Philip K. Dick’in Elektrikli Düşleri

Philip K. Dick’in öyküleri ve romanları sinemada pek çok filme hayat verdi. Bunlar arasında ilk akla gelenler elbette Blade Runner (Bıçak Sırtı), Minority Report (Azınlık Raporu) ve Total Recall (Gerçeğe Çağrı). (PKD’nin eserlerinden uyarlanan filmlerin tam listesi) Son zamanlarda dizi sektörü de PKD’yi keşfetti. Bilhassa Trump’ın başkan seçilmesinin ardından ABD’nin sivil özgürlükler alanında yaşadığı gerilemeyle daha da anlam kazanan “The Man In The High Castle(Yüksek Şatodaki Adam) ile bu kapı açıldı. Daha sonra, dünyaya Black Mirror gibi kısa sürede kült mertebesine erişen bir eseri sunan İngiliz Channel 4 televizyon kanalı, Black Mirror’ı Netflix’e devrettikten sonra Amazon ve Sony işbirliğiyle PKD’nin öykülerinden uyarlanan “Philip K. Dick’s Electric Dreams(Philip K. Dick’in Elektrikli Düşleri) adlı yeni bir diziyi 2017’de yayınlamaya başlamıştı. 19 Ocak 2018 Cuma tarihi itibariyle PKD’nin Elektrikli Düşleri Amazon aracılığıyla tüm dünyada platform üzerinden izleyicilere sunuldu.

Philip K. Dick’in Elektrikli Düşleri, PKD’nin 1950’li yılların ortasında kaleme aldığı öykülerinden esinlenen ve her biri farklı bir senarist ve yönetmen tarafından yaratılan 10 ayrı bölümden oluşuyor. Dizi üzerine yapılan değerlendirmeler, kaynak metinlerin sağlamlığına ve serideki aktör ve aktrislerin başarılı oyunculuklarına rağmen, dizinin genel olarak zayıf kaldığını söylüyor. Gelin hep beraber ön plana çıkan birkaç bölümü işaret ederek PKD’nin elektrikli düşlerinde bir gezintiye çıkalım.

Dizinin beşinci bölümü “Real Life(Gerçek Hayat), Battlestar Galactica’dan tanıdığımız Ronald D. Moore tarafından yazılan klasik bir PKD örneği. Terrence Howard adlı bir iş adamı ile Ms. Paquin adlı kadın bir polis aynı bilince sahip olmalarına rağmen iki ayrı hayatı sürmektedir. Fakat acaba gerçekliğin iki paralel düzleminde ikisinin yaşamı “gerçekten” birbirinden ayrık mıdır? İki hayattan hangisi gerçek, hangisi sanaldır? Elektrikli düşlerde gezinmeye, sekizinci bölüm “Autofac” ile devam edelim. Bu bölümde robotlara, şirketlere ve vahşi kapitalizmin tüm acımasız öğelerine rastlıyoruz. Janelle Monáe’in bir soykırım şirketinin bilgisayar ara yüzünü canlandırdığı bölümde, hayatta kalmaya çalışan karakteri Juno Temple canlandırıyor. Bu öykü televizyona aktarılırken, orijinal metnin içerdiği devrimci yaklaşımların törpülendiğini görüyoruz. Belki de, Stanislaw Lem’in yıllar önce PKD için dediği “Şarlatanlar arasında bir vizyoner” (*) övgüsünü hatırlatacak şekilde, dizi sektörü bakımından metin biraz aşırı vizyoner kalmış olabilir.

Dizinin en gözde bölümleri olarak “Impossible Planet(İmkânsız Gezegen) ve “The Commuter(Abonman Bilet Sahibi) öne çıkıyor. Eğer vaktiniz kısıtlıysa, birbirinin olay örgüsünü takip etmeyen ve her bir bölümü ayrı bir anlatıya sahip böylesi dizilerde doğrudan iyi malzemeyi seyretmeye geçebilirsiniz. Fakat bu iki harika bölüm hakkında yazmadan evvel diğerleri hakkında da birkaç şey söyleyelim. “Human Is,” (İnsan), daha insancıl bir uzaylı ceset avcısıyla yer değiştiren aksi bir askeri kumandan olan Mr. Cranston’ın öyküsünü anlatıyor. “Crazy Diamond(Çılgın Elmas), önümüze distopik bir atmosfer sunuyor: Hayvan-insan karışımı canavarlar, iklim değişikliğinin ileri aşamalara ulaşması, bir baskı aparatı olarak tüketimciliğin kullanılması. “Safe and Sound(Güvenli ve Sapasağlam), paranoyanın politik bir suiistimal nesnesi hâline dönüştüğü uyarıcı bir öykü. “Kill All Others(Bütün Ötekileri Öldürün) bölümü de aynı konuyu işliyor. Zaten söz konusu “paranoya” oldu mu kimse PKD’nin eline su dökemez.

The Hood Maker(Şapkacı), Game of Thrones’tan tanıdığımız Richard Madden’ın bir dedektifi, Holliday Grainger’ın ise onun iş ortağı olduğu bir telepatı canlandırdığı çarpıcı bir bölüm. Zihinleri okuyabilen telepatların devlet tarafından bilgisayarların yerine kullanıldığı bu alt-gerçeklik evreninde, insanlar zihinlerinin okunmaması için mücadele ediyorlar. Bölümün motto cümlesi: “Zihnimizi okuyabilirsiniz, ama kalbimizi asla!” “The Father Thing(Baba Gibi Olan Şey), dünyanın uzaylılar tarafından işgal edilmesini anlatıyor. Charlie’nin, annesini korumak için zor kararlar vermesi gerekmektedir çünkü insanların tehlikeli uzaylı canavarlarla yer değiştirdiğini ilk fark edenler arasındadır.

Philip K. Dick’in Elektrikli Düşleri arasında en parlak iki bölümün “Impossible Planet” (İmkânsız Gezegen) ve “The Commuter” (Abonman Bilet Sahibi) olduğunu belirtmiştim. İmkânsız Gezegen, adeta Star Trek’in kayıp bir bölümünü andırıyor. Günümüzden yüzlerce yıl gelecekte geçen öyküde, bir uzay turizmi şirketinin iki çalışanı ve müşterileri olan yaşlı bir kadın yer almakta. Yaşlı kadının tek dileği, dünya gezegenine geri döneceği bir ziyaret gerçekleştirmektir. Fakat “küçük” bir sorun vardır, dünyadaki bütün hayat bir güneş yangını sonucunda yıllar önce yok olmuştur. Olaylar, bu iki şirket çalışanının hafızası eski gücünde olmadığı için anılarında karmaşa yaşayan, dolayısıyla dünyaya dair bu gerçeği hatırlamayan yaşlı zengin kadının dileğini yerine getirmek için onun algılarıyla oynamalarıyla başlar. Yolculuk ilerledikçe, algıları dönüşüme uğrayan sadece yaşlı kadın olmayacaktır. Neyse, sürpriz bozan vermemek için burada nokta koyalım.

Son olarak, eleştirmenlerce en iyi bölüm olarak yorumlanan “The Commuter” (Abonman Bilet Sahibi)’a değinelim. Francesca Gregorini tarafından zarifçe yönetilen bu bölümde, Timothy Spall kendi zorlu hayatından kurtulmasını sağlayacak süper gizli bir durağı keşfeden bir tren istasyonu memurunu canlandırıyor. Ed Jacobson adlı bu tren istasyonu memuru işinden memnun değildir ve evde bakması gereken zihinsel sorunları olan bir oğlu bulunmaktadır. Ed, bir gün istasyondaki yolcuların gerçekte var olmayan bir yer için bilet aldıklarını fark eder. Araştırmaları sonucunda bu yerin, mevcut gerçekliğin alternatifi, paralel bir gerçeklik olduğunu keşfeder. Fakat bu yere gidebilmek için, büyük bir evrensel sorunla yüzleşmelidir: Acılarınızdan kurtulmanız mümkün olsaydı bunun için nasıl bir bedel ödemeyi göze alırdınız? Adeta meşhur kült dizi Alacakaranlık Kuşağı’nın atmosferini yansıtan bu bölüm, sunduğu lirik oyunculukla da göz kamaştırıyor.

Philip K. Dick’in Elektrikli Düşleri, benzer kulvarda yürüyen Black Mirror gibi huzursuzluğun ve belirsizliğin hem ABD’de hem de dünyanın geri kalanında yükseldiği tarihi bir dönüm noktasında yayına sunuldu. Dizideki orijinal öykülerin yazıldığı 1950’ler, o döneme damgasını vuran Alacakaranlık Kuşağı ile beraber II. Dünya Savaşı sonrasının belirsizlikler ve hayal kırıklıkları çağı olarak hatırlanıyor. Az gidip uz gidip dere tepe düz gittikten sonra aynı noktaya varmamız üzücü. Bir zamanların distopya kurguları zamanla gündelik hayatın rutinlerine dönüşüyor. PKD’nin Elektrikli Düşleri veya Black Mirror gibi yapıtları izlerken aklımızın bir kenarında her zaman şu soru yanıp durmakta: Burada anlatılan şeylerin gerçekleşmesine ne kadar vakit kaldı? Fakat bu sorunun oldukça korkunç olası bir cevabı var: Belki de anlatılanlar tam da bizim hikâyemiz…

(*)

Yararlanılan Kaynaklar

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

The Acolyte

Devasa Bir Hayal Kırıklığı: The Acolyte

The Acolyte, ilk kez duyurulduğunda Star Wars evrenine cüretkar ve yenilikçi bir vizyon kazandırma hedefinin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin