another life

Netflix’ten Ne İdiği Belirsiz Bir Bilimkurgu: Another Life

Battlestar Galactica‘nın finalinden on yıl sonra Katee Sackhoff, eskimiş prodüksiyon değerlerine ve ergenden hallice bir oyuncu kadrosuna (kendisini tenzih ederiz) sahip düşük bütçeli bilimkurgu draması Another Life ile uzaya geri dönüyor. Uzaylı bir medeniyetle temas kurmak için bir derin uzay görevinin kaptanı olan Niko Breckinridge rolüne bürünürken, o eski Starbuck ruhunu da ortaya koymaya çalışıyor, ancak karakterinin tutarsızlığı buna pek de müsaade etmiyor. Tutarsız, dengesiz bir amir ile yetenekli bir lider arasında gidip geliyor ve ekibi de benzer şekilde tutarsız. Neden bu sinirli, kibirli ve ruh sağlığı bozuk tiplemelerin, yetkin bir yıldız gemisine doldurulup “ilk temas” gibi uygarlık açısından yaşamsal öneme sahip bir göreve yollandığını anlamak hakikaten çok zor.

Dizi, tüm sezonun en güzel anını sunan bir uzaylı gemisinin Dünya’ya gelişiyle açılıyor. Özel efektler çok ham, ancak sürekli dönen ve bir sonsuzluk sembolü gibi görünen uzay gemisinin tasarımı, etkileyici bir şekilde başka bir dünyadan geldiğini belli ediyor ve göz korkutucu olmayı başarıyor. Uzaylılar bir elçi göndermek veya bir saldırı düzenlemek yerine, uzay gemilerini dev bir kristalimsi vericiye dönüştürmeyi yeğliyor.

Bilim insanları (Justin Chatwin’in oynadığı Niko’nun kocası Eric Wallace da dahil olmak üzere) vericiyle iletişim kurmaya çalışırken, hükümet de boş durmuyor ve geminin sinyal yolladığı keşfedilen yıldız sistemine gitmek için bir derin uzay görevi planlıyor. Amaç, gemiyi inşa edip gezegenimize gönderen gelişmiş medeniyetle ilk teması gerçekleştirmek. Dizi bu görevi insanlık için bir ölüm- kalım olayıymış gibi göstermeye çalışıyor, fakat 4 bölüm boyunca uzaylıların bir tehlike ya da tehdit yarattığına dair hiçbir belirti sunmuyor. Yine de kaptanlığını Niko’nun üstlendiği Salvare adlı keşif gemisindeki herkes, uzaylıların anavatanına ulaşmak için her şeyi feda etmeye bir hayli istekli görünüyor.

Niko dışında, mürettebat üyelerinin neredeyse tamamı 20’li yaşlarında ve “artık uzay görevlerinde resmi üniforma giyilmediğini” açıklayan kısa bir repliğin de özgüveniyle olsa gerek AVM’de gezer gibi ortalıkta dolanıyorlar. Ciddi bir uzay görevine atılmış mürettebattan çok, gençlik odaklı bir pembe dizinin oyuncu kadrosuyla karşı karşıya gibiyiz. Sadece görünüşleriyle değil, hal ve hareketleriyle de bu önermeyi haklı çıkarmayı başarıyorlar. Örneğin teknik zekâları çoğunlukla birbirlerine bağırmakla sınırlı. Yine JayR Tinaco‘nun canlandırdığı geminin doktoru Zayn, sorun ne olursa olsun çaresiz kalmasıyla seyirciye sık sık orada neden bulunduğunu sorgulatma konusunda çok başarılı. İletişim görevlisi Jessica Camacho ise o kadar çirkef  ki, gerçek hayatta kendisiyle oturup iki kelam etmeye bile yanaşmak istemezdiniz.

İşte böylesi bir garabetin içine düşen Kaptan Niko’nun, her bölümde ekip içi krizlerle, kıskançlık patlamalarıyla ve tabii ki çeşitli sistem arızalarıyla boğuşmaktan sıdkı sıyrılıyor. Mürettebat üyeleri, yeri geldiğinde Niko’yu saf dışı bırakıp geminin rotasını daha önce haritalanmamış bölgelere çevirmek gibi akla ziyan kararlar alırken bile oldukça rahat. Durum o kadar vahim ki, geminin yapay zekası bile çoluk çocuğa karışmış Kaptan’a abayı yakıp tın tın peşinde dolanıyor. Dizinin yaratıcısı Aaron Martin ve senaryo ekibi, büyük ihtimalle akıllarına gelen sınırlı olayı nasıl 10 bölüme yayacaklarını bulamamış ve bu yüzden olsa gerek en basit görevleri bile türlü engellerle uzatmak için ellerinden geleni yapmış.

Elbette bölüm bazlı hikayelere önem verilmesi hoş, ama dizi bir sürü bilimkurgu yapımının harman edilmiş kötü bir çakması gibi görünmekten kurtulamıyor. Yabancı bir gezegene inince “a burada oksijen varmış,” diyerek kasklarını çıkarıp kıkır kıkır gülmelerinden tutun da, Alien filmindeki ünlü yemek sahnesinin ergenlerce yeni baştan canlandırılışına kadar dizide görebileceğiniz tuhaflıkların haddi hesabı yok. Daha “mantar kafası“ndan kurtulmak için uzay gemisinde düzenlenen çılgın gece eğlencesine veya sonu hamilikle sonuçlanan seks partisine değinmedik bile!

Mürettebatımız derin uzayda gecelerden gecelere akarken, Dünya’da da koşturmaca sürmektedir tabii. Mesela Erik, uzaylı iletişim cihazı ile etkileşime geçebilmek adına bir tür aptallar için Arrival oynamakla meşguldür. Uzaylı yapısına lazer tutmak, karşısına geçip bağırmak gibi türlü yaratıcı iletişim çabaları dener ve aklına Close Encounters of the Third Kind filmi gelmiş olacak ki sonunda işin sırrının müzikte yattığını ortaya çıkarır. Öte yandan da sürekli 250 milyon takipçisi olmasıyla şişinen YouTuber kılıklı gazetecimsi Harper Glass (Selma Blair)‘ın tacizleriyle cebelleşir.

Adeta sınırsız sayıda gibi görünen derin uykuya yatırılmış mürettebat üyeleri sayesinde, olay örgüsü her gerektirdiğinde birini uyandırıp diziye yeni karakterler eklenebilmesi de işin ciddiyetini azaltıyor. Biri mi öldü? Hiç sorun değil, yedeğini uyandır gitsin! Bu yüzden herhangi bir karakterin ölmesini veya yaşamasını önemsemekte zorluk çekiyoruz. Gerçi oyunculuklar o kadar korkunç ki, bir karakter öldüğünde seyirci olarak genellikle durumu memnuniyetle karşılaşıyoruz. Keşke yeni sezonu hiç çekilmese. Bakın, bu çok daha memnuniyet verici olabilirdi!

Hazırlayan: Telepreter

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Uglies-2024

Çirkinliğin Geleceği: Uglies

Çirkinler (Uglies, 2024), yönetmen McG‘nin bir distopya tasavvuru. Film, Tally Youngblood (Joey King) adında bir …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin