Stargate SG-1 Kapak

Galaktik Kaşiflerin Destanı: Stargate SG-1

İçinden her geçişinizde, sizi ışık yılları ötedeki bambaşka gezegenlere ve uygarlıklara götüren son derece gelişmiş bir cihazınızın olduğunu hayal edin. Sonsuzluğa uzanan bu evrende ne tür keşiflere imza atacağınızı ve nelerle karşılaşacağınızı asla tahmin bile edemezdiniz. Belki kendinizi gelişmişliğiyle baş döndüren barışçıl bir uygarlığın kollarında, belki de kudretiyle içinize korku salan acımasız bir düşmanın kucağında bulabilirdiniz. Bunun da ötesinde, ya gittiğiniz uzak bir gezegende kendi türünüzle karşılaşsaydınız ne yapardınız? Senaryosu Roland Emmerich ve Dean Devlin tarafından yazılan 1994 tarihli Stargate (Yıldız Geçidi), bilimkurguseverlere işte böylesi keşif ve merak dozu yüksek bir macera sunuyordu. Antik Mısır’ın kadim mitolojisiyle bilimkurgunun şaşırtıcı, baş döndürücü ve ilham verici anlayışını harmanlayan yapım, bu özellikleriyle çok geçmeden kült mertebesine yükselmeyi başardı.

Kadrosunda Kurt Russell (Jack O’Neill), James Spader (Daniel Jackson) ve Jaye Davidson (Ra) gibi isimlerin yer aldığı filmde, takvimler 1928 yılını gösterirken Mısır’ın Giza Platosu’nda daire şeklinde gizemli bir cihaz bulunur. Dünyadaki herhangi bir elementten yapılmadığı anlaşılan cihaz, incelenmek üzere ABD ordusu tarafından gizli bir askeri üsse nakledilir. Uzun yıllar boyunca cihazın ne olduğuna ve nasıl çalıştığına dair araştırmalar yapılsa da sırrı çözülemez. Ancak yardım için çağrılan ve öteden beri Eski Mısır uygarlığıyla dünya dışı yaşam arasında bir bağlantı olduğuna inanan Dr. Daniel Jackson, çok geçmeden cihazın gizemini çözer. Jackson’ın “Yıldız Geçidi” diye tercüme ettiği ve üzerinde değişik semboller bulunan cihaz, gezegenler arası anlık ulaşım sağlamaktadır. Doğru sembol diziliminin girilmesiyle birlikte geçit açılır ve kısa sürede toparlanan askeri bir ekip, diğer tarafı keşfetmek üzere yola çıkar. Yabancısı oldukları bu gezegende karşılaşacakları ise, Eski Mısır uygarlığına benzeyen yerli bir halk ve bu halka zulümle hükmeden güneş tanrısı Ra olacaktır.

Eserin bilimkurguya kazandırdığı vizyon öylesine genişti ki tek bir sinema filmiyle sınırlı kalması beklenemezdi bile. Öyle de oldu. Filmin gösterime girmesinden üç yıl sonra, tam on sezon boyunca milyonlarca seyirciyi peşinden sürükleyecek olan bir devam dizisi yayın hayatına merhaba dedi: Stargate SG-1

Stargate SG-1 - 1
Soldan sağa: Teal’c, Samantha Carter, Jack O’Neill ve Daniel Jackson

27 Temmuz 1997 tarihinde “Children of Gods(Tanrıların Çocukları) adlı ilk bölümüyle Showtime kanalında yayın hayatına başlayan dizi, tamamen Stargate filminin senaryosu üzerine oturtulmuştu. Ancak daha ilk bölümünde, filmin mitolojisiyle yetinmeyeceğinin sinyallerini veriyordu. Beklenen de oldu ve çok geçmeden Yıldız Geçidi sisteminin tüm galaksiye yayılmış bir ağ olduğu keşfedildi. Artık dizinin önünde, keşfe çıkılacak bambaşka dünyalar ve tanışılacak yepyeni uygarlıklar duruyordu. Dizideki karakterle birlikte biz izleyenler de her hafta galaktik bir yolculuğa çıkıyorduk. Bazen kendimizi kara delik tarafından yutulmak üzere olan bir gezegende, bazen anlaşılması güç bulmacaların orta yerinde, bazen yabancı bir uzay gemisinin soğuk koridorlarında, bazen misafirlerini dostça karşılayan gelişmiş uygarlıkların arasında ve tabii bazen de merhametsiz bir düşmanın ölümcül kollarında buluyorduk… Dizinin bizi götürebileceği yerlerin bir sınırı yoktu, artık tek sınır insanın hayal gücüydü. Solucan delikleri, paralel evrenler, zaman yolculukları, hayal aşırı varlıklar, akıl sır ermeyen teknolojiler, muazzam savaşlar ve destansı ittifaklar

Brad Wright ve Jonathan Glassner tarafından yaratılan dizinin yönetmen koltuğunda Peter DeLuise, Martin Wood, Andy Mikita gibi başka bilimkurgu dizilerinden de hatırlanabilecek başarılı isimler oturuyor. Senaryo ekibinde ise, Brad Wright ve Jonathan Glassner’a ek olarak Robert C. Cooper, Joseph Mallozzi, Paul Mullie, Damian Kindler, Peter DeLuise gibi rüşdünü kanıtlamış isimlerle karşılaşıyoruz. Kuşkusuz arka plandaki isimlerin sağlam oluşu, dizinin uzun yıllar boyunca yayın hayatına devam etmesindeki en büyük etkenlerden biri. Bunun yanı sıra dizi, oyuncu kadrosu açısından da oldukça tatminkâr. Yıldız Geçidi’nin yalnız iki gezegenle sınırlı olmadığını; tam aksine tüm galaksiye yayıldığını fark eden Hava Kuvvetleri, diğer gezegenlerin araştırılması amacıyla Yıldız Geçidi Komutanlığı’na bağlı olarak Yıldız Geçidi Programı’nı devreye sokar ve program kapsamında toplam 25 tane SG ekibi oluşturulur. Diziyi de adını veren SG-1 ekibi, Albay Jack O’Neill, Dr. Daniel Jackson, Samantha Carter ve Teal’c’dan mütevellittir.

Jack O'Neill
Albay Jack O’Neill

MacGyver tiplemesiyle bir döneme damga vurmuş ünlü aktör Richard Dean Anderson’ı, filmde Kurt Russell tarafından canlandırılmış olan Albay Jack O’Neill rolünde görüyoruz. Kurt Russell’ın o bilindik sert oyunculuğunun aksine Anderson, karaktere kendi mizahi üslubunu da serpiştirerek unutulmaz bir performans ortaya koyuyor. Bilim insanlarından ve onların izahatlarından pek haz etmeyen karakterimiz, en olmadık yerde bile espri yapabilme potansiyeliyle izleyenlere hoşça vakit geçirtmeyi başarıyor. Aynı zamanda SG-1’in askeri liderliğini de yapan O’Neill, ekip arkadaşlarına bağlılığı, gözü karalığı, alaycılığı ve aldırışsız olabilme yeteneğinin yanı sıra, hizmet ettiği orduya karşı duyduğu itaatkârlığıyla da dikkat çekiyor. Geçmişte pek çok askeri operasyona katılmış, her türlü tehlikeyi ve zorluğu yaşamış biri olarak, yeri geldiğinde tipik bir asker, yeri geldiğinde ise vizyon sahibi bir sivil gibi hareket edip kararlar alabiliyor.

Amatör olarak astronomik gözlemler yapmaktan hoşlanan O’Neill, aynı zamanda tam bir gramer bekçisi. Öyle ki, İngilizce konuşurken gramer hatası yapan dünya dışı bir canlıya bile azar çekmesiyle meşhur. Tüm bunlara karşın, öteden beri ailevi sorunlarla boğuşan bir karakter olarak da karşımıza çıkıyor. Zira biricik oğlu kazara kendini vurunca dünyası başına yıkılmış ve bu olay sonrası içine saplandığı vicdan azabından asla kurtulamamıştır. Dahası yaşanan bu trajedinin akabinde karısı da kendisini terk etmiştir. İçten içe hep kederlidir. Pek çok bölümde değişik çocukları samimi duygularla sahiplenmesinin altında da bu psikoloji yatmaktadır. Bahçeli, müstakil bir evde yalnız yaşayan O’Neill, aynı zamanda iyi bir bira içicisi ve sıkı bir The Simpsons hayranıdır. Sık sık geniş bir VHS arşivine sahip olmakla övünür.

Daniel Jackson
Dr. Daniel Jackson

Başlangıç filminden de tanıdığımız bir diğer karakter ise Dr. Daniel Jackson’dır. Filmde James Spader’ın üstlendiği karaktere, dizide Michael Shanks tarafından hayat veriliyor. Jackson genel itibariyle, dilbilim, arkeoloji, mitoloji, tarih, antropoloji ve felsefe alanındaki bilgileriyle ön plana çıkar. Kendi alanına giren konularda ortaya attığı sav ve kuramlar, ekip arkadaşları için yol gösterici niteliktedir. Bu özellikleriyle ekip içinde daima saygın ve yaşamsal bir konuma sahip olmuştur. 8 Temmuz 1965 yılında dünyaya gelen Daniel Jackson, Melburn ve Claire Jackson adlı arkeolog anne babasının “Metropolitan Sanat Müzesi“nde yaşanan bir kaza sonucu ölmesiyle küçük yaşta yetim kalır. Bu talihsiz olay sonucu, anne tarafından dedesi olan ve saygın bilimsel çevrelerce dışlanmış arkeolog Nick Ballard dışında yaşayan hiçbir akrabası kalmaz. Geçmişindeki tüm bu trajedilere rağmen, üvey bir anne-baba tarafından büyütülmüş olan Jackson, azmi ve çalışkanlığı sayesinde arkeoloji ve dilbilim konularında bir uzman olur. Aralarında İngilizce, Rusça, Almanca, İspanyolca, Mandarin Çincesi ve çeşitli Mısır lehçelerinin de bulunduğu toplam 23 dili konuşabilmekte, buna ek olarak da, Kadim ve Unas dili gibi pek çok dünya dışı dil konusunda da yeterli düzeyde bilgiye sahiptir.

Daniel Jackson, ekibin keşfe aç karakteridir. Öyle ki bu uğurda çoğu zaman yaşamını bile tehlikeye atmaktan çekinmez. Bolca mitolojik göndermelere sahip bir dizide, eski uygarlıkların dilini, inancını, geleneklerini, yaşam tarzını bilen birilerine gereksinim olduğu açıktır. İşte Daniel Jackson, karşılaştıkları olaylarla mitolojik bağlantılar kurabilmesi ve geçmişle gelecek arasında köprü oluşturabilmesi açısından elzem bir karakterdir. Başlangıç filminde, ekiple beraber gittiği gezegenden dönmemeyi tercih etmiş ve burada aşık olduğu Sha’re ile kalıp kendine yeni bir hayat kurmayı istemiştir. Ancak dizinin henüz ilk bölümünde karısı kaçırılır ve onu bulmak umuduyla Dünya’ya dönüp SG-1 ekibine katılır. Tıpkı Jack O’Neill gibi onun da özel hayatı pek iç açıcı değildir. Buna rağmen keşfetmeye olan tutkusu ve merakıyla, belki de dizinin kendini en fazla geliştiren karakteri olmuştur. Hatta bir dönem yükselerek Kadimler’in arasına bile girmeyi başarmış; ama ekip arkadaşlarının sorunlarına daha fazla kayıtsız kalamadığı ve Kadimler’in meşhur “aşağı uygarlıkların işlerine karışma” ilkesini ihlal ettiği için düşürülmüştür.

Samantha Carter
Samantha Carter

Başlangıç filminde yer almayan ve dizi için yaratılmış bir karakter olan Samantha Carter, yapıma sonradan dahil edilen Vala Mal Doran’ı saymazsak, SG-1 ekibinin tek kadın üyesidir. Daha ilk bölümde, cinsiyeti nedeniyle böylesi tehlikeli bir görevin üstesinden gelip gelemeyeceğini sorgulayan ekip üyelerine verdiği ayarla akıllara kazınmıştır: “Ben de sizin gibi bir Hava Kuvvetleri subayıyım ve üreme organlarım dışarıda değil de içeride diye sizin yaptığınız işleri yapamayacağımı zannetmeyin!” Böylesi cesur bir replikle diziye giriş yapan karakteri, pek çok bilimkurgu dizisinden aşina olduğumuz Amanda Taping canlandırıyor. Astrofizik uzmanı olan Samanta Carter, dizinin en önemli karakterlerinden biri konumunda. Bilimsel konuların çözümünde hem Daniel Jackson hem de Janet Frasier ile önemli çalışmalara imza atmasının yanı sıra, geçit sisteminin sırlarının çözümünde de etkin rol oynamıştır.

Kısa sürede izleyenlerin beğenini kazanan karakter, on sezon boyunca dizideki varlığını sürdürmeyi başararak, Atlantis ve Universe gibi diğer Stargate dizilerinde de boy gösterdi. Bilinmeyen diyarlara yapılan her yolculuk, aynı zamanda birçok bilimsel sorunun da ortaya çıkmasına neden olur. Samantha Carter bu sorunların üstesinden gelme konusunda eşsizdir. Kıvrak zekâsı, hızlı sorun çözümleme kabiliyeti, güçlü önsezisi ve bilime olan sarsılmaz inancıyla dizinin bir nevi düşünen beynidir. Karşılaşılan herhangi bir sorun karşısında sular seller gibi bilimsel teorilerini sıralarken, çoğu zaman Jack O’Neill tarafından frenlenmekte ve daha anlaşılır açıklamalar yapması konusunda uyarılmaktadır. Seyircilerin tebessümle karşıladığı bu sahneler, yapımın mizahi yönüne dair hoş ayrıntılar olarak göze çarpar. Ne yazık ki Samantha Carter karakteri de diğer üyeler gibi ailevi sorunlara sahiptir. Her ne kadar ileride düzelecek olsa da aile fertleriyle ilişkileri kopuktur. Özellikle kanser hastası babasının, Sam’in kariyerine NASA’da devam etmesine yönelik ısrarcı tutumu ve maceracı karakterimizin bu konuda kayıtsız kalması, babasıyla arasındaki soğukluğun en büyük nedenidir. Elbette baba Carter’ın, kızının o gezegen senin bu gezegen benim dolaştığından haberi yoktur. Öte yandan karakterimiz, dizi boyunca pek çok deneyim yaşar ve onun bu deneyimleri ekibe kılavuzluk eder.

Teal'c
Teal’c

Tıpkı Samantha Carter gibi dizi sayesinde tanıştığımız bir diğer karakter olan Teal’c, aynı zamanda ekibin uzaylısıdır. Aslen bir Jaffa olan ve uzun yıllar boyunca Goa’uld Sistem Lortları’ndan Apophis’in baş adamlığını yapan karakterimiz, dizinin ilk bölümünde safını seçer. Apophis tarafından esir alınmalarıyla birlikte umutları giderek azalan SG-1 üyeleri, Teal’c’ın son andaki yardımıyla ölümcül bir badireden kurtulur. Tanrısına başkaldıran ve Shol’va (hain) damgası yiyen Teal’c için artık gidecek ve sığınacak bir yer de kalmamıştır. Akla en uygun kararı alır ve SG-1 saflarına katılarak, sezonlar boyunca sürecek olan sahte tanrılarla mücadelesine başlar. Christopher Judge tarafından canlandıran karakter, asık suratı, ciddiyeti, sert tavrı, cesareti, savaşçılığı, fedakarlığı, Goa’uld konusundaki engin bilgisi ve tabii ki sık sık “indeed” demesiyle meşhurdur.

Usta Bra’tac tarafından korkulası bir savaşçı olarak yetiştirilen Teal’c, her Jaffa gibi karnındaki kesesinde bir Goa’uld larvası taşır. Jaffalar bu simbiyotik ilişki sayesinde, insanüstü güç, dayanıklılık ve bağışıklık sahibidirler. Aynı zamanda bir insandan çok daha uzun yaşarlar. Teal’c, dizi boyunca söz konusu üstün yeteneklerinden faydalanarak SG-1 ekibine katkı sunar. Diğer ekip üyeleri gibi Teal’c’ın ailevi durumu da iç karartıcı niteliktedir. Özellikle Apophis’e isyan etmesi sonucu, ailevi dengeleri bozulmuş ve Chulak‘taki yuvası deyim yerindeyse darmadağın olmuştur. Zaten SG-1 ekibine katıldıktan sonra ailesiyle uzunca bir süre ilgilenememiş, bu da ailevi ilişkilerinin sarsılmasına yol açmıştır. Apophis’e isyan edişiyle birlikte ailesi Chulak toplumunca dışlanmış ve sefalete mahkum bırakılmıştır. Eşi kocasız, çocuğu babasız kalmış, toplum nezdindeki itibarı yok olmuş ve dahası kendisine bir sürü düşman edinmiştir. Ama en büyük darbeyi düşmanlarından değil de, hep kendi ailesinden yemiştir. Özellikle kendisinden umudu kesen karısının çocukluk arkadaşıyla evlenmesi ve oğlunun da kendisine yüz çevirmesi karakterin en büyük dramları arasındadır. Ama Teal’c’tan öğrenilecek bir şey varsa, o da pes etmeme azmidir. Pes etmemiş ve zor da olsa işleri yoluna sokmayı bilmiştir.

Yeni SG-1
Yeni üyeleriyle SG-1 ekibi

Ekip üyeleri dışında bahsedilmesi gereken karakterden biri de General George Hammond’tır. 2008 yılında hayata veda eden usta aktör Don S. Davis tarafından canlandıran karakter, Yıldız Geçidi Komutanlığı’nın en üst yetkilisi konumundadır. Bir yandan ekip üyelerinin tarafını tutarken, bir yandan da görevi gereği ordunun ve hükumetin istekleriyle boğuşmak zorunda kalır. Adalete ve doğruluğa olan inancı sayesinde zaman zaman yukarıdan gelen talep ve emirlere direnmesiyle gönüllerde taht kurmuştur. Genellikle komuta merkezinde gördüğümüz karakter, çok nadiren dış göreve çıkar. Aktris Teryl Rothery tarafından canlandıran üssün sevecen ve azimli doktoru Janet Fraiser, geçit aktivitelerini kontrol eden Walter Harriman, Teal’c’ın saygıdeğer ustası Bra’tac, baş belası Harry Maybourne ve Stargate Programı’na garezi olan Senatör Robert Kinsey adı anılması gereken diğer karakterler olarak sıralanabilir.

Ancak toplam 214 bölüm süren bir dizide, öngörüleceği gibi karakter değişimleriyle de karşılaşmak mümkün. Bunlara örnek olarak Cameron Mitchell, Vala Mal Doran, Jonas Quinn ve General Hank Landry isimlerini sayabiliriz. Özellikle dokuzuncu sezondan itibaren, Farscape dizisinden tanıdığımız Ben Browder (Cameron Mitchell) ile Claudia Black (Vala Mal Doran)‘in Stargate SG-1 dizisine transfer olması, yapımdaki en köklü kadro yenilenmesi olarak karşımıza çıkıyor. İkilinin, her ne kadar diziye yeni bir soluk getirip başarılı performanslar sergilese de, yerlerine geçtikleri karakterlerin boşluğunu asla dolduramadıkları da bir gerçektir.

Stargate SG-1 - 3

Tüm bunların ötesinde, dizinin asıl kahramanı Yıldız Geçidi‘nin ta kendisidir aslında. Kadimler adı verilen ve fiziki bedenlerinden bağımsızlaşarak saf enerji formuna dönüşmeyi başarmış oldukça ileri bir uygarlığın eseri bu cihaz, dizi boyunca her daim kurgunun merkezinde yer alır. Onun sayesinde galaksiye adım atarken, aynı zamanda kendimize yeni düşmanlar da ediniriz. Kurulan ittifaklar da girişilen savaşlar da hep onun sayesindedir. Bir sonraki bölümde sizi nereye götüreceğini ve ne tür maceralara sürükleyeceğini tahmin etmek çok zordur. İçine atacağınız bir adımla sonsuzluğa da ulaşabilir, ölümle de tanışabilirsiniz. Kurgudaki bu kilit önemiyle Yıldız Geçidi, sadece bilimkurgudan hoşlananlar için değil, her türlü keşfe ve serüvene kucak açmak isteyenler için de bulunmaz bir nimettir. Zaten bunca yıl Stargate evrenini ayakta tutmuş olan da odur.

Karakterlerimiz, bu sonsuz olasılık içeren evrende Nox’lar, Asgard’lar, Tollan’lar, Tok’ra’lar ve Kadimler gibi güçlü türlerle işbirliği yaparken Goa’uld’lar, Çoğalıcılar, Ori’lar gibi düşmanlarla da yüzleşmek zorunda kalacaklar, dünya mitolojisindeki pek çok tanrının aslında birer uzaylı olduğunu keşfedeceklerdir. Gerçekten de biz izleyiciler, Stargate SG-1 boyunca sayısız Ra benzeri varlıkla karşılaşırız: Anubis, Apophis, Ba’al, Seth, Nirti, Osiris, Sokar bunlardan sadece birkaçıdır. Hepsinin de ortak özelliği, Goa’uld adı verilen parazit bir uzaylı türüne mensup olmalarıdır. Stargate mitolojisinde Goa’uld; egomanyak, kendilerini “Tanrı” kabul eden, insan ve unas gibi birtakım canlıların vücüduna yerleşip, vücudun kontrolünü ele geçiren parazit bir tür olarak tasvir edilir. Galaksideki en güçlü Goa’uldlar “Sistem Lortları(Düzen Efendileri) denen bir konsey oluşturmuştur. Özgün görünümü bir çeşit yılanı andıran bu canlı, Stargate evreninin en baş belası türlerinden biridir.

Stargate Uzay Gemisi

Yayın hayatının başlarında yabancı gezegenlere düzenlenen keşif yolculuklarını baz alan yapım, sezonların ilerlemesiyle ve insanlığın da giderek gelişmesiyle birlikte, sık sık haşmetli uzay savaşlarına yer vermeye başlar. Fakat bu aynı zamanda, çok daha güçlü düşman türleriyle karşılaşacağımız anlamına gelir. Her şeyi silip süpüren ve neredeyse durdurulmaları imkansız olan Çoğalıcı adlı robotik varlıklar ile, yarattıkları dini evrene hakim kılmaya çalışan ve kendilerine tapınmayı reddedenleri helaka uğratan Ori’lar, dizinin ilerleyen sezonlarında karşımıza çıkan iki çetin düşmandır. Ancak Asgard gibi güçlü bir müttefik edinerek, bu düşmanlara karşı mücadeleye girişiriz. Kimi bölümünde hayatın anlamını sorgulayan, kimi bölümünde gelecek öngörüleri sunan ve kimi bölümünde de din ve tanrı kavramlarına değişik bakış açıları getiren dizi; aynı zamanda yanıtlanmak üzere pek çok soru da ortaya atar. İşte bunlardan bazıları:

  • Birey nedir?
  • Yapay zeka mümkün müdür? Eğer mümkünse bunun epistemolojik durumu nedir?
  • Gelişmişlik nedir? Gelişmişliğin kıstası ne olmalıdır?
  • Hayatta ulaşılması istenen en değerli amaç nedir?
  • İnsan zekasının bir sınırı var mıdır?
  • Bu kadar farklı inanışın ortaya çıkma nedeni nedir?
  • Gerçek bilgi nedir ve ona nasıl ulaşılabilir?
  • Teknoloji yoluyla canlı fizyolojisine müdahale edilmeli midir, edilirse sonuçları ne olabilir?
  • Güç tek bir kişinin ya da grubun elinde toplanırsa, bu durum ne gibi sonuçlar doğurabilir?

Stargate artwork

10 sezon boyunca yayın hayatını sürdüren ve 22 Haziran 2007’de yayınlanan “Unending” adlı son bölümüyle televizyon ekranlarına veda eden Stargate SG-1, hiç kuşkusuz bilimkurgu tarihinde yepyeni ve kendine özgü bir sayfa açtı. Bugün yapıma hayranlık besleyen milyonlarca izleyici, Stargate SG-1’den sonra hiçbir diziden aynı zevki alamamaktan şikayet etmekte. Gerçekten de Stargate SG-1’in seyircide bıraktığı lezzet çok başkadır. Öte yandan dizi, 2008 yılı içinde piyasaya sürülen Stargate: The Ark of Truth ve Stargate: Continuum filmleriyle de mitolojisini genişletmeye devam etti. Aynı zamanda Stargate evrenini başarılı bir şekilde televizyon mecrasına taşıyarak, kendisinden sonra gelen Stargate Atlantis ve Stargate Universe dizilerine de zemin hazırladı.

Evet, Stargate izlemek bir nevi maraton koşmak gibidir. Ama o ilk adımı attığınız anda gerisi kendiliğinden gelecek ve her bölümde kendinizi tarifsiz maceraların içinde bulacaksınız. Yapmanız gerek tek şey, yıldız geçidinden içeri küçük bir adım atmak ve dizinin size sunduğu maceralara doğru yelken açmak… Karşılaşabileceklerinizi tahmin etmeye çalışarak da boşuna kendinizi yormayın, zira diğer tarafta sizi neler beklediğini hayal bile edemezsiniz…

Yazar: İsmail Yamanol

Amatör bir düş gezgini, saplantılı bir bilimkurgu hayranı. Kuruculuğunu ve genel yayın yönetmenliğini üstelendiği Bilimkurgu Kulübü'nde at koşturmayı sürdürüyor.

İlginizi Çekebilir

the ark

İyi Fikir, Ucuz Prodüksiyon: The Ark

Syfy, düşük bütçeli yapımlarıyla kötü bir üne sahip. Bunca zamandır büyük fikirleri olan, ancak yapımcılar …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et