“Ben kimsenin kuklası değilim!”
Rigel’ın gerçekten de bir kukla olduğu düşünülürse, bu protesto repliği oldukça iyi bir espri aslında. Evet, dizide Rigel karakterini bir kukla oynuyor. Jonathan Hardy tarafından seslendirilen, yuvarlak hatlara sahip, çok yönlü, hareketleri gerçekçi ve inandırıcı bir animatronik ve ses kombinasyonu. Tıpkı yine bir kukla olan Pilot karakteri gibi, Rigel da bize canlı bir yaratık olmadığını hemen unutturuyor; ki bu hiç de hafife alınacak bir başarı değil.
Farscape dizisindeki uzaylılar, gerçekten uzaylı hissiyatını iyi veriyor. Dizi yaratıcılarının detaylara gösterdiği özen, karakterlerin derinlikli tasarlanması, onlara verilen tuhaf kişilikler ve alışkanlıklar bu durumu iyice perçinliyor. Bütün bunlar, “yapay oyuncular” (animatronik kuklalar) için daha da çok geçerli tabii. Jim Henson ekiplerinin, bu lateks ve mekanizma kombinasyonlarının yaratımında tüm yeteneklerini konuşturduğu su götürmez bir gerçek.
Rigel, bu yeteneğin parlak bir örneği. Büyükçe bir kurbağaya benzeyen, çirkin, huysuz, bencil ve talepkâr… Doyumsuz bir iştaha sahip olan karakterimiz, tipik bir devrik hükümdar gibi davranıyor; arkadaşlarına üstünlük taslıyor ve tepeden bakıyor. Bu nahoş özelliklerine rağmen dizi ilerledikçe kurnazlığı ve bilgeliği sayesinde izleyicilerin sevgisini kazanıyor. Zor durumlarda nasıl avantaj elde edileceğini ya da en iyi anlaşmaların nasıl yapılacağını söyleyen hep o oluyor. Kendisi bir hayatta kalma uzmanı ve bu yeteneği en zor yoldan öğrendiği de kısa sürede ortaya çıkıyor.
Bir zamanlar altı milyar Hynerian’ın hükümdarı olduğunu öğreniyoruz. Bir darbe ile tahttan indirildiği ve rakibinin isteği üzerine Barış Muhafızları tarafından hapsedildiği ortaya çıkıyor. Ayrıca tutukluluğu süresince 130 döngü boyunca korkunç zihinsel ve bedensel işkencelere maruz kaldığı da anlaşılıyor. Özellikle eski işkencecisiyle yüzleştiği sahnelerde, bunca işkencenin ardından hâlâ akıl sağlığını nasıl koruduğunu merak etmemek elde değil. Dolayısıyla her durumda sergilediği aşırı benmerkezciliğini affetmek kolaylaşıyor, hele de bu özelliğinin onu hayatta tutmaya yardımcı olduğu ortadayken. Evet, koca Hynerian İmparatorluğu’nun meşru lideriyken haksız yere hapsedilip yıllarca işkence görmüş herhangi biri paranoyak, güvensiz ve bencil olabilir. Karşılaştırmak gerekirse Zhaan, on yedi döngü ve D’Argo da yalnızca sekiz döngü hapis yatmıştı. Bu koşullar altında Rigel’ın tavırlarını doğal karşılamak gerek.
Hayatta kalma, Rigel’ın mükemmelleştirdiği bir yetenek. İlk sezonun sonuna doğru işler içinden çıkılmaz bir hâle geldiğinde arkadaşlarını arkada bırakmaktan, hatta canını kurtarmak için onlara ihanet etmekten bile çekinmiyor ve sadece daha iyi (ve daha güvenli!) bir seçenek ufukta belirdiği için vazgeçiyor. Rigel’ın düşünce sisteminde iyilik meleklerine ya da yüksek ideallerin keşfine yer yok. O’nu izleyicilerin gözünde sevimli kılan şey de muhtemelen bu konuda tamamen dürüst olması. Tıpkı o enfes sahnedeki gibi: John Crichton, “doğru olanı” yapmadığı için kendisini azarlıyor, sonra da alnına bir öpücük kondurarak affediyor. Bu hareket Rigel’ı şaşkına çeviriyor ve aynı zamanda da pişmanlık duymasına sebep oluyor. Üstelik bu inanılmaz duygu gösterisini sergileyenin aslında bir kukla oluşu sahneyi daha da etkileyici kılıyor.
İyi olduğu konulardan biri de kesinlikle diplomasi becerisi. Sarayda doğup büyümüş biri olarak entrikalara alışkın olduğu kadar orta yolu bulma noktasında da bir hayli hünerli. Bir şekilde karşısındakini ikna etmeyi başarıyor. Gerçi bu durum bazen ekibin başına olmadık işler de açmıyor değil. Öte yandan, değerli eşyalara yönelik karşı koyamadığı bir zaafa sahip. Hatta bu uğurda hırsızlık yapmaktan bile çekinmiyor. Kendisiyle bütünleşen en önemli nesne ise sürekli üstünde otururken görmeye alıştığımız uçan tahtı. Üstelik bu sayede kendisinden beklenmeyecek çeviklikte davranışlar sergileyebiliyor. Tahtında değilken fiziki anlamda çelimsiz, güçsüz ve korunmasız. Hatta başta Crichton olmak üzere diğer ekip üyeleri tarafından itilip kakılabiliyor.
Rygel, morfolojik ve fizyolojik özellikleriyle de sıra dışı bir türe mensup. Örneğin, üç midesi ve buna bağlı olarak da güçlü bir iştahı var. Bu nedenle sürekli bir şeyler atıştırma ihtiyacı hissediyor. Kaşlarına dokunulmasından aşırı derecede tahrik olan karakterimizin boyu ise 65 cm kadar. Evet, ufak tefek bir canlı, ancak belki de en ilginç özelliği stresli anlarda zapt edemediği bir yellenme döngüsüne girmesi. Daha da kötüsü, bu işi dışarıya helyum gazı salarak yapması. Dolayısıyla yellendiği sırada etrafta bulunan herkesin sesi ansızın incelmeye başlıyor. Dizinin en gergin ve ciddi anlarında gerçekleşen bu olay yüzünden kendinizi kahkaha atarken bulabiliyorsunuz.
Dizinin tüm öne çıkan karakterleri gibi Rygel da zamanla değişiyor. Örneğin, zaman zaman arkadaşlarına destek vermek için kendisini riske attığını görüyoruz. Bunu da kişisel bir cesaret gösterisi olarak değil, asil atalarını onurlandırmak şeklinde yorumluyor. Yine de Rygel’ın psikolojik anlamda tam bir dönüşüm geçirdiği söylenemez. Evet, gemide oluşan aile ortamına uyum sağlıyor, gerektiğinde (her zamanki homurdanmalarıyla birlikte) hayatını riske atıyor ama kendine özgü o bencil doğasından da asla vazgeçmiyor. Kısacası Rigel, ilk bölümden son bölüme kadar ikiyüzlü, açgözlü ve benmerkezci olmayı sürdüren sevimli bir uzaylı. Eh, biz de onu bu nedenle seviyoruz zaten.
Kaynaklar: