Beş ayrıksı askerden meydana gelen ve tek ortak noktaları emirlere uymaya isteksizlikleri olan bir ekip, gizemli bir çocuğun beklenmedik koruyucusuna dönüşür. İmparatorluk güçleri ve ödül avcıları tarafından tüm galaksi boyunca kovalanan ekibimiz, türlü mücadeleler sonrasında birbirine güvenmeyi ve aile olmayı öğrenmek zorunda kalacaktır. Evet, Star Wars: The Bad Batch‘ten bahsediyoruz. Dizi, The Mandalorian’ın baş mimarlarından Dave Filoni imzası taşıyor. Dolayısıyla iki dizi arasında bazı kaçınılmaz benzerlikler mevcut. Bad Batch’te olaylar Galaktik İmparatorluğun yükselişi esnasında, Mandalorian’da ise düşüşünden sonra geçiyor. Dizi, İmparatorluk tarafından zorbalığa uğrayan gezegenlerde küçük reaksiyoner hareketlerin yavaş yavaş nasıl ortaya çıktığının ince ayrıntılarını işlerken, bir belirsizlik dönemindeki boşlukları da dolduruyor.
Net bir zaman algısı oluşturmak için seri, Revenge of the Sith‘in hemen sonuna konumlanmış durumda. Örneğin ilk bölüm, “Emir 66″ın duyurulduğu gün yaşananlarla başlıyor. Jedi’lar Cumhuriyete ihanet ile suçlanıyor ve klonlara hepsini infaz etmeleri emrediliyor. Ancak tüm klonlar bu emri yerine getirmiyor. Tıpkı Clone Force 99 ya da diğer adıyla Bad Batch‘in kusurlu askerleri gibi. “Kusur” onlara bazı istisnai yetenekler veriyor, ahlaki özerklik de bunlardan biri. Palpatine’in emrine kulak vermek yerine genç bir padawanın kaçmasına göz yumuyorlar. Savaş sona erdiğinde, yeni taç giyen İmparatorun niyetleri ve güç dinamikleri doğrultusunda sürekli değişen bir galaksi ile karşılaşıyorlar ve böylelikle kendi amaçlarını da sorgulamaya başlıyorlar.
Star Wars evreninde klonlar, komutanlarının benimsediği ideolojiye inanmaya koşullandırılmış, kelle avcısı Jango Fett’in genetik kopyalarıdır. Biz onları çoğunlukla beyaz zırh içindeki askerler olarak görmeye alışığız. The Bad Batch’in kusurlu klonları ise diğerlerinden epey farklı. Ekibin her üyesi (tümü Dee Bradley Baker tarafından seslendirilmiştir), adlarına yansıyan gelişmiş bir beceri setine sahiptir. Lider Hunter; saç stili, bandanası ve diğer birçok özelliği ile tam bir Rambo’dur. Tech, bilgisayar ve teknoloji kurdudur. Echo, bilgisayarlarla arayüz oluşturabilen bir siborg’tur. Wrecker, bir şeyleri havaya uçurmayı seven nazik bir devdir. Ve ekibin son üyesi Crosshair ise uzman bir nişancıdır.
Dizi bu karakterlerin çoğunu, dış görünüş ve genel özellikleri dışında pek de derinleştirmiyor. İçlerinden sadece Crosshair’ın psikolojik profili tatminkâr. Kendisi, İmparatorluğa körü körüne sadık kalan tek Bad Batch üyesi. Hunter ve diğerleri, Saw Gerrera’nın komutasındaki Onderon isyancılarını öldürmeyi reddetmesine rağmen, Crosshair onlara şiddetle karşı çıkıyor. Yaşanan ekip içi sürtüşmenin ardından Hunter ve onu destekleyen diğer ekip üyeleri hainlikle suçlanıyor ve peşlerine de eski yoldaşları Crosshair takılıyor.
Bad Batch ile birlikte, onlara karşı güçlü bir yakınlık hisseden başka bir kusurlu klonla da karşılaşıyoruz. Omega adlı bu genç kız, zamanla ekibe anlam ve duygu katan en önemli karakter konumuna geliyor. Ekip köle tacirleri, suç lortları, ödül avcıları ve İmparatorluk ile mücadele ederken, Omega’nın varlığı olaylara bir çocuğun bakış açısını da katıyor. Zaten Hunter ve Wrecker ile olan ilişkisi dizinin duygusal yönünü besleyen en önemli unsur. Bilindiği gibi “omega”, Grek alfabesindeki son harf ve muhtemelen bu kız da Jango’nun son klonu. Omega’nın özel becerileri şimdilik bir sır olarak saklansa da, Bad Batch’in geleceği onun ellerinde gibi görünüyor.
Dizi boyunca kaos, galakside hüküm sürüyor. Faşist bir rejimin nasıl bir imparatorluk kuracağına dair pek çok fikir ediniyoruz. Yeni başlayanlar için özetlemek gerekirse: İmparator, tüm galakside kendi biyometrik takip sistemini devreye sokuyor. İmparatorluk vatandaşlarının seyahatlerine kısıtlama getiriliyor. Cumhuriyet paraları tedavülden kaldırılarak yeni İmparatorluk parasına geçiş yapılıyor ve ortaya çıkan her türlü direniş hareketleri acımasızca bastırılıyor… Gerçekten de Yıldız Savaşları, öteden beri faşizme karşı destansı bir meydan okuma çığlığı olmuştur. Crosshair’ın kör sadakati ile diğer ekip üyelerinin sorgulayıcı tavrı arasındaki mücadele, aynı zamanda bizler için uyarıcı dersler de sunuyor.
Galaktik suçlulara dönüşen ekip, Saleucami’deki bir kaçak klon ailesini kurtarmayı, Fennec Shand ve Cad Bane gibi tanıdık ödül avcılarını atlatmayı, Raxus ve Ryloth’ta özgürlük savaşçılarını desteklemeyi içeren bir dizi maceranın ortasında kalıyor. Öte yandan ekip, biraz olsun para kazanabilmek uğruna Cid‘in (Rhea Perlman) birtakım işlerini yerine getirmekten de geri durmuyor. Özellikle Cid’in kıvrak zekâsı ve sivri dili, diziye mizahi bir hava katıyor. Son bölümlerde Hunter, bir görev sırasında İmparatorluk tarafından yakalanıyor ve kalan üyeler, Crosshair’in kendilerini beklediğini bilmelerine rağmen arkadaşlarını kurtarmak için Kamino’ya dönüyor. Çatışma başlamadan hemen önce, Crosshair’ın aslında inhibitör çipini çıkardığını ve isteyerek İmparatorluğun yanında yer aldığını öğreniyoruz. Yine bu sırada Moff Tarkin, Tipoca Şehri’nin yıkılmasını emrederek klon asker programının sona erdiğini duyuruyor. Ekibimiz ise bu curcunadan kurtulmayı son anda başarıyor.
Dizi beklentileri karşılamasa da, Star Wars evreni hakkında bazı soruların yanıtlarını sunuyor ve ilerisi için de yeni cevaplar vaat ediyor. Örneğin Jedi eğitimi almakta olan Bebek Yoda’yı tasfiye emrinden kurtaran Bad Batch miydi? Kuşkusuz bu ve benzeri soruların cevaplarını ileride alacağız. Ancak dizi, Star Wars evreni içinde yer alan bazı önemli meselelere değinecek gibi görünüyor. Zaten sezonun son anları da The Mandalorian ile bağlantılıydı.
The Bad Batch’te aşina olduğumuz bir hava var, çünkü The Clone Wars‘ta anlatılan hikâyenin doğrudan bir devamı ile karşı karşıyayız. Hâlihazırda gayet detaylı olan bir evreni ete kemiğe büründürürken, diğer Star Wars yapımlarına referans verme noktasında dengeli davranıyor ve daha çok kendi hikâyesine yoğunlaşıyor. Hem yeni hem de eski hayranlara hitap etmek adına dengeyi yakalamak oldukça önemli. Kabul etmek lazım ki The Bad Batch, bunu başarmış gibi görünüyor…