twilight zone

Unutulmaz Twilight Zone Bölümleri

“İnsanlığın kavrayışının ötesindeki 5. boyut… Uzay kadar muazzam ve sonsuzluk kadar zamandan bağımsız… Işık ve gölgenin, bilim ve batılın ortasında… İnsanlığın tarih boyunca edindiği birikimin zirvesiyle korkularının  en dip noktası arasında uzanmakta… Twilight Zone olarak adlandırdığımız şey, aslında düş gücünün boyutu.”

2016’nın Ekim ayında ekrana gelişinin 57. yılını kutlayacak olan felsefi bilimkurgu dizisi Twilight Zone, ilk kez 2 Ekim 1959’da ekranlarda boy gösterdi ve 1964’e kadar 5 sezon boyunca yayınlandı. Müzikleri diziyi daha önce seyretmemiş olanlara bile tanıdık gelecektir.

1985 – 1989 yılları arasında tekrar yayınlanan dizi, 2002 yılında bir kez daha ekranlara geldi; ancak sadece bir sezon devam edebildi. Ancak oldukça başarılı bir başka dizi olan Black Mirror’da Twilight Zone esintilerini görmek mümkün.

Dizinin her bölümü konu olarak diğer bölümlerden bağımsızdır ve her birinin kendine has hikayesi vardır. Sık sık sosyal mesaj verir, beklenmedik sonlarla biter. Bilimkurgu haricinde korku ve gerilim unsurlarıyla da harmanlanmıştır.

Dizinin yaratıcısı, senaristi ve yönetmeni Rod Serling’i anlatıcı olarak sık sık kamera karşısında görüyoruz. Serling, mimikleri ve sıra dışı kelime seçimleriyle anlatılanları tekrar düşünmeye sevk ediyor.

SPOILER UYARISI!

Nick of Time

TWILIGHT_ZONE

Dizinin ikinci bölümünde, arabası bozulunca Ohio’daki küçük bir kasabada karısıyla mahsur kalan, yeni evli Don S. Carter rolünde William Shatner ekranda görülür. Arabanın tamir edilmesi için saatlerce beklemek zorunda oldukları söylenmiştir. Bu süreyi yerel bir restoranda geçirmek isterler. Restoranda bir peçete tutucu ve 1 Peni karşılığında sorularınıza “evet” ya da “hayır” şeklinde cevap veren tuhaf bir fal makinesi vardır.

Batıl inançlara sıcak bakmayan Don, ilk başta falcıya öylesine birkaç soru sorar. Makinenin kehanetlerinin tutmasıyla ister istemez fala inanmaya başlar ve gitgide geleceği konusunda takıntılı hale gelir. Falcı, Don’a saat 15:00’ten önce restorandan ayrılmamasını, aksi halde yolda son sürat giden bir aracın eşine çarpacağını söyler. Falcıya inanan Don, eşini de restorana götürür. Eşiyle ilgili sorular sorarken mantığı iyice bir kenara bırakıp, makineden geleceklerini tayin etmesini bekler. Nihayet eşi, Don’u restorandan ayrılmaya ikna eder ancak, bölüm masallardaki gibi bir sonla biter.  Don ve eşi restorandan ayrılırken şanssız ve harap görünen başka bir çift içeri girer, kasabayı bugün terk etmelerine izin olup olmadığını sorar…  

It’s A Good Life

twilight zone

3. bölüm It’s a Good Life, The Simpsons, Treehouse of Horror Halloween‘da  parodisi yapılan sayısız Twilight Zone bölümlerinden biri.

Hikaye Ohio’daki Peaksville kasabasında geçer. Rod Serling’in hayra alamet olmayan tipik sesi, karanlık çağlardan çıkagelen ve bu kasabada yaşamakta olan bir canavardan söz eder. Zihin gücünü kullanarak dış dünyadan soyutlanan bu canavar, aynı zamanda zihin okuyabilir ve insanların iradesiyle oynayabilir.

Sanılanın aksine canavar aslında Anthony Fremont isminde 6 yaşında bir çocuktur. Canavarın olağanüstü güçleri ve bitmek bilmeyen hiddetinin korkusuyla kasaba sakinleri sahte gülücükler atıp sürekli “hayat çok güzel” demek zorundadır.

It’s a Good Life yaramaz, aklı ermeyen, şımarık bir çocuğun elinde kontrol edilemeyen bir güç olursa ya da bu güç kontrol edilebilirse neler olabileceğini, heyecan dolu bir macera eşliğinde anlatır. Katı, kuralcı ebeveynler bu bölümden büyük ders alacaklardır.

Death’s Head Revisited

twilight zone

Dizinin en karanlık bölümlerinden biri olan Death’s Head Revisited, savaştan sonra yaşamına Mr. Schmidt takma adıyla devam eden Nazi subayı Gunther Lutz’u konu alır.

Lutz, anılarını yad etmek için Dachau toplama kampını ziyaret eder. Burada, kamptaki eski tutuklulardan biri olan ve onu insanlık dışı savaş suçlarıyla anımsayan Alfred Becker’le karşılaşır. Son derece soğukkanlı bir biçimde  “Yalnızca emirleri uyguladım” diyen Lutz, Becker ve diğer eski mahkumlar tarafından hapishaneye tıkılır.

Becker ve diğer mahkumların hayaletleri, Lutz’un çektirdiği acıların aynısını ona da yaşatmak için mücadele verirler. Lutz fiziksel olarak acı çekmez, ancak zihninde yaşadığı ızdıraplar ona akıl sağlını kaybettirir, sonuçta akıl hastanesine yatırılır. Doktor, Lutz’u götürürken kendi kendine hayıflanır: Dachau toplama kampı neden hala ayakta? Neden hala yıkmıyoruz?

Hemen ardından Serling ekrana gelerek en dokunaklı, en anlamlı yanıtı verir: Tüm Dachau’lar ayakta kalmalı. Yalnızca Dachau’nun değil; Belsen’lerin, Buchenwald’ların, Auschwitz’lerin de… Birkaç insanın dünyayı mezarlığa çevirişlerinin birer anıtı olarak hepsi ayakta kalmalı. Sağduyudan, mantıktan, bilgiden, en kötüsü de bilinçlerinden arındıkları zamanın anıtı oldukları için hepsi ayakta kalmalı. Bir an için unutursak, bir an için aklımızdan çıkarsa, işte o zaman bizler de onlar gibi mezar kazıcıları oluruz. Sadece bu dizide değil, insanlığın ayak bastığı her yerde üzerinde düşünüp yad etmeliyiz.

Tarihin en hassas konularından birini etkileyici ve dokunaklı biçimde ele alırken, bilimkurgu ve fantezinin yanında nasıl yaşamamız gerektiği konusunda da birkaç kelam etmiştir.

Five Characters in Search of an Exit

twilight zone

Hem felsefi hem de eğlenceli bölümlerinden biridir Five Characters in Search of an Exit. İsimsiz 5 karakterden biri olan Major’ün, metalik ve silindirik bir hücrede gözlerini açmasıyla başlar. Buraya nasıl geldiğini hatırlamadığı gibi kim olduğu konusunda da en ufak bir fikri yoktur. Clown, Hobo, Bagpiper ve Ballerina da kim olduklarını, geçmişlerini ve neden bir arada bulunduklarını hatırlamaz.

Toplu halüsinasyon mu görüyorlar? Burası cezaevi mi? Cehennem olabilir mi? Diğer dört karakter kaderine boyun eğmiş görünse de Major’ün bu duruma kabullenmeye pek niyeti yoktur ve bir insan kulesi oluşturarak hücrenin diğer tarafına geçebilmek için diğer 4 kişiyi ikna eder.

Diğer 4 isimsiz gibi, Major de aslında bir oyuncak bebektir. Onlar ne gerçek birer insan ne de bağış kutusuna atılmış bir çocuk oyuncağıdır. İşte Twilight Zone’u bu kadar ünlü yapan şey de bunun gibi beklenmedik kırılma anlarıdır.

The Eye of the Beholder

twilight zone

The Eye of the Beholder, bir diğer “kırılma anlı” bölümlerden biri, ancak bu kez finali gizli tutmak için zekice bir kamera çalışması yapılıp ışık ve gölge hilelerinden yararlanılmış. Hastanede yatmakta olan başkahramanımız Janet Tyler, kafası bandajlı ve yüzü örtülü halde ekranda görülür.

Janet’in başına ne geldiği henüz bilinmemekle birlikte, doktorlar durumunu normal bulmamaktadır. Diğerleri gibi görünmesi için uygulanan on birinci tedavi olduğu söylenir; eğer bu da başarısız olursa Janet taburcu edilecek ve toplumdan uzakta, farklı bir tür olarak yaşamına devam edecektir.

Uzun bir süre boyunca doktorların ve hemşirelerin yüzleri ekranda gösterilmez, yüzleri gölgelerle ya da sıra dışı kamera açılarıyla belirsiz hale getirilir. Kırılma anını  yaratmak için artık her şey hazırdır. Janet’in yüzündeki bandaj kaldırıldığında, gerilim gittikçe yükselir ve karşımıza biçimsiz bir yüz değil de oldukça güzel bir kadın çıkar.

