, bazıları ise acımasızdı. Ancak hiçbiri Eden gezegeni kadar kafalarda soru işareti bırakmadı. Gezegen, adına uygun şekilde cennetten bir köşe gibiydi. Doyumsuz manzaralara, ılıman bir iklime ve bereketli bir habitata sahipti. Âdeta mürettebat için özel olarak tasarlanmıştı. Öylesine güzel bir yerdi ki, mürettebattan birçok kişi buraya kalıcı olarak yerleşmeyi seçti. Gezegen görünürde ıssızdı, ancak birileri tarafından inşa edildiği anlaşılan devasa bir dikilitaşa da ev sahipliği yapıyordu. Daha da ilginci, Rush’a göre gezegenin de içinde bulunduğu tüm yıldız sistemi birileri ya da bir şeyler tarafından tasarlanmış gibiydi. Bu olasılık yeterince akıl alıcı değilmiş gibi, gezegende kalanların aylar sonra mükemmel şekilde restore edilmiş bir mekikte tekrar ortaya çıktıklarını gördük.
Dizi boyunca bu cennet gezegeni var eden türe dair herhangi bir bilgi edinemedik. Ancak hâlâ etrafta olduklarını, gemiyi ve görevini bildiklerini varsaymak kulağa mantıklı geliyor. Acaba kozmik mikrodalga arka plan ışımasıyla da bir bağlantıları var mıydı?
Nakai, Chloe’den Ne Öğrendi?
Nakai, ekibimizin karşılaştığı en kötücül türlerden biriydi. Rush ve Chloe’yi tutsak almış, üzerlerinde birtakım deneyler yapmış ve Destiny’yi ele geçirmeye çalışmıştı. Hatta bu mavi uzaylıların eline düşen Chloe, bir süre sonra değişmeye başladı. Chloe’nin yavaş dönüşümü, ikinci sezonun ilk yarısı için önemli bir olaydı. Bu sayede Destiny ve sistemleri hakkında yeni bilgiler kazandığı görüldü. Aynı zamanda fiziksel dönüşüme de uğramaya başladı. İlerleyen süreçte Albay Young, Chloe’nin mürettebat için bir tehlike hâline gelebileceğini düşünerek onu gemiden atmak zorunda kaldı.
Bu olayın ardından Chloe, gönüllü olarak Nakai’ye geri döndü. Nakai tarafından Chloe üzerinde bazı işlemler yapıldı. Kahramanımız bu işlemler sonucu herhangi bir zarar görmedi ve çok geçmeden de eski sağlığına kavuştu. Peki ama orada ne oldu? Chloe’ye tam olarak ne yaptılar? Destiny hakkında bilgi toplayan bir ajan mıydı, yoksa üzerinde çalışılan ve sonra geri gönderilen genetik bir tuhaflık mı? En önemlisi, neden bıraktılar?
Nova Uygarlığı Nerede?
Stargate Universe’ün sonlara doğru yaptığı en ilginç şeylerden biri de bizlere yeni bir insan medeniyeti tanıtmaktı. Gerçekte ise bu medeniyet, Destiny mürettebatının torunlarından başkası değildi. Zira ekibimiz, başka bir zaman çizgisinde iki bin yıl geriye geriye gitmiş ve burada sıfırdan yeni bir medeniyet kurmak zorunda kalmıştı. Ne var ki mürettebat kendilerinin varlığından haberdar olduğunda onlar çoktan gemilerine atlayıp yeni bir dünya arayışına girişmişti. Üstelik gemileri ışıktan hızlı seyahat teknolojisine sahip değildi ve yolculukları yüzlerce yıl sürecekti.
Ekibimiz, ışıktan hızlı seyahat teknolojisinin de yardımıyla onları yolda yakalamayı ve belki de T.J.’yi kurtarmak için gerekli tıbbi bilgiyi kendilerinden almayı umuyordu. Ancak dronların ani saldırısı sonucu galaksiden kaçmak zorunda kaldılar. Kısacası, bu gelişmiş medeniyet hakkında daha fazla şey öğrenme fırsatımız olmadı. Tam olarak gelişmişlik seviyeleri neydi? Ne tür keşiflere imza atmışlardı? Hatta o kadar potansiyel sahibi bir konuydu ki, belki üçüncü sezonun büyük unsurlarından biri hâline bile gelebilirdi. Ama olmadı, arkalarında bir yığın gizem ve soru bırakarak dizinin kendisiyle birlikte meçhule yol aldılar.
Dünya, Lucian İttifakı ile Savaşa Girecek mi?
Evlerinden milyonlarca ışık yılı uzakta mahsur kalan Destiny mürettebatı, ilk başta bu duruma Lucian İttifakı yüzünden düşmüştü. Icarus Üssü’ne yapılan Lucian İttifakı saldırısı, ekibimizi de Destiny gemisine mahkûm etmişti ve o zamandan beri işler pek de yolunda gitmiyordu. Üstelik Lucian İtttifakı, bir yolunu bulup Destiny gemisine ulaşmayı başarmış ve geminin kontrolünü ele geçirmeye bile çalışmıştı. Samanyolu Galaksisi’nde ise İttifak işleri zora koşmaya devam ediyordu. Pentagon’a bombalı bir saldırı bile gerçekleştirmişlerdi. Bu saldırının, daha büyük bir çatışmanın sadece başlangıcı olduğu görülüyor. İttifak, Sistem Lortları düştüğünde bir sürü Goa’uld gemisi ve teknolojisi ele geçirdi ve çok geçmeden de ciddi bir militarize güce dönüştü.
Lucian İttifakı, üçüncü sezonun ana kötüleri olacaktı ve kuşkusuz onlar hakkında daha fazla şey öğrenecektik. İttifak’ın Destiny’ye yaptığı ilk baskın çok sarsıcıydı ve bazı mürettebat üyelerinin ölümüne yol açmıştı. İttifak’ın savaşçıları arasında, Rhona Mitra tarafından canlandırılan ve gelecekte ana karakterlerden biri olacağına inanılan Kiva da vardı. Kiva ve ekibi, Destiny’nin keşif misyonuyla ilgileniyordu. İttifak’ın gerçekte neyin peşinde olduğu ve Destiny’nin gizemli göreviyle neden bu kadar ilgilendikleri ise dizinin devamında açıklanacaktı.
Derin Uykudaki Mürettebatın Akıbeti Ne Olacak?
Dizinin final bölümü, mürettebatın geleceği üzerine büyük bir soru işareti doğurdu. Destiny, drone filosundan kaçmak için galaksiler arası devasa boşluğu aşmak zorundaydı. Ancak geminin güç rezervi tehlikeli bir şekilde azalmıştı. Çözüm ise Kadimler tarafından gemide bırakılan durağanlık kapsülleriydi. Bu kapsüllerde derin uyku hâlinde uzun süre enerji harcamadan hayatta kalabileceklerdi. Sonunda plan uygulanmaya başlandı başlanmasına ama kapsüllerden biri arızalıydı, bu da kapsülü tamir etmek için birinin geride kalacağı anlamına geliyordu. Bu riskli görevi üstlenen kişi ise tahmin edilebileceği üzere Eli Wallace oldu.
Mürettebat ne kadar süre uyuyacaktı? Haftalar, aylar veya yıllar mı? Uyandıklarında ve Dünya ile yeniden iletişim kurduklarında General O’Neill ve Albay Telford’un çoktan ölmüş olduğunu mu göreceklerdi? Back to Destiny çizgi roman serisi ile bu sorulara kısmen yanıt verildi, ancak mürettebatın dizideki nihai yazgısı en büyük cevapsız sorularından biri olarak kaldı.
Mürettebat Eve Geri Dönebilecek mi?
Bu gizemde Star Trek: Voyager ile Quantum Leap karışımı bir hava var. Destiny, ikinci sezonun sonunda gerçekten orada olmak isteyen bir mürettebat tarafından yönetildiğinden diğerlerine oranla daha umut vaat ediciydi. Ayrıca mürettebat sonunda birbirini aile olarak görmeye başlamıştı. Dolayısıyla Destiny gemisinin gizemli ve hatta ulvi görevi, tek yönlü bir yolculuk olmaya da aday görünüyordu. Zira böylesine büyük soruların cevabına erişmek istiyorsanız kefaretini de ödemek zorundasınız. Zaten gemideki herkes de bunun farkında olarak kaderini kabullenmişe benziyordu.
Bu durum, zamanda sıçramalar yapan Dr. Sam Beckett’in asla eve dönemediği ünlü Quantum Leap tarzı ucu açık bir hikâyeye dönüşebilirdi. Gerçi Quantum Leap‘in bir sonu vardı ve bir anlamda “mutlu” da bir sondu. Ancak kahramanın hikâyesi trajik bir şekilde sona ermişti. Belki Destiny mürettebatını da benzer bir son bekliyordu ve asla eve dönme şansları olmayacaktı.
Büyük Patlama’nın Ardındaki Gizem Çözülebilecek mi?
Kuşkusuz dizinin en büyük gizemi, Destiny’nin nihai görevinde gizliydi. Hatta tüm dizi bu gizeme ulaşma çabası etrafında örülmüş bir kurgudan oluşuyordu. Destiny’nin görevini tamamlama süreci ve mürettebatın da bu süreçteki rolü, dizinin ilerleyen sezonlarında daha fazla keşfedilecekti.
Hiç şüphe yok ki gemimiz, kendisini ve mürettebatı neyin beklediğini öğrenmek için yolculuğuna devam edecekti. Kim bilir, belki de Stargate mitolojisinde yepyeni bir sayfa açılacaktı. Belki de içinde yaşadığımız bu koca evrenin çok gelişmiş bir uygarlık tarafından var edildiğini öğrenecek, hayata ve evrene bakış açımız değişecekti. Ama işler yolunda gitmedi ve dizinin iptaliyle beraber bu gizeme vakıf olamadık. Yine de umudumuzu tamamen yitirmemeliyiz. Sonuçta dizi, Stargate evreninin resmi yapımlarından biri ve gelecek dizi ya da filmlerde bu olayın üzerine gidilmesi kaçınılmaz gibi görünüyor.