Cesur Bir Animasyon: Love, Death & Robots

Netflix, son dönemin çoğu popüler yapımında imzası bulunan başarılı bir platform. Özellikle televizyona, hatta sinemaya rakip olacak kadar güçlü bir şekilde kendini göstermesi, benzeri başka platformların da ortaya çıkacağı sinyalini vermeye başladı. Örneğin Disney, beyaz perdede yakaladığı çizgi ve hatırı sayılır gişe hasılatının verdiği güvenle, Netflix benzeri bir platform ile bu alana da el atmak için çalışmalara başladı. Bu haberler gelecekte televizyon yayıncılığının yerini alacak alternatifin ne olacağını da net bir şekilde ortaya koyuyor.

Gelelim Netflix’in son bombası Love, Death & Robots‘a. Bu dizinin reklamları henüz yayına girmeden yapılmaya başlandı ve eminiz siz de diziyi izlemeden evvel birçok platformda reklamına denk gelmişsinizdir. Bu Netflix’in doğru uyguladığı ve meyvesini de topladığı bir strateji. Alternatif, deneysel ve ana akım diye tabir edilen anlayıştan uzak fikirlerin revaçta olduğu şu günlerde, cesur yapımlara fırsat sunarak büyük iş yapıyorlar. Love, Death & Robots da bu yapımlardan biri, hatta belki de en belirgin olanı.

Birbirinden bağımsız on sekiz bölümden oluşan ilk sezonu 15 Mart’ta yayımlandı. Bölüm uzunluklarının kısa olması sebebiyle de çabucak izlenebildi. Ayrıca göndermeleriyle öne çıkmasının yanı sıra, bölümlerin süreleri ve final sahnelerinin yoruma açık olması gibi sebeplerden ötürü popülerliğini perçinledi. David Fincher‘ı bu hususta takdir etmek ve hakkını vermek gerekiyor. Çağımızın vebası fikir tebliği hastalığına yakalanmadan ve meramını kendi çizgisinden çıkmadan anlatması muazzam bir detay. Bunu aslında ne felsefi ne de teknik derinliği olan, fakat abartılı görsel efektleri göze sokarak ve aforizma kasarak sığlığını saklayan yapımların aksine, sadece oyunu açık oynayarak başarıyor. 

Fakat bazılarına göre finalleri anlatılmak istenen mesajı çoğu kez havada bıraktı. Belki de en net eleştiri bu hususta yapıldı  ve “kısa olması ya da sembol sunmasıyla bir başarı elde etmiş sayılmaz, neticede izleyiciyle temas ettiği ölçüde etkindir” bile denildi. Oysa ki günümüzdeki hikaye anlatıcılığının tipik bir örneğiyle karşı karşıyayız. Fikrini gereksiz detaylarla süslemeden direkt olarak anlatan, okura hak ettiği saygıyı anlatıma dair referanslarla sunan ve çağının dilini iyi bilen bir yapım. Bilimkurgusal metinlerin yanı sıra mistik öğretileri, söylenceleri ve fantastik öğeleri harmanlayarak da kalitesini arttırmayı başarıyor. Hâliyle bunun meyvesini de topluyor. 

Anlatımın diğer başarısı ise uygulanan animasyon tekniklerinde gizli. Cesur bir şekilde her bölümde farklı üslupla sunum yaparken, üstüne üstlük senaryonun akışına da bu denli uygun olarak hazırlamaları anılmaya değer. Bazı bölümlerde neredeyse animasyon olduğunu unutturup, diğer bazı bölümlerde ise sembolik mesajın aktarılması için çizgileri gerçeklikten koparıyorlar. Örneğin Zima’s Blue adlı bölümde kullanılan renkler adeta karakterin değişimini tamamlayan bir faktör olarak izleyiciye kılavuzluk ediyor. Bunu Good Hunting bölümü için de söyleyebiliriz. Geleneksel kültür – modern yaşam çatışması, görselliğin akıllıca kullanımı ile gayet yerinde anlatılıyor. Yani görselliğin çağında, görsellikten iyi yararlanılıyor.

Öte yandan bölümlerin metinsel zenginliği yalnızca referanslardan ibaret değil. Anlatılan konunun güncel sorunlara değinişi ahlaki bir ders vermekten ziyade soruna dair yeni bir bakış açısı getirmek oluyor. Bu hususta mizahı kullanmaktan da çekinmeyerek ince dokunuşlarda bulunuluyor. Uzayda geçen bir hikayenin ardından dünyaya döndüğümüzde ve hikaye bizi bambaşka bir noktaya getirdiğinde bile verilmek istenen mesajın bağlamından koparmıyor. Bu çok değerli bir başarı. Modern çağ insanının temel felsefi soruları teknik alanlardaki gelişmelerle koşut olarak irdeleyişinin ıskalanmaması, işlenen düşüncenin de günümüzün yerleşik algısına görece cesur teknikler kullanarak sunulması heyecan verici.

Dizinin kült bir yapım olacağının sinyalini veren ise belirgin bir üsluba takılıp kalmamasının yanı sıra, türler arasında geçişler yaparak hatırı sayılır bir özgürlük alanı açıyor olması. Sinemanın katı kuralları, türlerin belirgin sınırları, hikâye anlatıcılığının kesin rolü ve misyonu yerini hiperaktif zihnin yaratıcılığından doğru olarak yararlanılan bir oyun alanına bırakıyor. Bu açıdan bakıldığında, Netflix’in açtığı oyun alanı Homo Ludens, yani oyun oynayan insana adeta vaha oldu ve modernitenin dayattığı sınırlardan kaçma imkanı sundu. Hayatın yüce ideallerinden ötede aslında küçük dünyamıza ve geleceğimize dair sorduğumuz sorulara bir nebze ayna tuttu. Zaten olması gereken de bu değil midir? Her insan çağının sesine kulak verene yönelip söylediklerini merak etme eğiliminde olmaz mı?

Velhasıl, Love, Death & Robots ile birlikte Netflix’in bir adım daha attığına şahit oluyoruz. Evvelinde Black Mirror: Bandersnatch ile gördüğümüz bu ilerleyiş, teknolojinin gelişiminin ne yönde seyredeceğinin de emarelerini ortaya koyuyor. Uzun uzadıya anlatımların yerini kısa ve öz yapımlar alırken, görsellikle birlikte bağdaşık gelişim gösterecek düşünsel kavramların yükselişini izleyeceğiz. Felsefe bitmeyecek, ama belki de yüzlerce yıl sonra ilk defa yeniden bilimle bir araya gelecek ve gerçekliğin sınırlarını el ele yıkarken insanlığa yeni kapılar açacak ve bugünleri şöyle tanımlayacak: Netflix çağı dayanınca kapımıza, elveda televizyon ve sinema…

Sonraki

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

rebel moon kapak

Rebel Moon: Ateşin Çocuğu = Yedi Samuray + Star Wars

Yönetmen Zack Synder’ın geçtiğimiz haftalarda Netflix’te gösterime giren Rebel Moon (İsyankâr Ay) film serisinin birinci …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et