11 Eylül günü ABD’de gerçekleşen terörist saldırılar, pek çok şeyle birlikte sıradan insanların hayatını da değiştirdi. Böyle büyük bir travmanın sinema ve dizi sektörünü etkilememesi düşünülemezdi elbette. Saldırılardan sadece 4 gün sonra ilk bölümü yayımlanan 24′ün yıllarca zirvede kalmasında bu olayın kuşkusuz büyük etkisi vardı. Zaman yolcuları ve uzaylı teröristler, Continuum, Treshold gibi bilimkurgu dizilerinde de boy gösterdi. Saldırılara karşı devletin ve toplumun tepkisi pek çok kez konu edildi. Güvenliğin bedelinin ne olduğu, halkın kendini güvende hissetmek için özgürlük ve haklarından nereye kadar taviz verebileceği pek çok dizide işlendi, işlenmeye de devam ediyor.
İki sezon süren Jericho ise farklı bir açıdan yeniden hatırlanmayı hak ediyor. Dizimiz, Kansas’taki Jericho isimli hayali ufak bir kasabada geçiyor. Yakındaki Denver da olmak üzere 23 Amerikan kentinde patlayan nükleer bombalar sonrasında Jericho’da yaşananlar konu ediliyor. Dizideki anlatının gücü, saldırının kim ya da kimler tarafından düzenlediğinin bilinmemesinden geliyor. Temaya hakim bu bilinmezlik vurgusu, diziye güçlü drama ögeleri katıyor. Düşman kim? İslamcı teröristler mi, Çin mi, Kuzey Kore mi, yoksa içerideki hainler mi? İlk sezonun ortasına doğru kasabaya Çinliler tarafından paraşütle atılmışa benzeyen ve üzerinde “Direnmeyin!” yazan bir yiyecek paketi düşüyor. Bu şaşırtmaca gibi duran gelişmenin detaylarını ise ilerleyen bölümlerde öğreniyoruz.
Peki ama teröristler kim? Jericho, bizimle alaycı bir saklambaç oynuyor. Alt hikayelerden biri, bombalar patlamadan sadece birkaç gün önce ailesiyle Jericho’ya taşınan ve saklanan FBI ajanı Hawkins karakteri etrafında dönüyor. Hawkins’in geçmişi ve niyeti gizemli. Kasabalıların neler döndüğüyle ilgili bir fikri yok. Dizi bir yandan bizi ailesini korumaya çalışan Hawkins’in teröristlerden biri olabileceğine inandırmaya çalışırken, diğer yandan onun ikilemleriyle özdeşlik kurmaya, en azından ona sempati duymamaya davet ediyor. Zaten bu kimlik ve kafa karışıklığı, terörizm temalı post-apokaliptik dizilerin olmazsa olmazlarından. Günün sonunda gerçekten kime güvenebiliriz? Bu tür sorgulamalar hem anlatı içinde merak uyandırıyor hem de komplo teorilerine sarılma fırsatı doğuruyor. Gerçek hayatta olduğu gibi, dizide de küresel politikalar söz konusu olduğunda gerçeğin çoğunu göremiyoruz. İlk sezonun sonuna doğru bombaları kimin patlattığına dair kısmi bilgiler edinsek de, bu kişilerin gerçekte kim olduğunu ve niyetini öğrenemiyoruz.
Jericho, ABD’deki 2006 ekonomik krizinden hemen önce yayımlandı. Yine o sıralar Irak Savaşı da en yoğun günlerini yaşıyordu. Üstelik Irak Savaşını şirketlerin çıkardığına ve yönettiğine dair güçlü bir toplumsal algı vardı. Dizi de benzer şekilde gelişiyor ve kasabada sıkışıp kalan Jake Green (Skeet Ulrich) adlı ana karakterin arka plan hikayesi yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Başlarda evlat olsa sevilmeyecek bir tipken, giderek kasabanın kahramanına dönüşüyor. Fakat ilerleyen bölümlerde Jake’in paralı bir asker olduğunu, Afganistan’da silah kaçakçılığı gibi karanlık işlere bulaştığını ve Ravenwood ismli bir bir şirketle bağlantısı bulunduğunu öğreniyoruz. Dolayısıyla Jake’in geçmişi gitgide önem kazanmaya başlıyor. Özellikle de kasaba, otorite yokluğunda eşkıyaya dönüşen Rawenwood’la azalan kaynakların kontrolü için karşı karşıya kalınca… Jake ise Ravenwood ile olan bağlantısı için üzgün ve bunu telafi etmeye çalışıyor.
İlk sezonun çoğu, devlet ile şirketler arasındaki kirli işbirliğine yönelik vurgularla ve küçük Amerikan kasabalarına dair bir tür romantizmle geçiyor. En büyük özelliği çetelere ve onların çıkarlarına mesafeli kalmak olan Jericho kasabası göreli bir güvenlik içinde yaşıyor. Bundan istifade kasaba halkı, önemli günleri kutlamak ve ortak piknik yapmak gibi Amerikan geleneklerini canlı tutmaya çalışıyor. Ancak bu gelenekler ekonomik sorunların gölgesinde kalmaya başlıyor. Örneğin yerel süpermarket ile gittikçe azalan kaynakların yönetimi ve dağıtımı hakkında bir alt hikaye var. Kaynakların yönetimini ve dağıtımını kim kontrol etmeli? Özellikle kıtlık zamanında “adil” olan nedir? Belediye başkanlığı yarışında suça karşı sert tedbirler öneren ve topluluğa giren çıkanın daha sıkı denetlenmesini isteyen tuz madeni şirketi sahibi Gray ile kaynakların yönetiminin ve dağıtımının ‘devlet’ tarafından yapılmasını isteyen ve sık sık demokrasiden bahseden eski patrik Johnston Green (Gerald McRaney) arasındaki mücadele, 2000’li yılların ortasındaki ABD başkanlık seçimini andırıyor. Hatırlanacağı gibi seçim çalışmalarında ekonomi, güvenlik ve göç konusundaki söylemler ön plana çıkıyordu.
