Lost in Space‘in Netflix tarafından yeniden çevrileceği açıklandığında, herkesin aklında beliren hayati bir soru vardı: Bu yeni yapımda, 1960’larda yayımlanmış orijinal serinin iki farklı tarzından hangisi benimsenecekti? Başlangıçtaki sakin, ağırbaşlı uzay macerası mı, yoksa ileride dönüştüğü gülünç “korkunçlu canavar” dizisi mi? Netflix’in Lost in Space‘i, yukarıdaki iki seçeneği de tercih etmemiş. İki tercihten birine yönelmek yerine, dizi nesiller boyu üretilmiş ünlü aile maceralarını ve bilimkurguları damıtıyor. Bu esinlenmenin baş rehberi Steven Spielberg ve onun unutulmaz eseri E.T. Buna ek olarak Star Wars, Star Trek, Alien ve Jurassic Park gibi yapıtların da etkisi görülüyor.
Dizinin yaratıcı ekibi – yazarlar Matt Sazama ve Burk Sharpless ile yapımcı Zack Estrin– bu parçaları gerekenden fazla yeterlikle birleştirmiş ve ortaya çıkan ilk birkaç bölüm, “Spielbergyen” ya da “Spielbergesk” denebilecek kıvamda. Robinson ailesi uzayda gergin, sevecen ve heyecanlandırıcı bir şekilde kayboluyor. Aynı zamanda dizinin ilk bölümlerindeki mizah, Spielberg’in yapımcısı olduğu 2011 tarihli bilimkurgu dizisi Terra Nova’yı andırıyor. İşler çabucak ters yönde ilerliyor tabii ve ilk bölümlerdeki başarılı atmosfer, klişe ve giderek artan duygusal bir aile dramasına dönüşerek nötrleniyor. Sezon, onuncu bölümdeki bir ters köşeyle, muhtemel bir ikinci sezona göz kırparak bitiyor; tabii Netflix buna ikna olursa.
Hikaye ufak değişikliklerle de olsa korunmuş. Uzayda sömürgeleştirmenin başladığı dönemde Robinson ailesi daha iyi bir dünyada yaşamaya hak kazanıyor. Geçtikleri testler ve aldıkları eğitimlerden sonra uzayda yeni bir koloni kurmak için yola çıkıyorlar. Fakat yolculuk sırasında beklenmedik olaylar gerçekleşiyor ve rotalarından sapıyorlar. Bilmedikleri bir gezegene mecburi işin yapmak zorunda kalan ailemiz, evlerinden onlarca ışık yılı uzaklıktaki bu yabancı dünyada hayatta kalmanın yollarını arıyor. 2048’de geçen yeni uyarlama, görüleceği gibi orijinal serinin temel dinamiğini koruyor: Anne, baba ve üç çocuktan oluşan Robinson ailesi, pilot Don West, eksantrik Dr. Smith ve “tehlike” demeyi seven robotlarıyla uzayda çeşitli maceralar yaşıyor.
Tabii böylesi sıradan, basit bir macera hikayesini daha modern, kültürel olarak daha duyarlı yerel bir melodrama çevirmek için epey emek harcanmış gibi. Örneğin Robinsonların evliliği artık sorunlu bir evlilik. Baba John Robinson (Toby Stephens), Alpha Centauri’ye olan yolculuk için dönene kadar ortalıkta olmayan bir baba. Maureen Robinson (Molly Parker) ise oldukça zeki bir bilim insanı ve ailenin baskın karakteri (artık yıldızlararası bir ev hanımı yok karşımızda); ancak buna feminist bir yaklaşım demek pek mümkün değil, çünkü bu sayede baba hem bir kahraman hem de daha anlayışlı bir ebeveyn konumuna dönüşüyor.
Genç Will Robinson (Maxell Jenkins) hâlâ aynı bacaksız kurtarıcı: son dakikalarda akıl ettiği hayati çözümlerle günü kurtarıyor, ama o artık bir emo. Orijinal Will’in cıvıl cıvıl kendine güveninden eser yok. Bu güven Will yerine ablalarına dağıtılmış: Penny (Mina Sundwall) ve Judy (Taylor Russell). Çeşitlilik artık bir üvey kardeş olan melez Judy ile sağlanmış (2018 çıkışlı bir yapım için, dizide hiç eşcinsel karakter olmaması oldukça şaşırtıcı).
Asıl radikal değişiklikler ailenin dışındaki karakterlerde yapılmış gibi. Eskinin hevesli Don’u (Ignacio Serriccio) artık nüktedan bir paralı asker, gerçi kritik anlarda hâlâ güvenilebilecek biri. Robot, artık H.R. Giger tasarımlarını andıran doğal bir korkunçluğa sahip. Ve Doktor Smith (Parker Posey), eski dizinin matraklığının yokluğunda, artık tam teşekküllü bir sosyopat; bu da dizinin yeni tonuna olumsuz etkide bulunuyor.
Bu karakterler Robinson ailesinin tek yol arkadaşları değiller. Önceden kendi başına takılan aile artık büyük bir görevin parçası, onlarla birlikte göreve tabi başka gezginler de var, bu da kilometrelerce öteden görülebilen ve tahmin edilebilen çatışmalara ve yakınlaşmalara yol açıyor.
Yetişkin aktörler rollerini iyi kotarmışlar, gerçi Posey’in karakteri pek oynanabilir değil. Dr. Smith o kadar eleştirilebilecek bir karakter ki, arada bir mecburen sempatik davrandığında çok absürt duruyor. Lost in Space’i asıl çekilir kılan şey, bazı aksiyon sahnelerinin dışında, Russel, Sundwall ve Jenkins’in başarılı oyunculukları. Eğer bir yolculuğa çıkmak isterseniz, ideal yol arkadaşları onlar.
Hazırlayan: Ufuk Cem Çakır | Kaynak