space-above-and-beyond

Space: Above and Beyond

Yalnızca tek sezona dayanarak bir seriyi değerlendirmek zordur. Birçok uzun soluklu dizi ilk sezonundan sonra değişmiş, başkalaşmıştır. Genelde ilk sezon dizinin alışma sezonudur. Bu yüzden iptal edilen bir televizyon programının ilk ve tek sezonunu değerlendirmeye çalışmak hiç de kolay olmuyor. Space: Above and Beyond, ilk sezonunda ilginç fikirler ve bölümler içeriyordu. Herhangi bir programın ilk sezonda türünün en güçlüsü olması çok nadirdir. Öğrenilecek kurallar, atılacak adımlar vardır ve senaristler henüz yayınlanmamış olan bölümleri yazmışlardır. Eğer yapım şanslıysa sonradan ilk sezonunda ektiğini biçmeye başlayacak, böylece yazarlar da kendilerini daha iyi ifade edebileceklerdir.

Space: Above and Beyond, ne yazık ki bu şansı hiç yakalayamadı. Potansiyel sahibi bir dizi de böylece harcanmış oldu. Dizinin öyküsü geçmişle gelecek arasında kalmıştı. Yapım, bir yandan nostaljik, bir yandan da yenilikçi bir melez olarak dizi dünyasında yerini almaya çalışıyordu. Klasik savaş filmlerini kendine temel alırken, kablolu televizyonunun doksanlı yılların ortalarında neler yapabileceğini de herkese göstermiş oldu.

space-above-and-beyond

Dizinin, zamanına göre biraz demode kaldığı söylenebilir. The Farthest Man From Home adlı bölüm, savaş yüzünden ayrılmış aşıkların hikayesini işliyordu. Never No More da öyle… The Angriest Angel, savaşmaktan başka bir şey bilmeyen bir asker üzerineydi. Richard Whitley‘in senaryoları kendini belli ediyordu: Dear Earth cephede posta gününün hikayesini anlatırken, Pearl ise uzun süre savaşan askerlerin garip huylarıyla ilgiliydi. Dizi, İkinci Dünya Savaşı‘ndan esintiler taşır. Saratoga uzaydaki bir uçak gemisine benziyor. Bazı bölümler Büyük Okyanus‘ta Japonya ile ABD kuvvetleri arasındaki mücadeleyi anımsatır. Mutiny ve Dear Earth gibi bölümler, İkinci Dünya Savaşı sırasında Birleşik Devletler ordusundaki zaman zaman açığa çıkan ırkçılığı da ciddi göndermeler taşımakta.

Hatta dizi bazı bölümlerinde bu benzerliği gözümüzün içine sokar. McQueen, Hostile Visit bölümünde Tokyo‘nun bombalanmasına dikkatimizi çekiyordu. Stardust‘ta, gerçek hayattan alınmış bir örnek bile bulunuyor. Bazı açılardan Space: Above and Beyond, 2001’de yayınlanan Band of Brothers‘tan önce televizyonda sunulan İkinci Dünya Savaşı dizilerinin en ilginç ve çekici örneklerinden biri olarak görülebilir.

space-above-and-beyond

Dizinin nostaljisi karakter isimlerine de yansımıştı. Örneğin dizide McQueen adlı komutan ve Cooper Hawkes adlı genç bir pilot bulunuyordu. The Pilot bölümü Rodney Rowland‘ın performansıyla biraz yumuşamış olmasına rağmen Hawkes’ı bir isyancı olarak gösteriyordu. R & R bölümünde gelecek vaat eden The Blazers grubunu konuk ettiler. Dizinin müzikleri daha eski modayı yansıtmaktaydı. Soundtrack’inde Johnny Cash, Patsy Kline ve Ramones imzası bulunuyordu. Dizi geçmişten izler taşıdığı gibi aynı zamanda geleceği de işaret ediyordu. Space: Above and Beyond, yapısı ve işleyişi açısından oldukça moderndi. Belirsizliği seviyor, olay örgüsünü bir kaç bölüme yayıyor ve bölümler her zaman birbirini izlemiyordu. Sadece tek sezon oynayan bir dizi için televizyon dünyasında yarattığı etki oldukça belirgindir.

The X-Files ile birlikte Space: Above and Beyond, dizilerin prime-time kuşağında da izlenebileceğini göstererek bu konuda diğer yapımların önünü açmış oldu. Dizide her bölüm kendi kimliğini korurken, aynı zamanda tekrar eden temalar ve unsurlarla doluydu. Sewell ve Winslow gibi tekrar eden karakterlerin dışında bile sezonun son üç bölümünde ilerisi için altyapı hazırlanıyordu mesela. Dizinin etkisi, tür olarak televizyonda keskin bir şekilde hissedildi. Açık bir biçimde, Ronald D. Moore‘un Battlestar Galactica’yı yeniden çekmesinin yolunu açtı. En soyut düzeyde, bir uzay savaş dizisinin de izlenebileceğini gösterdi. Daha spesifik olaraksa, Shane Vansen‘in Kara Thrace karakterine manevi anlamda öncülük ettiğini söyleyebiliriz.

space-above-and-beyond

Space: Above and Beyond’un ne kadar radikal olduğunu vurgulamak önemlidir. Ne de olsa, Murder One ve Hill Street Blues gibi yapımlar prime time seri yapımların yayınlanmasına öncülük ettiler. Hawkes’ın R & R bölümündeki hikayesi, muhtemelen birden fazla bölüm boyunca uzatıldı, Sugar Dirt ise çok bölümlü bir karakter olarak geliştirilseydi daha güçlü bir hikaye olabilirdi. 1996 yılında yayından kaldırıldığında, dizinin zamanının çok ilerisinde olduğu herkesçe kabul edildi. Bölüm bölüm ilerleme esasına göre, yayınlanmış ilk (ve tek) sezonun bile The X Files’ın ilk sezonuyla kıyaslanabilecek kalitede olduğunu görüyoruz. Who Monitors the Birds? ve The Angriest Angel gibi bölümler, Morgan ve Wong‘un şimdiye kadar yazmış olduğu en iyi anlatımlar arasında sayılmayı hak ediyor.

Nitekim dizi, James Wong ve Glen Morgan’ın yazar ve öykücü olarak gelişmesi için muazzam bir fırsat da sağladı. İlk kez bir dizi yazıyorlardı ve bu onlar için kendilerini geliştirebilecekleri iyi bir tecrübe oldu. Bu ikisi profesyonel ilişkilerini yıllarca sürdürdüler. Thomas J. Wright, Millennium‘u yönetti. Shirley Walker ise Final Destination‘ın müziklerine imzasını atacaktı. Space: Above and Beyond üzerinde çalıştıktan sonra iki yazar kendilerine daha çok güven duymaya başladılar. The X Files‘ın dördüncü sezonunda Morgan ve Wong’a yaptırılan dört bölüm, çifti yazmış olduklarından farklı şeyler denemeye ve sınırlarını zorlamaya teşvik etti. Dizi, Glen Morgan ve James Wong’un yaratıcılıklarının büyümesi ve geliştirilmesinde hayati bir önem kazanmıştır. Aynı zamanda, Space: Above and Beyond’ın The X Files gibi öne çıkamayışını anlamak da kolaydır. The X-Files tür ögelerini daha kabul edilebilir bir “drama” olarak gizleyebiliyordu. Ama Space: Above and Beyond, tanınmak ve anlaşılmak için mücadele etmek zorunda kaldı. Ayrıca, dizinin çok pahalıya mal olduğu gerçeği de var. Dizi, özel efektlere, setlere, detaylı prodüksiyon tasarımına ve nispeten geniş bir oyuncu kadrosuna ihtiyaç duymuştu. Haliyle bütün bunlar da para demekti.

space-above-and-beyond

Ne yazık ki Space: Above and Beyond, Fox’un deneysel yapımları desteklemeye daha az meyilli olduğu bir zamana denk geldi. Bununla birlikte en büyük sorun, Fox’un Space: Above and Beyond ile ne yapılacağına dair hiçbir fikrinin olmamasıydı. Fox, genç bir kitleye sahip yeni bir kanaldı. Oysa dizi, geçmişten ilham alan ve geleceği anlatan, yani gençlere pek de hitap etmeyen bir yapıdaydı. Serinin reklamı Fox’un kime ne sattıkları ile ilgili hiçbir fikrinin olmadığını açıkça gözler önüne seriyordu. Hele dizinin pazar akşamları yayınlanması çok kötü bir karardı. Maçların süresinin uzaması yüzünden bölümler tutarlı bir başlama zamanına sahip olamıyordu. Dizinin “aile saati”nde yayınlanması ise savaşla ilgili bir diziye sert sınırlamalar getiriyordu. Üstelik yeni yıldan sonra yayın saatleri neredeyse rastgele planlanmaya başlandı. İzleyiciler izlemek isteseler bile, hangi gün ekranda olacağını anlamakta zorluk çekiyorlardı.

Dahası tanıtım ve yayınında çok ciddi hatalar yapmasından da anlaşılacağı üzere, Fox’un diziyi tam olarak kavrayamadığı belli oluyor.  Tüm bunlara rağmen Space: Above and Beyond, televizyon tarihinin büyüleyici bir parçası olmaya devam ediyor. Kendine özgü tonu ve hissi izleyicilere vermeyi başarmış olan dizi, kendinden sonra gelecek yapımların izleyeceği bir patika oluşturdu ve uzayın bilinmeyenlerine dalarak diğerlerine cesaret verdi.

Düzenleyen: Sinan İpek

Yazar: Can Kaçan

Asimov ve Stargate hayranı...

İlginizi Çekebilir

Güldür Güldür’den 10 Bilimkurgusal Skeç

2013 yılında ilk olarak Fox’ta yayımlanan Güldür Güldür, 10. yılını geride bıraktı. Sunuculuğunu Kemal Sunal’ın …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et