Gene Roddenberry’nin Gelecek Vizyonu

Bilimkurgu, kabul etmesi kimileri için üzücü olsa da genelde gelecekle ilgili kasvetli bir bakış açısına sahiptir. Hatta bilimkurgunun en müthiş eserleri aynı zamanda en cesaret kırıcı ve en distopik olanlarıdır. Bütün bunlara rağmen umut ışığı olan ve insanları daha aydınlık geleceklere yönlendiren bir yapıt da var: Star Trek.

Star Trek serisi için -özellikle Star Trek ve Star Trek: The Next Generation- insanlığın ulaşabileceği en iyi ve en güzel noktaları özetliyor demek yanlış olmaz. Star Trek, aşılamaz gibi görünen durumlarla karşılaşsalar da eylemlerinin sonuçlarına katlanarak doğru ve ahlaki kararı verebilen karakterle doludur. Bu tabii ki bir tesadüf değil, ileri görüşlülüğe sahip bir adamın fikirlerini ekrana aktarması olayı. İkinci Dünya Savaşı’nda bir bombacı pilot olarak görev alan Gene Roddenberry, orada hiç şüphesiz insanlığın en kötü yanını gördü. Buradaki tecrübelerinin, insanlığın geleceği ile ilgili fikirlerini kafasında netleştirmesine yardımcı olduğunu söylemek yanlış bir çıkarım sayılmaz.

Gene Roddenberry

Star Trek ilk yayımlandığında farklı bir yapımdı. Evet, zamanındaki diğer bilimkurgularla birçok yönden benzeşiyordu ama insanlığın idealize edilmiş bir versiyonunu sunuyordu. Çeşitli ırk ve milletten insanı barındırıyordu; bir Asyalı, siyahi bir kadın ve bir Rus (karakter olarak). Hepsi uyum içinde çalışıyordu. Günümüzde bu büyük bir başarı gibi görünmeyebilir ama Star Trek yayımlandığında yıl 1966’ydı. Hem Soğuk Savaş hem de İnsan Hakları Hareketi doruk noktasındaydı. Her hafta insanlar, sürekli maruz kaldıkları kavgadan ve şiddetten  Star Trek sayesinde altmış dakikalığına uzaklaşıyordu. İnsanlar bu altmış dakika boyunca ırkın, cinsiyetin veya bizi farklılaştıran herhangi bir özelliğin önem arz etmediği, toplumların birlik olduğu, hatta karşılaştıkları uzaylıları bile bu birliğe katmaya çalıştığı bir dünyaya yolculuk ediyordu.

Roddenberry yalnızca herkesin eşit olduğu bir dünya sunmak için elinden geleni yapmıyordu, aynı zamanda izleyicilerinin günlük hayatta karşılaştığı sorunları eserine yedirmeye çalışıyordu. Bir ahlak öğretisi misali insanlara kafalarına vura vura bir şeyler anlatmaya uğraşmaktansa, düşüncelerini insanların hoşuna giden bir hikâyeye sarıp veriyordu; böylelikle hem izleyiciler hem de medya sosyal mesaj bombardımanına tutulmamış oluyordu. Aslında birçok insan, belirli bir düzeyde de olsa şovun bu tavrının farkındaydı ancak o kadar iyimser bir şekilde sunuluyordu ki, katılmamak elde değildi. Çoğunlukla, Atılgan tayfasının araya girmesiyle uzaylılar hem mağdur hem suçlu olarak gösteriliyordu. Bunun ardındaki fikir de insanların uzaylıların işlerine doğrudan karışmaması gerektiğiydi, bunun yerine hikâye insanlara ve onların yapabileceklerine odaklanıyordu. Bu tarz bir düşünce şekli insanları eninde sonunda değişmeye ve harekete geçmeye teşvik ediyordu. Roddenberry zor ve uzun bir oyun oynuyordu.

Gene Roddenberry.

Roddenberry’nin gelecek vizyonunu sayısız diğer bilimkurgudan ayıran bir diğer ve belki de en önemli şey de Star Trek karakterlerinin birer kâşif olmasıydı. Evet, daha önce de böyle karakterlere sahip eserler üretilmişti (2001: Bir Uzay Macerası örneğin) ama hiçbiri Star Trek’in episodik yapısına sahip değildi ve yine muhtemelen hiçbiri bu konu üzerinde Star Trek kadar durmamıştı. Her bölüm şimdi popüler olan şu alıntıyla başlardı:

“Uzay, son sınır. Bunlar yıldız gemisi Atılgan’ın seyahatleridir. Beş yıllık görevi, yeni tuhaf dünyaları keşfetmek, yeni hayat ve yeni uygarlıklar aramak, daha önce hiçbir insanın gitmediği yerlere cesurca gitmektir.”

Bu sözler her ne kadar basit bir uzay heyecanını belirtse de bu kadarla bitmiyor, aynı zamanda Roddenberry’nin hayata bakışını özetliyor. Bu, kelime seçimlerine bakarak da anlaşılabilir. Aramak ve keşfetmek, bunlar askeri bir organizasyonun kullanacağı kelimeler değildir, aksine amacı ilerlemek ve bilgisinin sınırlarını geliştirmek olan bir topluluğun felsefesidir. Atılgan ve Federasyon’a bağlı olan diğer tüm gemiler, insanlığın iyiliği için çalışmaya hevesli bilim insanlarıyla doludur.

Gene Roddenberry

Son olarak Federasyon‘dan bahsetmek gerekir. Birleşmiş Milletler’e çok benzer, ancak ondan çok daha iyi çalışır. Federasyon tek bir türün sorunlarının çözüldüğü bir yer değil de birçok farklı canlı türünün ortak bir amaç uğruna çalıştığı bir topluluktur. Daha iyisi, insanlık bu topluluğun sadece bir üyesi değil, aynı zamanda kurucu ve ateşleyici gücüdür. Klingonlar ve Romulanlar gibi düşmanları olsa da, Federasyon onlara barışçı bir şekilde yaklaşır ve hatta onların bir gün tehdit değil de Federasyon’un bir parçası olacağı umudunu taşır. Roddenberry, insanlığın önemsiz farklarını ve çatışmalarını bir kenara bırakıp galaksinin politik ve kültürel sorunlarıyla uğraşan öncü tür olduğu bir gelecek çizer. İnsanlığın diğer zeki canlı türleriyle bir olup evreni daha iyi bir yer hâline getirmeye çalıştığı bir gelecekten daha iyi ne olabilir ki?

Kısacası Star Trek, dış dünya ne kadar kötü ve umutsuz görünürse görünsün, yolun sonunda daima bir ışık olduğunu ve insanlığın hep daha iyisine gidebileceğini vurguladı. Ancak serinin, 1991’deki ölümünden sonra yaratıcısı Roddenberry’nin asıl hedeflerinden saptığı zamanlar da oldu. Star Trek: Deep Space Nine bunun ilk örneklerinden biriydi. Her ne kadar seriye derinlik katsa da, yapımcılar Star Trek’i Star Trek yapan şeyden uzaklaşmaya başlamıştı. Sonrasında gelen yapımlarla birlikte bu kopuş daha da belirginleşti. Bugün Star Trek yapımlarında Roddenberry’nin kurgusal etkisini hissetmek hâlâ mümkün, ancak gelecek vizyonuna rastlamak ne yazık ki giderek zorlaşıyor.

Hazırlayan: Ufuk Cem Çakır | Kaynak

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Bilimkurgunun Bıçkın Delikanlısı: Karl Urban

Karl-Heinz Urban, 7 Haziran 1972’de Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington’da doğdu. İki ebeveyni de çok zengin …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin