“Yağmur geri geldiğinde sen kim olacaksın?”
Alman bilimkurgu yapımı Dark’ın başarısına müteakip olarak Netflix, aynı başarıyı benzer bir yapımla, ama bu sefer Danimarka usulü bir felaket senaryosuyla göstermek istiyor. Her iki dizinin karanlık, kasvetli ormanlar gibi ortak bazı özellikleri olmasına rağmen, Dark zaman yolculuğu, The Rain ise kıyamet sonrası bir distopya’yı temel alıyor. Yapımcılığını Jannik Tai Mosholt, Esben Toft Jacobsen ve Christian Potalivo’nun üstlendiği The Rain’in başrollerinde ise Alba August, Mikkel Boe Folsgaard, Lucas Lynggaard gibi isimler var.
Simone isimli bir ergen, aniden babası tarafından okuldan alınır ve büyük bir telaş ile ailesiyle birlikte ormanda bulunan bir sığınağa götürülür. Yaklaşmakta olan yağmurdan bahseden Simone’un babası, bu yağmurun ölümcül etkisini aracında sığınağa doğru giderken kendi gözleriyle de görür. Simone’un, kardeşi Rasmus’la birlikte dışarıda neler olup bittiğinden haberi yoktur.
Aile’nin babası, Apollon adını taşıyan ve yaşananlarla ilgisi olduğu düşünülen bir şirkette çalışmaktadır. Simone’un hasta olan küçük kardeşi Rasmus’a göre de babalarının bu olaylarla bir bağlantısı bulunmaktadır. Apollon’un yer altındaki sığınağına ulaşan aile artık güvendedir, fakat idealist baba figürü koruyucu kostümünü giyerek insanları kurtarmak amacıyla dışarı çıkar. Bu esnada ölümcül yağmur damlaları gökten yağan su bombaları gibi yeryüzüne adeta ölüm saçmaktadır. Şemsiyesini almadan dışarı çıkma gafletinde bulunan anne ise kısa bir süre sonra yaşamını kaybeder.
Böylece sığınakta sadece Simone ve Rasmus mahsur kalır. Bu iki kardeş sığınakta tam tamına 6 yıl geçirmek zorundadır. Bu da, Rasmus’un olgunlaşması ve oyuncu değişikliğini gerektirmesi anlamına gelmektedir. Klostrofobi, gerilim ve korku ile başlayan ilk bölüm, kısa süreliğine de olsa kardeş sevgisiyle devam eder. Alba August’un Simone karakteriyle sergilediği oyunculuk göz dolduruyor.
İlk bölümün sonunda sığınaktaki oksijeni tükenen kardeşler dışarı çıkmak zorunda kalır ve dehşetin hüküm sürdüğü yeni bir dünyaya adımlarını atar. Dışarıda kendileri gibi hayatta kalanlarla tanışan Simone ve Rasmus’un asıl macerası işte burada başlar. Sekiz bölümün ikisi sığınakta geçen The Rain dizisinin devamı tanıdık sahnelerle dolu.
The Rain, distopik bir kıyamet öyküsü anlatmakla birlikte 28 Days Later, The Walking Dead ve Willliam Golding’in ünlü romanı Sineklerin Tanrısı gibi eserlerden izler taşıyor. İzleyiciler tarafından klişe olmakla eleştirilen dizinin en büyük handikaplarından birini oyuncuların yetersizliği oluşturuyor. Oyuncular, dizinin ve kurgunun hakkını veremedikleri gibi, donuk ve vasatın altında bir performans sergiliyor.
Netflix’in ilk Danimarka yapımı dizisi olan The Rain, Alman yapımı Dark ile karşılaştırılsa da dünya çapında büyük başarı yakalayan bu diziye pek yaklaşamıyor gibi. Gerek oyuncuların sönüklüğü, gerekse kurgunun klişe olması sürükleyiciliğe ve dizinin izlenebilirliğine ciddi anlamda darbe vuruyor. Karakterlerde gözlenen ani değişimler de inandırıcılıktan uzak ve ciddiyetsiz bir izlenim veriyor. Tüm kıyamet sonrası senaryolarda olduğu gibi insanların kriz anlarında etik olarak ilkel değerlere kadar gerilemesini ve felaket anlarında nasıl tepki verdiklerini olumlu ve olumsuz yanlarıyla keşfediyor.
Netflix’in ilginç denemelerinden biri olarak kayda geçen The Rain, ne yazık ki fazlasıyla bilindik bir kurguya sahip. Bu bağlamda öngörülebilirliği de oldukça yüksek. The Rain, büyük beklentisi olmayan izleyicilerin sadece vakit geçirmek amacıyla izleyebilecekleri bir dizi olarak hatırlanacaktır.
Hazırlayan: Cenk Tan