Gray’in eldeki tüm yiyecekleri dağıtma ısrarı, Bush’un vergi indirimleri ve vergi iadeleri konusundaki tutumuyla ve kısıtlamaları azaltmaya yönelik muhafazakar arzusuyla örtüşüyor. Johnston’ın “devlet” kontrolünde gıda dağıtım politikaları ise, Clinton’un liberal devlet desteği ve sosyal refah politikalarını sürdürürken sade bir mali yönetime geri dönülmesi vurgusuna gönderme yapıyor. İlk sezonun sondan bir önceki bölümünde kasaba halkı, öncelikle kasabayı ve kaynaklarını korumak için süpermarket çalışanları ve paralı askerler ile bir anlaşma yapıyor. Kaynaklar azaldığında olmayacak tavizler verilebilir, “uzlaşmalar” yapılabilir. Buradaki göndermeyi okumak çok zor değil: 2000’lerin başında yapılan “uzlaşmalarla” ABD savaşa girdi. Ancak kimin çıkarlarını korumak içindi? Ve hangi etik değerler pahasına?
İkinci sezon, Jericho kasabasının Amerikan Müttefik Devletleri (AMD) adıyla kurulan yeni rejime katılmasıyla hızlı bir başlangıç yapıyor ve ortalık hemencecik karışıyor. AMD, saldırıların sorumlusu olarak Kuzey Kore ve İran’ı görüyor ve nükleer bomba atıyor. Peki ama terörist saldırıyı düzenleyenler aslında yeni rejimin kurucuları olabilir mi? Eski ABD’yi zayıf, iradesiz bir askeri güç olarak göstermek için yeni ders kitapları aracılığıyla tarihi sil baştan mı yazıyorlar? Ayrıca AMD tarafından desteklenen Ravenwood’un kasabanın güvenliğini de üstlendiğini görüyoruz. Ravenwood, AMD’nin bürokratik kolu olarak hizmet veren Jennings & Rall isimli şirkete ait. 2008 tarihli ikinci sezon, ABD’de mali kriz başlamasına yakın bir zamanda yayımlandı. İlginç bir şekilde, yeni sezonda demokratik süreç ve sivil özgürlüklerin yıpranması pahasına şirket-devlet ortaklığının daha fazla odağa konduğunu belirtmek gerekiyor. Örneğin çiftçilerden biri, kendisini Jennings & Rall’a bağlayan kötü bir ipotek sözleşmesi imzalamaya zorlanıyor. Yoksa her şeyin arkasında Jennings & Rall mı var?
Gizemler açığa çıkıyor gibi olsa da, son bölümlere doğru hikayeyi toptan değiştirecek sürprizlerle karşılaşıyoruz. En başta atılan o 23 bombanın esrarı çözülüyor. Dizi, neredeyse o zamana kadar yaptığı tüm şirket karşıtı eleştirilerinden uzaklaşarak kopan kıyameti tek bir delinin üzerine yıkmaya çalışıyor gibi. İki ana karakterimiz Jake ve Hawkins’in, AMD şirketlerine karşı Teksas Cumhuriyeti’ne doğru yola çıkmasıyla sona eren hikayeyi üçüncü sezona taşıyan bir çizgi roman olduğunu da hatırlatalım.
Jericho, son bölümlerinde eski moda Amerikan vatanseverliğine dönüş yapıyor, ekonomi ve siyaset ilişkisi ile ilgili daha önceki anlatılarını ve yorumlarını basitleştiriyor. Bununla birlikte, Irak Savaşındaki şirketlerin rolüne yönelik kaygıları, hatta daha genel olarak devletin şirketleşmesine yaptığı vurguları son derece önemli. Fakat üstü kapalı eleştirilerinde pek başarılı değil ve bazı kritik konulara hiç yer vermiyor. Örneğin ırksal ve dini çatışmalar hemen hemen yok sayılıyor. Ayrıca Jericho neredeyse `beyaz` bir kasaba. Kamera önündeki tek siyahi ailenin de (Hawkinsler) aldatmaca ve sırlarla dolu olduğu açıkça görülüyor. Bir diğer beyaz olmayan karakter ise Hintli doktor. Zaten o da ayyaş çıkıyor. Oysa şirket açgözlülüğüyle devlet işbirliği, daha karmaşık ve etkili şekilde incelenebilir, dini söylemlere ve ırkçılığa yönelik eleştirel mesajlar verilebilirdi. Ne var ki Jericho kasabasında işler böyle yürümüyor. Yine de dizi, gündeme getirdiği sorularla ve politika ile ekonominin ilişkisine dair söyledikleriyle genel olarak tatmin edici. Eğer izlemediyseniz kesinlikle göz atmaya değer.