The Orville

Star Trek Mirasına Sahip Çıkan Bir Dizi: The Orville

Star Trek, Stargate, Farscape, Babylon 5 ve daha nicesi… Televizyon karşısına geçip bilimkurgudan zevk almamızı sağlayan bu diziler, iyi bilimkurgunun başarılı birer örneğini sunmakla kalmadılar, arkalarında ciddi bir kültürel miras da bıraktılar. Yaratıcı konular, akılda kalıcı karakterler, felsefi okumalar, toplumsal modeller ve tabii ki bilimsel ve teknolojik öngörülerle bezeli derin kurguları, oturmuş bir bilimkurgu algısının ortaya çıkmasını sağladı. Etkisini bilhassa eski nesil üzerinde hissettirmeyi sürdüren bu algı, zaman zaman yeni yapımlara yönelik kabulleri de zorlaştırıyor. Ortaya konan her işte onlardan bir parça aranması da bu yüzden olsa gerek.

Bazısı bu beklentilere karşılık vermeyi başarırken, bazısı da günümüz kalıplarının dışına çıkmayı demode buluyor. Hal böyle olunca, her yapımın beğeneni olduğu kadar beğenmeyeni de bol miktarda çıkıyor. İşte on iki bölümlük ilk sezonunu geride bıraktığımız The Orville, ilmek ilmek oluşturulmuş bu kadim bilimkurgu mirasına sahip çıkan televizyon dizilerinden biri. Üstelik ekranlarda boy göstermeyi sürdüren yeni nesil Star Trek dizisi Discovery‘e nispet edercesine daha Star Trek! Bunu taklitçilik ve hazıra konmacılık olarak gören de var, Star Trek ve benzeri dizilerin mirasına saygı duruşu olarak değerlendiren de. Ancak ortada bir gerçek varsa, o da tüm bu tartışmalardan bağımsız olarak The Orville’in uzun zamandır özlemi çekilen çatır çatır bir bilimkurgu dizisi olduğu…

Family Guy, The Cleveland Show, American Dad! gibi ünlü animasyon dizilerinden tanıdığımız Seth MacFarlane‘in çocukluktan beri hayalini kurduğu bir TV projesi olarak karşımıza çıkan The Orville, belki bunun da etkisiyle olsa gerek olabildiğine nostaljik. Zaten senaryosunu bizzat yazmasından tutun da Kaptan Ed Mercer karakterini canlandırmasına kadar dizinin hemen her aşamasında MacFarlane’in büyük emeği var. Tabii Seth MacFarlane ismini duyan ve önceki işlerine aşina olan çoğu seyirci, The Orville’in de bu minvalde bir yapım olacağına kesin gözüyle baktı; sulu, absürt, komik ve hercai… Evet, The Orville’in komik olduğu doğru, ancak sulu ya da absürt değil.

İyi bir Star Trek hayranı olan MacFarlane, öyle görünüyor ki bu dengeyi ayarlayabilmek için büyük özen göstermiş. Omuzladığı mirasın gayet farkında ve Gene Roddenberry‘yi mezarında ters döndürtmeyecek kadar da vefakar… Ele aldığı gelecek manzarası, kararında aksiyonu, takım ruhu, karakter derinliği ve keşfe dayalı bölümleriyle, The Orville 2017 yılının en dikkat çekici dizilerinden biri olmayı başarıyor. Serpiştirilmiş espriler çoğunlukla göze batmadığı gibi, işlenen konuların derinliğini de baltalamıyor. Dahası bölümler ilerledikçe, dizi belli bir senkronizasyona oturarak son derece akıcı ve ilgi çekici hikayeler sunuyor. Pek çok bölümünün dokusu etik tartışmalara, toplumsal sapmalara, dinsel sorgulamalara, kişi ve ekip psikojilerine dair çarpıcı motiflerle bezeli.

Üç yüz yıl sonrasında geçen dizi, tıpkı Star Trek gibi tüm dünyanın tek yönetim altında birleştiği, savaş ve çekişmelerin tarihe karıştığı, paranın kullanımdan kalktığı ütopik bir gelecek manzarası resmediyor. “Birlik” altında birleşen insanlık, uzaya açılmış gelişkin bir uygarlık konumunda. İleride kendi gemisinin kaptanı olacağına kesin gözüyle bakılan Ed Mercer, neşeli, tez canlı, gelecek vaat eden bir Birlik subayı olarak karşımıza çıkıyor; tabii o menfur güne kadar… Kendisi gibi Birlik Filosu subayı olan güzel eşi Kelly Grayson‘ı (Adrianne Palicki) yatakta bir uzaylıyla yakalayan Mercer’ın kariyeri de deyim yerindeyse altüst oluyor.

Hayata küsen ve işine yoğunlaşmakta güçlük çeken kahramanımız, kronik bunalımlarıyla hayatına devam edip giderken umulmadık bir gelişme yaşanıyor ve kendisine The Orville adlı orta sınıf bir keşif gemisinin kaptanlığı teklif ediliyor. Bunu düze çıkmak için bir fırsat olarak gören Mercer, her şeye sıfırdan başlamak istercesine işine dört elle sarılmaya karar veriyor. Ancak çok geçmeden hain eski eşi Kelly Grayson’ın da The Orville’e ikinci kaptan olarak atandığını öğrenince bütün hayalleri suya düşüyor. Yaptığının yüz kızartıcı olduğunu kabul eden Kelly Grayson, her şeye rağmen profesyonelce davranmaları ve işlerine kişisel duygularını karıştırmamaları gerektiğine inansa da, bağrı yanık kaptanımız Mercer için bu hiç de kolay olmuyor. Zaten ikili arasındaki gerilim, dizinin ilk sezonuna bolca serpiştiriliyor.

Başkarakterlerimiz Kaptan Ed Mercer ve onun ikinci kaptanı Kelly Grayson ağırlıklı bir işleniş söz konusu olsa da, mürettabatın diğer üyeleri de sık sık kurgunun merkezine oturtulabiliyor. Geminin siyahi kadın doktoru Claire Finn (Penny Johnson Jerald), efsanevi dümenci Gordon Malloy (Scott Grimes), Moclan adlı sadece erkeklerden oluşan uzaylı bir türe mensup ikinci subay Bortus (Peter Macon), olağanüstü gücüyle dikkat çeken uzaylı güvenlik şefi Alara Kitan (Halston Sage), yüksek zekasını gizlemeye çalışan Teğmen John LaMarr (J. Lee) ve Kaylonlu robotumuz Isaac (Mark Jackson) diziyi sırtlayan karakterler arasında. Fark edilebileceği gibi, mürettebatın bir kısmı insan değil, hatta bir tanesi canlı bile değil. Bu durum dizinin hem mizahi hem de şaşırtmacalık yönünü ziyadesiyle perçinliyor. Örneğin mensup oldukları türün biyolojik ya da kültürel özellikleri ekran başındaki biz seyircilere oldukça zevkli dakikalar yaşatabiliyor.

Üstelik bu karakterlerin her birine gerekli arka plan sağlanarak, ekip içindeki yaşamsal rollerine önemli vurgular yapılıyor. Başlarda olmasa bile, bu işleyiş dizinin ilerleyen bölümlerinde bariz şekilde kendini gösteriyor ve tüm karakterlerin geri planları yavaş yavaş dolduruluyor. Zaten bu tip karakter yoğunlaşmaları, uzun soluklu olmayı amaçlayan diziler adına son derece gerekli. Zira seyirciler için ekipteki her karakterle empati kurabilmenin ve onların mizaçlarına genel hatlarıyla hakim olabilmenin önemi çok büyük. Bu aynı zamanda, dizilerdeki karakter örüntülerine dayalı kurgulamaları da ister istemez besliyor. Dolayısıyla The Orville, ilk bölümde üstün körü tanıtıp maceraya sürdüğü karakterlerinin yaşamlarını, ilerleyen zaman içinde daha da eşeleyecek gibi görünüyor. Ayrıca Charlize TheronLiam NeesonRobert Picardo gibi konuk oyuncuların varlığı diziyi bir hayli zenginleştiriyor.

Keşif gemisi USS Orville

Bruce Broughton tarafından bestelenen dizi müziği, Star Trek’in o efsane ezgisine yaklaşamasa da bunun bir bilimkurgu dizisi olduğunu haykırırcasına tanıdık tınılara sahip. Ancak aynı şeyleri görsel efektler ve düşman türleri için söylemek pek mümkün değil. Varlık tasarımları ve dekorlar göze batmasa da, görsel efektlerin iyileştirilmesi ve evrene esaslı bir düşman eklenmesi şart. Zira kendilerini tüm canlılardan üstün gören bağnaz Krilller şimdilik tek düşmanımız olarak yavan kalıyor. Hal böyle olunca, doya doya uzay çatışmaları da izleyemiyoruz. Tabii bütçenin, dolayısıyla da görsel niteliğin artması biraz da izlenme oranlarıyla alakalı bir konu. Neyse ki The Orville, ikinci sezon onayını aldı da yüreklere su sepilmiş oldu. En azından bir sezon daha Star Trek’in o kendine özgü ruhuna yaraşır bir dizi izleyecek olmanın mutluluğunu yaşayabileceğiz. The Orville, eğer mevcut işleyişini bozmaz ve üstüne de koyarak devam ederse daha uzun yıllar bizimle olabilecek potansiyele fazlasıyla sahip. Tabii ikinci bir Firefly vakası yaşamamak için, bu süreçte Fox’un da sabırlı olması şart.

Oyunculuk performanslarınınsa genel olarak iyi seviyede olduğunu söylemek mümkün. Hatta yüzü olmadığı için mimik kullanma avantajından yararlanamayan Isaac (Asimov’a selam olsun) karakterine bile kısa sürede alışıp bağlanabiliyorsunuz. Elbette bunda vücut dilinin başarılı kullanımı ve seslendirmen Mark Jackson‘ın etkileyici diksiyonu en büyük etken. Fakat Seth MacFarlane biraz gergin bir oyunculuk sergiliyormuş havasında. Daha rahat bir performans ortaya koysa hiç fena olmayacak. Diziye adını veren uzay gemisinin son derece şirin ve başarılı bir tasarım olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı? Uzun lafın kısası, “Yeni diziler beni kesmiyor” diyenlerden biriyseniz, bu diziye mutlaka bir şans vermelisiniz. Göreceksiniz ki karşınızda meselesi olan, bilimkurguyu ciddiye alan, bunu da içine mizah serpiştirerek yapan iyi bir dizi var. Ee o zaman, The Orville tüm sevip de kavuşamayan trekkie’lere gelsin…

Sonraki

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

Bilimkurgu Filmlerinden Unutulmaz 10 Siyahi Karakter

Bilimkurgu, Amerikan pop kültürünün dayanıklı ve uzun ömürlü bir öğesi. Ütopik (ya da distopik) geleceklerin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et