2023’ün sonlarında yayımlanan İngiliz bilimkurgu/polisiye dizisi Bodies, artık adına şüpheyle yaklaşılan Netflix‘in çıkardığı en iyi işlerden biri olarak kabul edilebilir. Paul Tomalin tarafından yazılan dizi, 2021’de hayatını kaybeden yazar Si Spencer‘ın aynı adlı çizgi romanına dayanıyor. İlk dört bölümü Marco Kreuzpaintner, son dört bölümü ise Haolu Wang yönetiyor. Başrollerini Amaka Okafor, Kyle Soller, Stephen Graham, Jacob Fortune-Lloyd, Shira Haas ve Tom Mothersdale‘in paylaştığı dizinin müzikleri ise Jon Opstad‘a ait.
Dört farklı zaman diliminde geçen dizi, bu dört farklı tarihte aynı yerde belirip, gizemi farklı dedektiflerce çözülmeye çalışılan aynı cesedi konu alıyor. 1890, 1941, günümüz, yani 2023 ve 2053 yıllarında dört polis dedektifinin her birinin Londra’da, Longharvest Sokağı’nda çıplak bir erkek cesedi bulmasıyla olaylar başlıyor. Cesedi buluşuna ilk şahit olduğumuz isim 2023’te komiser yardımcısı Shahara Hasan. Irkçı bir yürüyüş sırasında hazır bulunan polis gücünün içindeki Hasan, bir gencin şüpheli hareketlerini fark ederek peşine düşüyor ve cesedi buluyor. Ardından tarih 1941’i gösteriyor. Bir “film noir” havasında işlenen bu kısımda, II. Dünya Savaşı yaşanmaktayken Alman savaş uçaklarının saldırısı altındaki Londra’da kirli bir polis diyebileceğimiz komiser yardımcısı Charles Whiteman, tam olarak aynı noktada cesede ulaşıyor. İşin ilginç yanı Whiteman, hesabına çalıştığı bilinmeyen kişilerden cesedi nerede bulacağı bilgisini ve onu yok etme talimatını almış durumda. Ancak işler ters gidiyor, ceset fark ediliyor ve soruşturma açılıyor. Ardından zamanda bir kez daha geri gidip 1890’da, tam bir Viktorya Dönemi atmosferinde, komiser Alfred Hillinghead’in yine aynı yerde cesedi bulmasını izliyoruz. Bu üç tarihte de ceset aynı kişiye ait. Maktul, tıpkı nereden geldiği belli olmayan ölü doğmuş bir bebek gibi “anadan üryan” yatıyor. Gözünden vurulmuş, cesette mermi çıkış yarası olmadığı gibi mermi de yok. Ayrıca cesedin sol el bileğinin içinde sembole benzer ufak bir dövme var. Üç dedektif kendi zamanlarında bu cinayeti çözmeye çalışırken, bu kez zamanda ileriye gidip 2053’ün fütüristik distopyasında komiser yardımcısı Iris Maplewood’un yine aynı sokakta aynı çıplak erkek bedenini buluşuna şahit oluyoruz. Ama bu kez bir şeyler farklı.
Burada belirtmesi elzem olan bir husus var. İzleyen hemen herkesin, diziyi bir diğer Netflix yapımı olan Dark’a benzetip, ondan esinlenildiğini düşünmesi. Oysa ki Bodies’in uyarlandığı çizgi roman 2014-2015 aralığında yayımlanırken; Dark’ın çıkış tarihi 2017. Bu gerçek ışığında, biri diğerinden esinlendiyse bu Dark olabilir. Zaten zamanda yolculuk konusu Dark ya da herhangi bir yapımın tekelinde olmadığı gibi, iki dizi arasında zamanda yolculuk ana konusu dışında çok bir bağlantı kurmak zor. Bodies’in kendisinden önce yayımlanmış, türün klasik örneklerinden esinlenmiş olması da muhtemel. Özellikle 12 Maymun ve onun da temeli olan kısa film La Jetée, yine Predestination ve onun uyarlandığı Robert A. Heinlein öyküsü “All You Zombies” ve Heinlein’ın daha erken bir tarihte yazdığı “By His Bootstraps, Bodies için ilham kaynağı olmuş olabilir -ki bu da gayet doğal.
Bu noktada Bootstrap Paradoksu‘na da değinmek gerek. Bu zaman yolculuğu paradoksu, bir kişinin “kendini kendi ayakkabı bağcıklarından tutarak yukarı çekemeyeceği” örneğiyle, imkânsız durumları tanımlamak için kullanılan bir İngiliz deyiminden yola çıkıyor. Az önce bahsi geçen yapımlar dışında Geleceğe Dönüş, Terminator, Zaman Yolcusunun Karısı, Interstellar, Bill ve Ted’in Maceraları gibi birçok filmde -tabii dizi ve kitapta da- bunun örneklerini görmek mümkün. Bu “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar” tarzı paradoksa dair en kısa açıklamayı Geleceğe Dönüş üzerinden yapabiliriz. Marty geçmişte, henüz çıkmadığı tarihte Johnny B. Goode şarkısını çalıp söylerken, şarkı yakın gelecekteki yazarı Chuck Berry’ye, kuzeni tarafından telefonda dinletiliyordu. Marty’nin geldiği gelecekte bu şarkı zaten Chuck Berry tarafından yapılmıştı. Oysa bu sahnede Berry’nin şarkıdan bir zaman yolcusunun zamanda sebep olduğu bir farklılık neticesinde haberi oluyordu. Peki Johnny B. Goode’u esasında kim yazmıştı? Bodies’te de bu paradoks farklı bir biçimde mevcut. Predestination / All You Zombies örneğinde bir kişi kendini doğurtuyor ve doğuruyordu. Bodies’te ise bir zaman yolcusu, kendi atasının doğmasını ve soyunun sürmesini sağlıyor.
Dizi, İngiliz yapımı olması hasebiyle daha oturaklı ve tatminkâr, diğer yandan İngiliz dizilerine göre daha yüksek tempolu. Artı puan kazandıran noktası ise İngiliz işi oluşunun Netflix işi oluşuna baskın çıkması. Bu sayede basitliğe kaçması engellenmiş oluyor. Sekiz bölüm merak unsurunu canlı tutarak hızlıca akıyor, oyunculuklar iyi, dizi sürükleyici, izleyiciyi sıkmıyor. Çok fazla karakter olmasına rağmen, kimin kim, kimin kimin nesi olduğuna dair kafa karışıklığına sebep olmuyor. Dört ayrı zaman dilimini birbirine temiz ve anlamlı şekilde bağlıyor, farklı zamanlardaki karakterlere birbirlerini görmeden iş birliği yaptırıyor ve meramını bir sezonda anlatıp olayları çözüme kavuşturuyor. Böylelikle çok işlenmiş bir konuyu ilgi çekici bir anlatımla dikkate değer kılıyor. Defoe’nun özgür iradeyle ilgili söyledikleri ve bunun finale gidişe yansıması da önemli. Dizi ayrıca, bir çizgi roman uyarlaması olduğunu gösteren hoş detaylara da sahip. Sahne geçişleri ve ekranın çizgi roman sayfası gibi dörde bölünmesi diziye ayrı güzellik katmış.
Dizi ve çizgi roman arasındaki farklara da değinmek lazım. Aradaki en büyük fark, dizide çok önemli bir karakter olan Elias Mannix’in çizgi romanda hiç olmaması. Çizgi romanda olaylar, Frank adındaki bir karaktere bağlanıyor. Bu farklı zaman dilimlerinde beliren ceset Frank’in ve her seferinde farklı tarihteki bir versiyonu tarafından öldürülüyor. Dizideki cesetse Gabriel Defoe isimli bir bilim insanına ait. Bu fark, yani Mannix’in etrafında kurulan hikâye, çizgi romanda en önemli unsur olan cesetleri, dizide biraz geri plana itmiş olabilir. Bir diğer fark ise 1941’deki dedektifin karakter özelliklerinde. Dizideki Whiteman da suça bulaşmış, kirlenmiş bir polis ama hâlâ vicdanı var. Hepten zalim ve ilkesiz değil, sadece aslında istemediği hâlde kötü yola sapıp yanlış işler yapmış ve telafi etmek istiyor. Aynı akıbeti paylaşsalar da, çizgi romandaki Whiteman ise soğukkanlı bir katil, yaptıklarından hiç pişmanlık duymayan hatta zevk alan bir işkenceci, tam bir sadist. Zaman dilimlerinde de farklılık mevcut. Çizgi roman 1890, 1941, 2014 ve 2050 olmak üzere dört tarihte geçiyor. Diziyse 1890, 1941, 2023, 2053 periyotları dışında bir tarihe daha gidiyor. 1890 öncesini, yani Mannix’in geçmişte ilk ortaya çıkışını ve tezgâhını kurma aşamasını gösteriyor.
Gelelim Netflix yapımlarının çokça eleştirilen bir tutumuna. Evet, bu dizide de farklı ırk, din ve cinsel eğilimde karakterler görüyoruz. Ancak burada şöyle bir fark var. Bu özellikler hikâyeye politik doğruculuk adına katılmaktan ziyade, hikâyenin inşasında kullanılmış, hepsinin olay örgüsüne katkısı var. Örneğin, bir dedektif hoş karşılanmadığı bir dönemde bastırılmış bir eşcinselken, diğer dedektif Yahudi karşıtlığının revaçta olduğu dönemde nefrete maruz kalan bir Yahudi. Yine bir dedektif aşırı sağın ve İslamofobinin sivrildiği bir tabloda Müslüman bir Güney Asyalıyken, diğer dedektif ise teknolojinin buna imkân sağladığı bir zamanda engelini aşabilmek için düzene tabi olmuş bir engelli. Bütün bunlar anti-kahramanın propagandası için uygun zemini oluşturuyor. Sevgiden çok, sanki aba altından sopa gösteren, örtülü bir tehdit gibi söylenen o tekinsiz cümle, “Sevildiğini bil,” ana karakterler için uyarı niteliğinde.
Tabii diziden her şeyiyle mükemmel olmasını bekleyemeyiz. Her dizide az çok olan mantık hatalarından Bodies’te de bolca mevcut. Dizinin belki en büyük handikabı Mannix’i durdurmak için mantıksızca ikna yolunun seçilmesi, aklına şüphe tohumları ekilerek inancının sarsılması ve vazgeçmesinin sağlanması. 2053’te tehlikenin farkında ve zamanda yolculuk imkânına sahipken, 2023’ten önce herhangi bir zamana gidilip her şey gerçekleşmeden önce önlenebilir veya Mannix’in soyunun devam etmesine engel olunabilirdi. Bu noktada kuşaklar boyu eksilmeyen motivasyon ve teslimiyeti de, ailenin bu kadar güç kazanıp her yere sızmasını da anlamak zor. Üstelik geçmişte bu kadar güçlenmişken 2023’te teşkilata söz geçirememiş, bireysel çabalarla daha küçük çaplı faaliyette kalmışlar. Geçmişe baktığımızda çok daha organize olmaları beklenirdi -ki söz konusu çocuk aslında ailenin en önemli ferdi, ataları. Aslında Mannix’in motivasyonu da inandırıcı değil. Kalanların “sevildiğini bilmesi” için yarım milyon insanı öldürmek istemenin, “Daha iyi bir dünya için batsın bu dünya” demekten bir farkı yok. Genç Mannix’in özgür ve sevgi dolu bir dünya yaratmak adına 1984 tarzı bir distopyayı hayata geçirmek için insanları feda etmesi gerektiğine inanmasını ne sağlayabilir? Evlat edinen ailenin çılgınca tavırları, annenin sorguda dilini ısırıp koparması, babasının pişmanlığı, masumiyeti anlaşılan Syed Tahir’in intiharı, Syed’le konuşurken Mannix’in güvenlik kamerasına sinsice gülüşü de olayların gidişatı içinde anlamsız.
Ancak en büyük boşluklar, Elias’ın bombalamadan sonra nasıl olup da lider konumuna yükseldiği, 1890 öncesi sadece medyum gibi görünerek o kadar takipçiyi nasıl kendine bağladığı, tarikatın ne ara kurulup 1890’a kadar her kuruma yayıldığı, bombanın -üstelik o dönemde- nasıl üretilebildiği, en başta bomba fikrinin nereden çıktığının belirsiz oluşu. Ayrıca kahramanların izleyici için kolayca tahmin edilebilir tuzaklara düşmeleri dizideki İngiliz polisinin 163 yıldır nasıl aynı saflıkta kaldığına şaşırtıyor. Hasan’ın ekip desteği olmadan çocuğu annesine yalnız götürmesi, arabada yalnız bırakması, Harker malikanesine yalnız gitmesi olacak iş değil. 1941’de Whiteman’ın duvara kazıdığı yazıyı 2053’teki Hasan’ın görmesi ama 2023’tekinin görmemesi ne kadar imkânsızsa, Whiteman’ın sakladığı plağı Hasan’ın bulması da o kadar zorlama. Hillinghead’in kızı Poly, babasının yalan söylediğini şıp diye anlıyor, bunu dile getiriyor; babası, “Senden iyi dedektif olurdu,” diyor, ama kendisine tek doğru söz etmeyen Mannix’e kati bir teslimiyetle inanıyor. Lohusayken olanları fark ederek –nasıl ve neden olduğu meçhul- boyun eğip kabullenmesi de anlamsız. Ki o sahne fena hâlde Rosemary’nin Bebeği’nin ilgili sahnesinin zayıf bir canlandırması gibi.
Hillinghead ve kızını oynayan oyuncuların arasında 13 yaş bile olmaması, asla baba-kız gibi durmamaları ve Hasan’a 2053’teki hâli için yaptıkları inanılmaz kötü yaşlandırma makyajı da cabası. Maplewood karakteri için de, her ne kadar zayıftan güçlüye dönüşümü simgelemesi amaçlansa da yanlış oyuncu seçilmiş, komando performansı inandırıcı gelmiyor. İnsanlığın 2053’te, yani günümüzden sadece 30 yıl sonra bu kadar büyük tıbbi-teknolojik sıçramalar yapmış olması ve Defoe’nun cesedinin dört gün sonra tekrar belireceği hesabı da keza inandırıcı değil. Eksilerini böyle peş peşe sıralayınca dizi kötüymüş gibi yanlış bir fikir oluşmaması için, çoğu zaman övmenin kısa, yermenin uzun sürdüğünü hatırlatıp dizinin genel notunun başarılı olduğunu belirtelim. Peki, son sahnede herkesin aklını karıştıran tablo ne anlama geliyor? “Boğaz”ın hâlâ aktif olduğu düşünülürse Maplewood’un bir sebeple 2023’e gelip Hasan’ı bulması anlaşılabilir. Ama geri planda görünen “KYAL” yazısı izleyiciye boş yere heyecan yaptırmak için bir taktik değilse bu da anlamsız, zira artık böyle bir slogan olmamalı.
Dizinin ikinci sezonu olup olmayacağı, olursa hikâyenin ne şekilde devam edeceği izleyici için zaten ziyadesiyle merak konusu. İlk sezondan bağımsız, yeni bir konu işlenme ihtimali de bizce var. Kesin bildiğimiz şeyler ise yoluna devam ederse izleyicisinin hazır olduğu ve tek sezonluk bir mini dizi olarak kalacaksa da ağzımıza bir parmak bal çalıp keyifli bir seyir sunduğu.