“Dünya’nın sonu geldiğinde bize ne olacak?” teması o kadar çok işlendi ki, yeni gibi hissettiren bir post-apokaliptik hikaye yaratmak neredeyse imkansız hale geldi. Bir noktadan sonra böyle bir hikaye anlatmanın en kolay yolu geri dönüp daha önce bu alanda ne gibi işler yapıldığına bakmak. Ancak HBO Max’ın bilimkurgu dizisi “Raised by Wolves”un kanıtladığı üzere, işin başına Ridley Scott gibi bir ustayı koysanız bile, zamanında başarılı olmuş bir işin tekrar tutacağına garanti gözüyle bakmak zor.
Daha ilk dakikalarından itibaren “Raısed by Wolves”u izlemek, senaristi Aaron Guzikowski’nin sert bilimkurgu tombalası oynamasını izlemek gibi. Açılış sahnesinde kamera, Güneş Sistemi dışında bir gezegen olan Kepler-22b’de çorak bir çöle iniş yapan kapsülün yörüngesini takip ediyor. Üzerine hiç yakışmamış gümüş renkli streç tulumlarıyla kapsülden çıkan bir çift android hızla kolonilerini kurmaya başlıyor.
Yaratıcıları kişi tarafından medeniyeti tekrar kurabilmek adına altı çocuğu yetiştirmeye programlanmış bu androidler birbirlerine Anne (Amanda Collin) ve Baba (Abubakar Salim) diye hitap ediyor. Hemen sonraki sahnede Anne yeni evlerinde yerde uzanırken, Baba Anne’nin karnına kordon bağlıyor. Kordonların diğer ucu suni rahimlerde beklemekte olan fetüslerde ve böylece bu iki android Kepler-22b’nin yeni “Adem ve Havva”sı oluyor. Anne ve Baba, görünüşte duyguları ifade edememelerine rağmen, çocuklarına derinden önem veriyorlar ve onları yaratıcılarının kendilerine aşıladığı ateist ilkelerle yetiştirmeye çalışıyorlar.
“Raised by Wolves”, dindar bir insan mezhebinin neredeyse tüm inançsızları yok ettiği bir evrende geçiyor; bu açıdan dizi Amerika’yı baştan keşfetmiyor. Ancak pek de misafirperver olmayan gezegen yüzünden hayatları oldukça kasvetli. Zira 12 yıl sonra çocuklardan yalnızca Campion (Winta McGrath) hayatta kalıyor.
Kısıtlı prodüksiyon tasarımının ortasında, geçmiş bilimkurgu yapımlarına atıfta bulunan kostümleri ve Guzikowski’nin onlarca yıldır bilimkurguyu tanımlayan metaforlara olan sadakati sayesinde, dizi bilinçli olarak kendisine ilham veren işlere atıfta bulunuyor. Scott ilk iki bölümü yönetirken, “Alien” ve “Blade Runner” gibi ufuk açıcı çalışmalarına benzer şekilde özel bir görsel dil oluşturmaya çalışsa da, dizinin sert renkleri ve sıkıcı ortamı Scott’a çeşitlilik açısından yapılacak iş bırakmıyor.
Ancak “Raised by Wolves” hem seleflerine çok sadık, hem de kendi başına özgünleşmek için hiç çaba sarfetmiyor. Dizinin bilimkurgunun şimdiye kadar yaptığı her şeyi duvara fırlattığı ve hangisinin duvara yapışıp kalacağını görmeye çalıştığını söylemek abartı olmaz. Nihayetinde, her şey duvarda kalıyor çünkü dizinin kendisi bu! Guzikowski daha katmanlı bir dünya inşa etmek adına, ateistler ile inançlı “Mitraikler” arasındaki çatışmayı detaylandırıyor. Sonuçta, Mitraikler Dünya’daki bu korkunç savaşı kazanıyor.
Dizinin bir bölümünde, bilimkurgu tombalacılarının istediği gibi yetim bir çocuk hakkında bir kehanetten bahsediliyor. Ancak dizinin mitolojik arka planından ilk bölümlerde o kadar az söz ediliyor ki, “Raised by Wolves” dünyasını sürekli olarak ulaşılamayacak bir yerde tutuyor. Belki de dizinin en kötü yanı karakterlerin basitliği. İlgi çekici tek bir karakter olmaksızın, asırlık hikayeleri anlatmanın yeni bir yolunu bulamayan veya aslında böyle bir isteği bile olmayan bir diziyle vakit kaybetmek pek de kolay değil. Collin ve Salim’in ustaca tasvirleri sayesinde yalnızca Anne ve Baba karakterleri kayda değer bir etki bırakıyor. Geri kalan karakterler etten ve kemikten çok eskiz gibi hissettiriyor. Bu, özellikle kadın karakterler için geçerli. En önemlisi, gezegenin sert koşulları yüzünden amacını yerine getiremez hale geldiğinde öfkeli bir çöküş yaşayan, sırf üremek için yapılmış bir android olan Anne.
Gerçekten konuşma fırsatı bulan diğer kadın karakterler ise, ateist kocası Marcus’u (Travis Fimmel) düşman hatlarına kadar takip eden Sue (Niamh Algar) ile tecavüz sonucu hamile kalan Tempest (Jordan Loughran) adlı genç kadın. Bu karakterler bilimkurgu tarihinden alışık olduğumuz şablonlardan zoraki devşirilmiş. Kadınlara “eş” ve “anne”likten başka rol bulamayan dizi, Dünya’dan binlerce ışık yılı uzakları düşleyebilmesi şöyle dursun, çoğu zaman klişelerin ötesine bile geçmekte zorlanıyor. Bu nedenle yüksek beklentilere girilmeden izlenilmesinde yarar var.
Hazırlayan: Özlem G. | Kaynak