Project Blue Book

Son Model UFO Dizisi: Project Blue Book

Bir History Channel dizisi olan Project Blue Book, ABD Hava Kuvvetleri tarafından UFO’ları araştırmak ve iddiaları çürütmek için başlatılan gerçek bir araştırmayı konu alıyor. “Blue Book”, özellikle İngiliz Parlamentosu için hazırlanan raporları ifade eden ve geçmişi 15. yüzyıla kadar giden siyasi bir terim. Günümüzde ise daha çok, tüketiciye yönelik hazırlanmış kapsamlı istatistiki bilgiler içeren raporlar için kullanılıyor. Çağımızın bilgi kirliliği ve zaman zaman kasıtlı dezenformasyon üreten çarkları yüzünden UFO’lar (Tanımlanamayan Uçan Nesneler) ile ilgili ciddi ve bilimsel bir çalışma yürütmek zor. O nedenle bu yazıda beyaz ekran için yapılan süslemeleri bir kenara ayırarak TV versiyonu ile tarihsel ve güncel gerçeklik arasındaki benzerlik ve farklılıkları keşfetmekle ilgilendik.

Dizi, vaka incelemelerini ve ilgili tarihi figürleri sansasyonelleştirip abartırken, kurgusuna gerçekte yaşanmamış birçok hikâyeyi de ekliyor. Gerçekle kurgunun iyice iç içe geçmesi ise, hükümetlerin UFO’lar konusuna dahlini anlamaya çalışan bizlerin işini daha da zorlaştırıyor. Project Blue Book, UFO’lara yönelik kamuoyunda oluşan söylenti ve hareketliliğin arttığı 1952’de başlatılmış bir Hava Kuvvetleri programının kod adıydı. Amaç, Soğuk Savaş döneminde olası paniği önlemek ve sözde UFO gözlemlerini inceleyip çürütmekti.

Dizide Aidan Gillen tarafından canlandırılan ünlü gökbilimci J. Allen Hynek, Project Blue Book’un bilimsel danışmanı olarak işe alındı ve başlangıçta gerçekten de uçan dairelerin doğal bir olay ya da yanlış tanımlamalar olabileceğini düşünüyor, incelemelerini de bu perspektif doğrultusunda yapıyordu. Ancak yavaş yavaş bu sözde nesnelerin gerçek olabileceğine ve daha fazla bilimsel dikkat gerektirdiğine inanmaya başladı. Ne var ki dizimiz bu durumu tam bir abartı cümbüşü eşliğinde sunuyor. Hatta dizide ana karakterimiz Hynek, sıvı tankta bekletilen bir uzaylı bile görüyor. Oysa gerçekte böyle bir olay hiç yaşanmadı. Elbette bu bir dizi, yani kurgusal bir sanat eseri. Ancak adı “Tarih” olan bir kanalın, jeneriğine “gerçek olaylara dayanmaktadır” ibaresi koyduğu bir dizide bu denli serbest atış yapması kabul edilebilir değil.

Daha sonra kamuoyuyla paylaşılan belgelere göre, Project Blue Book kapsamında 701’i açıklanamamış 12.618 tanımlanamayan uçan cisim gözlemi ile ilgili rapor derlenmiş. Ancak bu gözlemlerin kaçı üzerinde ciddi ve derinlikli bir araştırma yürütüldüğü muamma.  Zaten 2007 yılında yaptığı bir açıklamada Pentagon, Project Blue Book’un kapanmasından bu yana geçen 50 yıl boyunca, bu raporları çözüme kavuşturabilecek herhangi bir ilerleme sağlanamadığını belirtmişti. Peki, ama dizimize de ilham kaynağı olan bu proje tam olarak nasıl ve hangi gerekçelerle hayata geçirilmişti?

Her şey 1947’de başladı. General Nathan Twining, Pentagon’daki Ordu Hava Kuvvetleri Komutanı’na “Uçan Diskler” hakkında gizli bir not gönderdi. Notunda Twining, bildirilen olgunun gerçek olduğunu belirtiyor ve sessiz çalışan bu disk benzeri nesnelerin fark edildiklerinde ya da temas kurulmaya çalışıldığında kaçınma manevrası olarak nitelendirilebilecek hız ve hareketler sergilediğini yazıyordu. Bunun üzerine Wright Field (şimdiki Wright-Patterson Hava Kuvvetleri Üssü) merkezli “Sign” adlı bir proje başlatıldı ve ekibe de UFO`larla ilgili raporları derleme ve ulusal güvenlik için bir tehdit olup olmadıklarını belirleme görevi verildi. Sovyet ihtimali elendiği zaman, personel çok gizli bir durum değerlendirmesi yaptı ve kanıtlara dayanarak UFO’ların gezegenler arası bir kökene sahip olduğu sonucuna vardı.

Ancak bu hipotez, Hava Kuvvetleri Komutanı General Hoyt Vandenberg tarafından reddedildi. Sonunda Sign Projesi, halkı uçan dairelerin açıklanabileceğine ikna etmek amacıyla Project Blue Book’a dönüştü. Dönemin ünlü gökbilimcilerinden J. Allen Hynek de projeye bilimsel danışman olarak dâhil edildi. Özellikle Hava Kuvvetleri uçakları, 1952’de Washington semalarında parlak objeler görüldüğünü rapor edince Amerikan kamuoyunda ciddi bir panik havası esmiş, hatta General John A. Samford ülkeyi sakinleştirmek için bir basın konferansı bile düzenlemişti. (Buradan söz konusu konferansı izleyebilirsiniz) Samford basın toplantısında, 1.000 ila 2.000 raporun analiz edildiğini ve çoğunun açıklandığını duyurdu. Ancak bazı şeylerin hâlâ gizemini koruduğunu kabul ediyor, yine de bu gözlemlerin ABD’ye karşı herhangi bir “tehdit” içermediğinin altını çiziyordu.

Project Blue Book kapsamında pek çok rapor ve gözlem incelendi. Fakat yetkililer, UFO iddialarını çürütmek ve halkı sakinleştirmek adına başlatılan bu programın bir nevi X-Files departmanına dönüşmesinden endişe duyuyordu. Zira sadece birkaç yıl içinde, iletişim kanalları yüzlerce UFO gözlemi raporlarıyla tehlikeli bir şekilde tıkanmaya başlamıştı. Savunma kuruluşları, yanlış alarmların da ulusal bir tehlikeye dönüşebileceğinden yakınıyordu. Çünkü Sovyetler, bir kurmaca UFO dalgası simüle ederek bu durumdan faydalanabilirdi. Proje kapsamında ele alınan pek çok dosya, bizzat Hynek’in gülünç ve hatta kolayca çürütülebilecek birtakım açıklamalarıyla kapatılıyordu. Nihayetinde proje 1969’un sonlarında rafa kaldırıldı ve Amerikan Hava Kuvvetleri, “UFO`ların dünya dışı araçlar olduğuna dair hiçbir kanıt bulunamamıştır,” açıklaması yaptı.

İşte başrolünü Aidan Gillen ile Michael Malarkey‘in paylaştığı dizimiz, ana hatlarıyla bu süreci kurgulama hedefiyle yola çıkıyor. Tıpkı The X-Files‘ta olduğu gibi, daha ilk bölümünden itibaren bizi birbirine zıt iki görüş arasında bocalamaya zorluyor. UFO iddialarını çürütmek için programa dahil edilen Hynek, arada bir akılcı ve basit açıklamalarla durumu kurtarsa da, çok geçmeden skeptik duruşundan uzaklaşmaya başlıyor. Partneri Yüzbaşı Michael Quinn‘in ise tek derdi dosyaları bir an önce kapatıp üstlerine rapor vermekten ibaret. Hatta bu uğurda son derece lakayıt ve vurdumduymaz. Tabii bu davranışının altında üstlerinden gelen baskının da payı büyük. Yine The X-Files ve Sigara İçen Adam örneğinde olduğu gibi, ikilimizi denetliyor gibi görünen bir grup askeri yetkilinin aslında komplonun bir parçası olduğunu öğrenmekte gecikmiyoruz.

Game of Thrones dizisinde canlandırdığı Littlefinger karakteriyle de tanıdığımız Aidan Gillen’ın oyunculuk performansı oldukça tatminkâr. Ancak dizinin kurgusu, karakterinin ön plana çıkmasına pek fırsat tanımıyor. Özellikle bilim insanı kimliğinin yanı sıra bir eş ve baba olarak da sunulan karakterimizin özel hayatına dair sekanslar oldukça yavan bırakılmış. Bu yavanlık, eşi Mimi Hynek‘in de (Laura Mennell) entrikaların içine çekilmesi yoluyla giderilmeye çalışılmış, ama bu uğraşlar dizinin temposunu gereksiz yere düşürmekten öteye gidememiş. Yüzbaşı Michael Quinn karakterine hayat veren Michael Malarkey’in performansı ise iyimserlik vaat eden bir muğlaklık içinde. Anlaşılan sert, otoriter ve bitirim bir kurmay rolüne bürünmeye çalışırken oyunculuk meziyetlerinden de ödün vermek zorunda kalmış.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, binlerce rapor ve gözlemle ilgilenmiş gerçek bir proje söz konusu. Dolayısıyla dizimiz için hikâye üretme sorunu yok. Senaristlerin herhangi bir dosyayı açıp okumaları bile işlerini kolaylaştırmaya yeter. Bu potansiyeli kullanmak yerine, neden proje dışı kurgulamalara yöneldiklerini anlamakta güçlük çekiyoruz. Dizi bütünlüğünü sağlama gayreti anlaşılabilir olsa da, “gerçek olaylara dayandığı” iddia edilen bir yapım için bu kadar senaryo serbestliği tanınması tartışmaya açık bir konu. Hele de dizinin karakterleri gerçek kişilikler olunca, iş bir yerden sonra biyografik çarpıtmaya da giriyor. Tüm bunlara rağmen Project Blue Book, The X-Files tarzı dizilerden hoşlananlar için takip edilebilir bir yapım. Sadece izlediklerinizin kurgu olduğunu aklınızdan çıkarmayın yeter…

Yararlanılan Kaynaklar:

Yazar: Murat Yıldırım

Bilim veTeknik dergisinde popüler bilim yazarlığı ve editörlük yapmışlığım var. Bilimkurgu Kulübü websitesinde yazı yazmaya ve çeviri yapmaya devam ediyorum. Amatör olarak yazdığım hikayelerim yine Bilimkurgu Kulübü websitesinde, Yerli Bilim Kurgu Yükseliyor e-dergiside, Kayıp Rıhtım aylık öykü seçkisi ve Lagari Fanzin'de yayımlandı. Elime geçen, hoşuma giden herşeyi okurum ama özellikle bilimkurgu, fantazi ve korku edebiyatına bayılırım. Eğitim hayatımda yolum Istanbul Atatürk Fen Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi, University of Iowa ve University of Ottawa'dan geçti. Şu anda hayatımı ultrahızlı lazer laboratuvarlarında THz bandında foton toplayarak kazanıyorum.

İlginizi Çekebilir

O Bir Ankaralı: Mitch Pileggi

Hollywood da dâhil olmak üzere dünya sinemasında Türkiye ile bir bağlantısı olan ya da mesleğinde …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et