80’lerin başlarında Türkiye’de televizyon yayınları henüz tek bir kanal, iki renk (siyah-beyaz) ve onların karışımlarından ibaretken, Cuma akşamları saat 22:00 gibi bir dizi yayımlanmaya başlandı. Parlak metal vücutlu robotların kullandığı yassı, mercimek tanesi benzeri gemilerin saldırısıyla yıkıma uğrayan yabancı bir gezegen, göz kamaştırıcı patlamalar, yıkılan binalar, çeşitli büyüklük ve şekildeki rüya gibi uzay gemilerine binip gezegenden kaçmaya çalışan pelerinli erkek ve kadınlar, altı yaşlarında bir erkek çocuk, onun kulakları dönen sevimli robot köpeği ve güzeller güzeli annesi, daha ilk bölümünde 10’lu yaşlardaki meraklı ve büyüklerin sıkıcı dramalarına alternatif arayan bir çocuğun kalbini fethetmeye yetmişti. O ilk bölümden sonra Cuma akşamlarının tatilli çekiciliği, Savaş Yıldızı Galactica’nın epik hikayesiyle bir kat daha artmıştı.
O yıllarda planlı elektrik kesintisi diye bir şey vardı. Üretim yetersizliği nedeniyle elektriğin bir kısmının Bulgaristan’dan alındığı bilinirdi. O bile yetmiyor olmalıydı ki TV’nin açılış saatine doğru her gün bir saat kadar kesinti yapılırdı. Evet, o zamanlar açılış saati diye bir şey vardı! Bazen planlı kesinti daha geç saatlere doğru sapardı. Bütün hafta Galactica’yı beklemiş bir çocuğun başına gelebilecek en kötü şeylerden biri, herhalde kesintinin o rüya dizinin yayın saatine yayılmasıydı. Mum ışığının titrek gölgeleri arasında sabırsız bir endişeyle elektriğin gelmesi beklenirken dakikalar hızla akardı.
Dizi saatinden on dakika önce buzdolabı motorunun aniden harekete geçtiği duyulup salon aplikleri yanmaya başlarken, dünyalara sahip olmuşçasına sevinen çocuk mumları hırsla üfleyerek söndürür, televizyonun karşısına kurulurdu. Birkaç dakika sonra uzay karanlığında lombozlarından ışıklar dökülen devasa uzay gemileri, aslında gidişi gözle izlenebilecek kadar yavaş ve üstelik her nasılsa sesli ama bir o kadar estetik lazer top atışları, kaptan köşkündeki onlarca ekranda dönen karmaşık grafikler, dev uzay haritaları, duvarlarda her nedense yanıp sönen ışıklar çocuğun dünyasını başka hiçbir şey yokmuşçasına dolduruverirdi. Dış dünyaya ilişkin sadece zaman bilinci kalırdı. Kırk dakikayı inatçı bir oburlukla yiyen o zaman bilinci.
Dizinin hikayesinde, uzak bir yıldız sisteminde 12 insan kolonisi ile bir robot ırkı olan Cylon‘lar arasında bitmek bilmez bir mücadele vardır. Cylon’lar, Gaius Baltar tarafından aracılık edilen sahte bir barış anlaşmasıyla insanları tuzağa düşürür ve gezegenleri Caprica’yı yok eder. Ama binlerce insan yok oluştan iki yüz kadar gemiye binerek kaçmayı başarır. Bu uzay konvoyunun koruyuculuğunu Battlestar Galactica adlı yıkımdan kurtulan tek destroyer üstlenir. Efsanelerdeki 13. Koloni’yi, binlerce yıl önce ayrılarak uzak bir yıldız sistemine giden kardeşlerini, Dünya’yı aramaktadırlar. Elbette peşlerinde Cylon’larla birlikte. Yol üzerinde yaşanabilir sürüyle gezegenle karşılaşırken, Cylon belasını neden Dünya’ya bulaştırmak istedikleri muammadır! Galactica’nın komutanı Adama’dır. Fonetik anlamda etkileyici bu isim, Lorne Green’le birlikte peşinden kara deliklere atlanacak bir karaktere dönüşür.
Diğer unutulmazlar arasında Apollo karakteriyle Richard Hatch, Starbuck karakteriyle Dirk Benedict, Baltar’ı oynayan John Colicos ve sadece üç bölüm görünen Serina karakteriyle güzeller güzeli Jane Seymour vardır.
Galactica ve konvoy, söylencelerin ve zayıf işaretlerin peşinde ilerlerken yolları çeşitli gezegenlerle kesişir. Yüzbaşı Apollo, düştüğü gezegenlerden birinde kasabayı haraca bağlayan bir kabadayının emrindeki hafızasını yitirmiş Cylon’la western tarzı bir düello yapar. Kahramanlarımız başka bir gezegende, buzlar arasına gizlenmiş güçlü bir lazer topunu etkisiz hale getirmek için neredeyse kutup kaşifliği yapar, yiyecek gemileri saldırıya uğrar ama tarım cenneti bir gezegen sorunlarıyla birlikte önlerindedir. Bölümlerden birinde Starbuck, zorunlu iniş yaptığı gezegende bir Cylon gemi enkazı bulur. İçindeki robotlardan birini tamir eder ve onunla arkadaş olur. Birlikte diğer Cylon’larla çarpışırlar.
Diziye yeni karakterler girer, bir iki bölüm yapıştıktan sonra da çıkar. Sonradan rating denen bir şey olduğu ve karaktere yaşam ya da ölümü ABD’deki TV izleyicilerinin verdiği öğrenilecektir. Antik Roma’dan bu yana pek bir şey değişmemiş olmalı.
Evet, Serina ölür, Starbuck’ın arkadaşı Cylon imha olur, ana yıkımdan kurtulduğu sonradan anlaşılan diğer bir savaş yıldızı Pegasus ve efsanevi komutanı Cain’in akıbeti belirsizliğe karışır. Elbette bu ayrılıklarda sadece rating değil, mali ya da başka nedenler de rol oynamaktadır. Artık bu tür dizilerin tamamlanmış bir senaryoyla çekilmediğini biliyoruz.
80’lerin başlarında çekilen ikinci sezonda, Galactica ve konvoy Dünya’yı bulur. Artık amaçları Dünya’yı hızla Cylon’larla çarpışacak teknolojik düzeye ulaştırmaktır. Yeni bölümlerde Nazi Almanyası’na bir zaman yolculuğu ziyareti, konvoydan Dünya’ya indirilen çocukların yerçekimi farkı yüzünden Süpermenleşmesi gibi unsurlar denenir. Ama kolanın gazı kaçmış, Galactica o çocuk için bile büyüsünü yitirmiştir.
Aradan yıllar geçer. TV karşısındaki çocuk büyür. Planlı elektrik kesintileri yerini Bulgaristan’a elektrik satışına bırakmıştır. 2004 yılında Battlestar Galactica hayata yeniden döner. Elbette senaryo biraz değişmiştir. Cylon’ların ihaneti, yok olan Kobol uygarlığı falan yerinde durur. Ama artık konvoy bir başkan tarafından yönetilmektedir. İnsanların arasında onlardan ayırt edilemez Cylon’lar vardır. Gaius Baltar artık kadınlara düşkün bir bilim insanıdır. Kobol’un yok olmasına bu zafiyetinden dolayı istemeden yol açar. Onu tuzağa düşüren ise sarışın çekici bir kadın gibi görünen ve yeni versiyondaki bir parmak erotizmin odağı haline gelen ünlü Cylon modeli Number Six’tir.
İnsanlar arasındaki gizli Cylon’lar nedeniyle entrikalar daha derin ortam daha kuşkuludur. Doksanların sonunda icat olunan kamera sallama modası yeni versiyonda yerli yersiz kullanılır. (Bunu Oliver Stone yapardı ama Salvador’un savaş sahnelerinde falan. Kapalı bir ortamda geçen diyaloglarda tripodu kurardı!) Starbuck karakteri artık bir kadındır. İlk versiyonda siyah ve erkek olan Boomer ise artık Uzak doğulu kadın görünümünde bir Cylon’dur.
2004’de Cylon tipi de makyajlanmıştır. Kırmızı gözün sağa sola dolaştığı pencere, araba far dizaynlarındaki değişime paralel olarak çekikleşir, simulasyon teknolojisi sayesinde artık içine insan girmesi gerekmediğinden elleri ve beli incelir, kafaya bir kapişon geçirilir. Bir timsahı andıran Galactica’nın hatları yuvarlatılır, gerçekçi bir görüntü için biraz da eskitilir. Zırhta kayıp levhalar, gövde iskeletinde eğilmeler, çökmeler gerçekten de savaş yorgunu bir hava verir. Yıllara en iyi dayanan tasarım harikası Viper’lar olur. Üzerlerinde hemen hiçbir önemli değişikliğe gerek duyulmaz. Cylon savaşçı gemiler de değişimden nasibini alarak mercimek tanesinden Euro logosuna dönüşür.
İlk versiyonun Stu Philips tarafından bestelenen orijinal müziği, Los Angeles Filarmoni orkestrası tarafından icra edilir. Marş ritmiyle birleşen trompetlerin güçlü sesi, arkadan yükselen yaylılar, dizinin destansı havasına girmeyi çabuklaştırır. Bear McCreary tarafından bestelenen 2004 versiyonunun rengi, doğu ezgi ve enstrümanları tarafından verilir. Belirli bir melodi değil, doğu flütleri, koro ve davullarla bir atmosfer öncelenir. Transandantal bir atmosfer de yakalanır!
Evet, aradan geçen yıllar sadece 2004 versiyonunu getirmemiştir. Internet icat olunmuş, YouTube ortaya çıkmıştır. Her şeyi YouTube’a aktaran peri, Galactica’yı da atlamamıştır.
Intro müziği göz yaşartıcıdır. İlk izleyişte ratatoui yiyen Anton Ego gibi sürüklenir insan zaman tünelinden geriye doğru. O siyah beyaz TV karşısındaki çocuk olur yine.
Sonra bir iki bölüm ya da bölümlerden parçalar izlenir. Aradan geçen yıllar sinema teknolojisine bilgisayar modellemelerini, simülasyon tekniklerini getirirken çocukluk dizilerinin, filmlerinin büyüsünü götürmüştür. Sihirbazın kutusunun kaba basit mekanizması görünür olmuştur. Derinden gelen bir uğultuyla süzülen o koca ışıl ışıl gemiler siyah bir fona montajlanmış plastik model olduklarını çok saklamamaktadır.
Silahlardan fışkıran kıvılcımlar çocuksu, o karmaşık ekran grafikleri yeşil-siyah; IBM ve primitif, savaş planları acıklıdır. Koca yıldız gemisi, Starbuck ve Apollo’nun her nedense geminin tam ortasındaki bir bilgisayar odasını havaya uçurmasıyla yok edilebilmektedir! Genç viper pilotları 1970’lerin lise yıllıklarındaki yeni yetmelerle aynı saç modasını takip etmektedir. Kadınlar yine yetmişlerin yıldızı Farah Fawcet’in dalgalı saçlarına sahiptir. Maceralardan birinde taktıkları sırt çantalarını, WallMart’larda satılanlardan farklı dizayn etme gereği duymamıştır yapımcılar.
Lazer atışları izli bir mermi gibi görünür; ciyuv ciyuv ses çıkarır. Vakumda patlamalar gür ve hatta yankılıdır. Hem eski hem yeni versiyonda konvoy gemilerinde esrarengiz, başarılı bir yerçekimi vardır. Her ikisinde de aerodinamik gemiler atmosferlere yakışır pikeler yapar. Arka planda yıldızlar birkaç yüz metre ötedeki bir köyün ışıkları gibi geçer gider. Avcı gemiler, ana gemiden uzaya tüyler gibi süzülebileceğine her nedense uzun bir tünelden fırlatılır! İkinci versiyonda lazerlerden vazgeçilmiş, konvansiyonel silahlara, roketlere dönülmüştür. Elbette yerçekimsiz ortamda geri tepmenin yeryüzünde olduğundan büyük etkisi tamamen göz ardı edilerek. İkinci versiyonda da vakumu patlama sesleri doldurur ama egzotik flütler, davul tamtamları arasında belki biraz daha utangaç olarak.
Evet, çocuk büyümüş, “çukulata” eski tadı vermez olmuştur. Kakao aynı, şeker aynı, yağ aynıdır belki. Dünyayı renkli, eğlenceli, yaşanabilir kılan çocuk zihninin saflığıdır buharlaşıp giden. Çocukluk kahramanları, büyülerini kaybetmemeleri için çocukluk aşkları gibi tekrar karşılaşmaktan kaçınılması gereken şeyler belki de.
Hazırlayan: Selim Erdoğan