Janet’in tedaviye tepkisi hüsran verici ve umutsuzdur. Diğerleri gibi görünmediği için kendini normal bulmamaktadır. Günümüz estetik anlayışının belirlediği “güzellik” ve “çirkinlik” kavramları burada tepetaklaktır.  Çirkinlik bu dünyada güzelliktir, keza güzellik de çirkinlik.

Nihayetinde Janet hastaneden ayrılıp tek başına yaşamaya başlar.  Zekice hazırlanmış ve görsel açıdan cezbeden bu bölüm, toplumsal kalıplar hakkında konuşup duran diktatörün ekranları gereğinden fazla meşgul etmesi yüzünden geri planda kalıyor.

Nightmare At 20,000 Feet

twilight zone

William Shatner’ın dizideki ikinci rolü bu bölümdedir ve senaryo seçimini gayet iyi yapmıştır. Nightmare at 20,000 Feet, dizinin hafızalarda yer etmiş bölümlerinden biridir.

Shatner, 6 ay önce yaşadığı sinir krizlerini atlatmış, sağlıklı Robert Wilson karakterini canlandırmaktadır ve bir uçakta gece yolculuğu yapmaktadır. Pencereden dışarı baktığında bir cinin uçağın kanatlarına zarar vermekte olduğunu görür. Gördüğü şeyi eşine ve hosteslere de göstermeye çalışır ancak, her seferinde başka biri bakar bakmaz cin saklanır. Etrafındakiler Robert’ın psikolojik sorunları olduğunu düşünmeye başlar.

En sonunda gasp ettiği tabancayla cini vurabilmek için hayatını riske atar. Uçak yere indiğinde Robert, diğerlerinin gözünde çoktan deli gömleğini giymiştir ve kimse söylediklerini ciddiye almaz. Bakım ekibi fark edemese de uçağın kanatları, sebebi anlaşılamayan bir hasara uğramıştır.

The Hitch-Hiker

twilight zone

The Hitch-Hiker, dizinin ilk bölümüdür. Hikaye aslında son derece sıradandır: Arabasının lastiğinin patlaması sonucu kaza yapan bir kadın, olayı burnu bile kanamadan atlatır, aracı tamir edildikten sonra tekrar yola koyulur.

Yoluna devam ederken bir otostopçu görür. Tuhaf olan şudur ki, ilerledikçe bu adamı görmeye devam eder. Adamın kendisine zarar vereceği paranoyasına kapılır ve konuşup rahatlamak için annesini arar. Ancak öğreneceği şey, annesinin kızının ölümünün ardından hastaneye kaldırıldığıdır. Evet, aslında kadın onca zaman boyunca ölüdür.

Sonradan anlaşılır ki, otostopçu aslında Azrail’den başkası değildir. Kadın onu bulmak için geri döner ve bulduğunda Azrail ona şu unutulmaz repliği söyler: Sanırım benim yolumdan geliyorsun?

Walking Distance

twilight zone

Walking Distance pek bilinmeyen bir bölüm. Herhangi bir kırılma anı ya da şok edici bir sahne söz konusu değil, ancak son derece sıradan bir hikayenin olağanüstü güzel anlatılışına şahit oluyoruz.

Hikayenin başkahramanı, Martin Sloane adında, otuzlu yaşlarında sıradan bir adam. Arabasını garaja bırakıp yürüyerek evine dönerken, kasabanın 1930’lu yıllarda çocukluğunu geçirdiği haliyle tıpa tıp aynı olduğunu fark eder. Hatta kendi çocukluğunu kanlı canlı bir halde karşısında görünce afallar. Neler olduğunu anlamak için çocukluğunu geçirdiği eve gider, şimdiki hallerine kıyasla çok daha genç görünen ailesiyle karşılaşır. Onlara kim olduğunu anlatmaya çalışır, fakat çabaları nafiledir.

Daha sonra atlı karınca üzerinde eğlenmekte olan çocukluğuyla tekrar karşılaşır. Ona katılıp, kendi çocukluğundan bahsederek sohbet etmek ister, ancak bu yabancının yakınlığından korkan küçük Martin atlı karıncadan düşerek bacağını yaralar. O sırada babasıyla tekrar yüzleşir, bu kez babası Martin’in cüzdanında gelecekteki kendi fotoğraflarını görür ve ikna olur. Babası Martin’e geçmişe takılıp kalmamasını; çocukken ve yetişkin olarak, günümüzde ve gelecekteki anılarının da  Martin’inki kadar zevkli olduğunu söyler.

Martin arabasını tamir etmek için garaja döndüğünde 1950’li yıllara döndüğünü fark eder. Fakat artık ayağı aksamaktadır, küçük Martin’in geçirdiği atlıkarınca kazasının izini taşımaktadır.

Walking Distance mükemmel bir fantastik kurgu olmakla birlikte, kaybolan gençliğe dökülen gözyaşıdır aynı zamanda. Ayrıca yaşanan en güzel günlerin hep geçmişte kalmadığını, gelecekte de yaşanmasının mümkün olduğunu hatırlatır.

Time Enough at Last

twilight zone

Dizi tarihinin belki de en ünlü bölümü olan Time Enough at Last, aslında bir kısa öykü uyarlamasıdır. Ana kahramanımız, okumaktan başka hiçbir şeyden keyif almayan asosyal kitap kurdu, bankacı Henry Bemis’tir. Hayatına sık sık müdahale eden karısından da nefret eder.

Bir gün, rahatça kitap okuyabilmek için bankanın deposuna  geçtiğinde, dışarıdan gelen bir patlama sesi binayı sarsar ve Bemis bilincini kaybeder. Bilinci geri gelince yerdeki gözlüğünü takar ve üzerine yıkılan depodan çıkmaya çalışır. Bankanın harabeye döndüğünü ve kendisinden başka herkesin öldüğünü görür. Çok geçmeden tüm kasabanın bir hidrojen bombasıyla dümdüz olduğunu anlar. Artık tam anlamıyla yapayalnız olan Bemis’in eline bir tabanca geçer ve intihar etmeye niyetlenir, ta ki harabe durumdaki kasaba kütüphanesinden arta kalan kitapların hala okunabilir olduğunu fark edene kadar. Artık eline geçmiş tüm kitapları okuyabilecektir ve bunun için bolca zamanı vardır.

Aşina olduğumuz klasik sonların aksine bölüm burada bitmez; yerdeki kitapları toplarken Bemis tökezleyip düşer, gözlükleri yere çarpıp paramparça olur. Etrafı kitaplarla çevrili olmasına rağmen o artık kördür; durdurak bilmeden kitap okuma olanağını kaybettiği için hayıflanarak göz yaşlarına boğulur.

The Monsters are Due on Maple Street

twilight zone

Bölümün senaristi Roder Serling, önyargıların zararına ve Amerika’nın paranoyaya evrilmiş komünist tehdit korkusuna kinayeli bir gönderme yaparak uzaylı istilası konusunu işler. Hikayede mekan olarak herkesin birbirini tanıdığı Amerika’daki sıradan bir taşra kasabası seçilmiştir.

Bir gece garip bir ses duyulur, hemen ardından bir ışık huzmesi görülür. Aniden elektrik kesilir ve radyo sinyalleri kaybolur. Maple Caddesi sakinlerinden biri olan küçük Tommy’nin daha önce uzaylı istilası konulu bir hikaye okuduğunu ve hikayenin başında elektrik kesintileri yaşandığını, sonradan da uzaylıların insan kılığına girdiğini söylemesiyle cadde sakinleri iyice paniğe kapılır. Çok zaman geçmeden cadı avına girişilir. Cadde sakinleri, insan kılığında uzaylı olduğunu düşündükleri kişileri suçlamaya başlarlar. Cadde halkından biri olan Charlie’nin, uzaylı olduğunu düşündüğü bir başka cadde sakinini öldürmesiyle olaylar iyice çığrından çıkar ve durum hemen hemen herkesin silahlanarak birbirleriyle çatıştığı bir iç savaşa dönüşür.

Uzaylı işgali ve paranoya konusu, öylesine seçilmiş bir konu değildir. Bölümün sonunda görülür ki asıl uzaylılar, caddenin yanıbaşındaki tepeden olayları seyretmektedir. Bölümde, basit bir elektrik kesintisinin kolayca paranoyaya dönüşmesi işlenmektedir. Altı çizilen bir diğer nokta ise gezegeni istila etmenin, Maple Caddesi’nde de görüldüğü gibi, insanların birbirlerini öldürmesine izin vermek kadar kolay oluşudur.

Hazırlayan: Emre İnanır | Kaynak: Movie Pilot

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

black mirror gibi filmler cam

Black Mirror Tadında 15 Bilimkurgu Filmi

2011’in Aralık ayındaki çıkışından bu yana Black Mirror, dünya çapında büyük bir şöhret kazandı. Netflix’e …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin