star trek picard

İkinci Sezonuyla Star Trek: Picard

SPOILER UYARISI!

Galiba ne dilediğimize dikkat etmeliyiz! Star Trek: Picard‘ın ikinci sezonundan başka hangi dersi alabiliriz ki? Patrick Stewart‘ın birkaç yıl önce ikonik Jean-Luc Picard rolüne geri döneceği duyurulduğunda, bu herhangi bir Trekkie’nin umabileceğinden çok daha fazlasıydı. Kaptan Picard sonunda hak ettiği finale kavuşacaktı! Ancak bu kadar baştan savma bir dizi izleyeceğimizi nereden bilebilirdik? Başkarakteri ile The Next Generation günleri arasına bir parsek mesafe koymaya çalıştığından olsa gerek, dizinin birinci sezonunu karışık duygularla izledik. Ne üniforma vardı ortada, ne yıldız gemisi, ne de Atılgan mürettebatı… Oysa bunlar, Stewart’ın uzaya dönmesini istememizin ana nedenleriydi. Elbette orada burada bazı güzel anlar vardı, ancak sonuç genellikle tatsız tuzsuzdu.

İkinci sezonun açılış bölümü savaşın ortasında kalmış bir yıldız gemisinde başladığında, “belki de bu sefer güzel bir şeyler izleriz, kim bilir?” diye iç geçirmekten kendimizi alamadık. Ne de olsa umut fakirin ekmeği. Üstelik ilk sezonun çekirdek oyuncu kadrosu ve tabii Jean-Luc’un kendisi, çoğunlukla daha sevimli, eski tanıdık Star Trek versiyonlarına dönmüş gibiydi. Picard’ı Yıldız Filosu Akademisi’nde görüyor, hatta Laris ile aralarında bir romantizmin geliştiğine tanık oluyorduk. Ve tabii, The Next Generation’ın efsanevi karakterleri Q (John De Lancie) ve Guinan (Whoopi Goldberg) geri dönüyordu. Her şey iyiye işaret eder gibiydi. Ancak Q’nun da dediği gibi, insan ne dilediğine kesinlikle dikkat etmeli!

Bu umut verici atmosfer, sezon ilerledikçe yavaştan tersine dönmeye başladı. Önce Borg’lar çıktı sahneye, ardından da Q ve derken her şey The Voyage Home filminin kötü bir kopyasına dönüşeverdi. Kendilerini kötücül bir Federasyon yönetimi altında bulan karakterlerimiz, yanlarına Borg Kraliçesi’ni de alarak bu alternatif gerçekliği değiştirmek için zamanda yolculuk yapmaya karar verdi. Gerisi The Voyage Home filminde izlediklerimizden çok da farklı değildi. Merak ediyorsanız hemen belirtelim: Müzik çalarıyla otobüstekileri rahatsız eden punkçı da oradaydı! Sanki dizi, ilk sezonunda özlenen Picard’ı verememenin hayal kırıklığıyla olsa gerek, ikinci sezonda sevilen her şeyi barındırmaya çalışan bir hikâyeye sarılmış gibiydi.

İlk sezondan aşina olduğumuz Isa Briones ve Evan Evagora tekrar bizimleydi. Brent Spiner‘ın oldukça sönük Dr. Altan Soong’unun yerine, bu sefer cıvıl cıvıl, isterik ve özensiz bir karakter olan Adam Soong vardı karşımızda. Raffi (Michelle Hurd) ve Seven (Jeri Ryan) arasında tomurcuklanan ilişki zikzaklı bir rotada ilerlemeye devam ediyordu. Santiago Cabrera’nın Kaptan Rios’u ve Alison Pill’in Agnes Jurati’si ise daha sevimli versiyonlarıyla “biz de varız” diyordu. Görünürde her şey yolundaydı. Ta ki geçmişe giden karakterlerin yakın bir zamanda geri dönmeyecekleri anlaşılana kadar… Bu hamlenin bütçe tasarrufu adına alınmış bir karar olduğu ortadaydı, ancak asıl sorun bir noktadan sonra dizinin yerinde saymaya başlamasıydı. Özellikle kurgu açısından hiçbir anlam ifade etmeyen ve haftayı kurtarmak için eklendiği anlaşılan o kadar çok gereksiz sekans vardı ki, bir yerden sonra diziyi ileri sarmamak zaman israfı gibi gelmeye başlıyordu.

Picard’ın kendisine gelince, bu sezon bazen Stewart’ın zayıf göründüğü ve zorlandığı fark edilebiliyordu. Kamera arkasında neler olduğunu bilmek elbette mümkün değil, ama aktörün artık 81 yaşında olduğunu da akıldan çıkarmamak lazım. Hatta peşi sıra izlediğimiz iki bölümün çoğunda ya bilinçsizce yattığını ya da bir sandalyede oturduğunu gördük ve hâliyle efsanevi aktörün bir molaya ihtiyacı olup olmadığını merak etmekten kendimizi alamadık. Tüm bunlara rağmen, Picard’ın bu sezonki hikâyesi kesinlikle gelecek vaat ediyordu ve çocukluğuna değinilip dramatik ailevi ilişkilerine yoğunlaşılması bir dereceye kadar da ilgi çekiciydi. Karakterimizin sık sık sergilediği korumacı ve duygusal açıdan kapalı kişiliğinin altında çocukluk travmalarının yattığını öğrendik. Yine Laris’e karşı takındığı tutumun arkasında da benzer nedenler vardı.

Bu gizemli geçmişin, sezon boyunca yavaş yavaş ortaya çıkartılması yerinde bir karardı, ancak Laris’e yeterince yer verilmediği için taşlar bir türlü yerine oturtulamadı. Bunun yerine Orla Brady, bu sezonki rolünün çoğunu Jean-Luc’un 21. yüzyıldan kalma bir aile üyesi olan Renée Picard’ı korumakla görevli Romulan “denetçisi” Tallinn olarak geçirdi. Çok klişe bir tek yumurta ikizi senaryosuyla, Tallinn açıklanamaz bir şekilde tam olarak Laris’e benziyordu ve aynı zamanda Orijinal serinin “Assignment: Earth” bölümündeki Gary Seven karakterine bir gönderme niteliğindeydi. Maalesef sezon ilerledikçe, bölümlerde gelişen tüm bu hikâyeler tatmin edici şekilde birbirine bağlanamadı.

Guinan ve Q’ya gelince… Ito Aghayere’nin oynadığı geçmişin genç Guinan’ı ne zaman ortaya çıksa, sezona bir heyecan getirdi, ama aynı zamanda asla Guinan gibi hissettirmedi. De Lancie’nin Q’su ise sezon boyunca yönü olmayan, başıboş bir tipleme olarak sunuldu. En azından The Next Generation’da motivasyonunu baştan bilir, bu uğurda sergilediği davranışlarına anlam vermekte çok da zorlanmazdık. Burada ise ne yapmaya çalıştığı, neyi amaçladığı hep bir sır olarak gösterildi ve bu da bir yerden sonra motivasyonunun sorgulanmasına yol açtı. Evet, hiçbir zaman tümüyle iyi ya da kötü bir karakter olmadı zaten, ancak davranışları bu kadar da muamma değildi.

Üçüncü ve son sezonda Yeni Nesil oyuncu kadrosunun vaat edilen buluşması için sahne boşaldı gibi. Rios, yeni aşkı ve oğluyla birlikte olabilmek için geçmişte kalmayı yeğledi. Jurati, yüzyıllardır yaşayan iyi kalpli bir Borg Kraliçesi’ne dönüştü. Isa Briones’in bu sezonki karakteri Kore Soong, ulvi bir amaç uğruna galaksiye açıldı, üstelik eşlikçisi de The Next Generation’dan tanıdığımız Wesley Crusher‘dı. Elnor ise muhtemelen Riker, Worf, Troi ve diğerlerine yer açmak için üçüncü sezonda Excelsior’a gönderilecek… Peki, tüm bunlar ne içindi? 2024 yılına uzanan bu uzun yolculuk bize Picard hakkında ne öğretti? Bunun için Stewart’ı geri getirmeye gerçekten değdi mi? Umarız üçüncü sezon harika olur ve hem Stewart’tan hem de TNG çetesinden tüm bunları uzak bir anı hâline getiren son bir macera daha izleyebiliriz. Ancak bu sezonun da kanıtladığı üzere, Q gibi parmaklarınızı her şıklattığınızda iyi bir Star Trek dizisi yapılamıyormuş, onu anladık…

Kaynak

Önceki Sonraki

Yazar: Murat Yıldırım

Bilim ve Teknik dergisinde popüler bilim yazarlığı ve editörlük yapmışlığım var. Bilimkurgu Kulübü web sitesinde yazı yazmaya ve çeviri yapmaya devam ediyorum. Amatör olarak yazdığım hikâyelerim yine Bilimkurgu Kulübü web sitesinde, Yerli Bilim Kurgu Yükseliyor e-dergisinde, Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi ve Lagari Fanzin'de yayımlandı. Elime geçen, hoşuma giden herşeyi okurum ama özellikle bilimkurgu, fantazi ve korku edebiyatına bayılırım. Eğitim hayatımda yolum Istanbul Atatürk Fen Lisesi, Boğaziçi Üniversitesi, University of Iowa ve University of Ottawa'dan geçti. Şu anda hayatımı ultrahızlı lazer laboratuvarlarında THz bandında foton toplayarak kazanıyorum.

İlginizi Çekebilir

Bilimkurgunun Bıçkın Delikanlısı: Karl Urban

Karl-Heinz Urban, 7 Haziran 1972’de Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington’da doğdu. İki ebeveyni de çok zengin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin