Siberpunk denilince akla gelen ilk isim William Gibson’dır. Bu nedenle Altered Carbon seyrederken doğal olarak kıyasınız ve referansınız bu işin piri William Gibson’un yazdıkları oluyor. (Yüksek Doz Gelecek’teki romanım Demir Yıldız, Gibsonvari bir cyberpunk dünyası sunar.) Altered Carbon’da güçlü bir noir dokunuşu var. Bir suç, suçu çözmeye çalışan gri alanda yaşayan, ne iyi, ne kötü bir karakter, yan hikâyeler… Teknik olarak incelersek Altered Carbon temiz bir iş. Yönetmenlik, efektler, sahne dekor, makyaj… Diyebilecek fazla bir şey yok. Başarılı bir gelecek dünyası atmosferi sunuyor bize. Bir yanda bulutların üzerinde yaşayan Meth zenginleri, bir yanda şehrin kanalizasyonlarında yaşayan küçük insanlar.
Senaryo açısından ise “zamansal” bazı sorunlar var. Bunlara spoiler kısmında değinmek gerekir. Son zamanlarda televizyon dizileri çağ atladı. Dijital efekt ve çekim teknolojileri kolaylaştı, böylece büyük bütçeli sinema filmleri ile yarışabilecek projeler izliyoruz. Malum, Altered Carbon’un son zamanların en ses getiren TV dizisi Game of Thrones’den daha fazla bütçeye sahip olduğu söyleniyor. Baş karakterimiz Takeshi Kovacs’ı canlandıran Joel Kinnaman, Robocop’un yeni çevriminde Alex Murphy rolündeydi. Ayrıca kendisini Suicide Squad’da da ekibin başındaki sert asker olarak seyrettik. Ancak bana sorarsanız dizinin en ilginç karakteri Edgar Allan Poe esintilerine sahip yapay zeka.
Spoiler bölümüne geçmeden önce hikâyemizi kısaca özetleyelim. Geleceğin dünyasında, kökenlerini bilmediğimiz eski bir uzaylı ırkından gelen teknoloji ile insanlar bedenler arası zihinsel transfer yapabilmektedir. İnsanlık hem uzay yolculuğu yapabilmekte, hem de başka gezegenlerdeki bedenlere geçebilmektedir. Takeshi Kovacs başka bir gezegende annesi, kız kardeşi ve üvey babası ile yaşamakta olan bir çocuktur. Ama üvey babası annesini öldürür. O da babasını… Hükümete bağlı, sert yöntemleri olan askeri bir birlik tarafından eğitime alınır. Görevleri diğer dünyalardaki muhalifleri ve suçluları yok etmektir.
Yıllar sonra yakuza için çalışan kız kardeşi ile karşılaştığı zaman kendi birliğine ihanet eder ve kaçak duruma düşer. Elçiler denilen mistik bir muhalif oluşum ile temasa geçince kariyeri bir başka yön bulur. Eskiden bağlı olduğu askeri birlik tarafından yakalandığında bedeni yok edilir, ama zihni madalyona benzeyen bir uzaylı teknolojisi içinde korunur. Gerçek hikâyemiz bu olaydan 250 yıl sonra başka bir beden içinde uyanmasıyla başlar. Çok zengin bir adam kendi katilini bulması için onu bedenleştirmiştir. Takeshi Kovacs bu cinayeti çözmeye çalışırken, hem uyandığı bu yeni dünyayı tanımaya çalışır, hem yeni dostlar edinir, hem de geçmişindeki sırlarla yüzleşir.
Altered Carbon genel olarak başarılı bir senaryoya sahip. Zaten yarattığı siberpunk-noir atmosfere diyecek bir şey yok. Gibson eserleriyle benzer bir dünyası var. Karakter seçimi, Uzak doğulu ölümcül katil, köprü üstündeki şehir… Bunlara Gibson eserlerinde de rastlıyoruz.
Eksi yönlere gelirsek:
Takeshi Kovacs’ın yakalanışı ve yeniden bedenlenişi arasında 250 yıl geçtiği söyleniyor ama bu geçen zaman teknoloji, toplum, politik düzen anlamında dolmuyor. Günümüz dünyasını düşünelim: 30 yıl önce bilgisayarlar, cep telefonları, internet günlük hayatımızda yoktu, 200 yıl önce dersek elektrik dahi hayatımızda yoktu. Oysa Takeshi uyandığı dünyada hiçbir şeye yabancı değil. Donmuş olduğu zamandan beri çok az şey değişmiş. İnsanlığın başka dünyalarda da yaşadığı dönemsel durumu tam oturtamıyoruz. Senaryo sadece Dünya, en fazla güneş sistemi içinde olsaydı daha tutarlı olurdu. Takeshi 50 yıldır müşterisi olmayan bir yapay zeka oteline gidiyor. Artık kimse yapay zeka otellerinde kalmıyormuş, Takeshi de bunu biliyor ama nedenini anlamıyoruz. Ya da 50 yıl müşterisi olmayan bir otelin nasıl açık kaldığını…
Para ödeme sistemi çok kolay. Elinizi bir ekrana koyuyorsunuz veya tükürüyorsunuz ödeme kabul oluyor. Bu durumda hırsızlık nasıl engelleniyor anlamıyorsunuz. Mesela bir adamın elini kesip ekrana koyarak bütün parasını alabilirsiniz, ara bir sorgulama veya güvenlik sistemi yok. Ayrıca insanların ensesindeki zihinsel korumanın tahrip edilmemesi çok önemli… Zira beden öldüğü zaman ensenizdeki zihinsel koruyucu sağlam kalırsa yeni bedene geçebilirsiniz. Peki bu durumda aklınıza ilk ne gelir? Boyun koruma değil mi? Ama herkesin ensesi açıkta. Polis sistemi ise bugün gördüğümüz düzen veya teknolojiden farklı değil. Zaten zihinsel ve bedensel transfer dışında teknoloji en fazla elli yıl ilerisinin. Zamansal sorun yine karşımıza çıkıyor. Senaryoda teknolojinin bu arasal boşluğunu dolduracak bir açıklama yok. Yani teknoloji az gelişti ama şu veya bu kriz, doğal veya suni felaket nedeniyle olabilirdi. Dizinin en iyi karakterlerinden Poe adlı yapay zeka kolay yok ediliyor ama neden kendini transfer edemiyor anlamıyoruz. Başka yapay zekalarla toplantıya gidebilirken, otelde çıkamadığını söylüyor. Orası da mantıklı değil.
Finaldeki Lizzie Eliot karakterinin zihninin gökteki kentte, suni bir bedene transferi, o bedenin yeniden şekillendirilmesi dizideki hiçbir durum ile açıklanamıyor. Transfer tamam desek, bedeni doğaüstü bir güçle “değiştirmesi” mantıksız… Latin kökenli polisimiz Kristin Ortega’nın annesiyle olan bütün muhabbetlerinin din üzerine olması da doğal değil. Polis ne zaman annesiyle karşılaşsa annesi kurulmuş oyuncak gibi dinden bahsetmeye başlıyor. İnsanların beden değiştirdiği, başka dünyalara gittiği günümüzden yüzyıllarca sonrası eski dinlerin olması hayal kırıklığı.
Dizi boyunca beden nedir, zihin nedir üzerine epey kafa patlatmak gerekiyor. Beden değişimi kurgusal açıdan müthiş bir zenginlik sunuyor. Mesela aldığınız bedenin kendi geçmişi ve tanıdıkları var. Beden değişiminde farklı cinsiyet ve yaşlar da söz konusu olabiliyor. Mesela küçük bir kız yaşlı bir kadın bedeninde tekrar hayata dönüyor veya evli bir kadın, erkek bedeninde. Dizi ile ilgili en önemli soru: Ölümsüzlüğe ve büyük zenginliğe sahip bir azınlık ne ister? Karşımızda yeni çağın Olimpos tanrıları var. Zaten Uzak doğulu gizemli katilimiz bir yerde şunu diyor: “Eskiden de tanrılar vardı ama onları göremezdik, duyamazdık, artık yeni tanrılarımız aramızda, görüyoruz, duyuyoruz.”
Sanırım üzerine düşünmemiz gereken durum da bu…
Hazırlayan: Orkun Uçar