2005 yılında yayın hayatına başlayan modern Doctor Who serisi, hem mazisi 60’lı yıllara kadar uzanan köklü bir külliyatın mirasını omuzluyor hem de yeni doktorlarla beraber bizleri bambaşka maceralara sürüklüyordu. Aşırı İngiliz, epey eksantrik ve olabildiğine sıra dışı bir diziyle karşı karşıyaydık. Kendine özgü bir mizah anlayışına, türler arası gidip gelen bir kurgu bütünlüğüne ve anlatısıyla kaynaşan bir dinamizme sahipti. Elbette tüm bu vasıflarıyla, hemen her yaştan seyircinin kalbini çalması çok uzun sürmedi. Üstelik bir yandan kendi yayın macerasına devam ederken, bir yandan da engin birikiminden fışkıran yeni yapımlar ve hikâyeler doğuruyordu. Tıpkı ilk yan dizisi olarak hayat bulan Torchwood gibi.
2006–2011 yılları arasında toplam dört sezon yayımlanan Torchwood, Doctor Who ile paralel olarak ilerlemesine rağmen salt yetişkinlere yönelik hazırlanmış bir dizi. Dolayısıyla içeriğinde bol miktarda şiddet ve cinsellikle karşılaşmak mümkün. Olay akışında Doktor’a yer vermeyen dizinin en büyük kozu ise altında Russell T. Davies imzası olması. Beş kişilik çekirdek bir ekibin Cardiff merkezli serüvenlerine yoğunlaşan yapım, yükselen izlenme grafiğine bağlı olarak hararetli bir yayın hayatına da sahip. Yolculuğuna BBC Three’de başlayıp, ardından sırasıyla BBC Two, BBC One ve Starz’a transfer olarak hitap ettiği hayran kitlesini sürekli arttırdı.
Torchwood, Doctor Who’nun “Tooth and Claw” adlı ikinci sezon bölümünde yaşanan olaylardan sonra Kraliçe Victoria’nın emriyle 1879 yılında kurulmuş gizli bir örgüt. Adını bu olayların yaşandığı malikâneden alan örgütün öncelikli görevi, başta Britanya olmak üzere dünyayı uzaydan gelebilecek tehlike ve istilalara karşı korumak. Tabii gezegeni savunmak için kullanabilecekleri gelişmiş uzaylı teknolojisinin de peşindeler. Kısacası onlar dünyanın kadim dostu, kötü niyetli uzaylıların azılı düşmanı. Londra, Glasgow, Cardiff ve Hindistan’da olmak üzere toplam dört merkez üssü bulunan örgüt, operasyonlarını mümkün olduğunca gizli kapaklı yürütüyor.
Tahmin edilebileceği gibi uzaylılarla, mutantlarla, zaman yolcularıyla, sapkınlarla, tuhaf deneyler ve gizemli teknolojilerle kaynayan dünyamız cadı kazanından farksız ve düzeni sağlamaya çalışan Torchwood’un işi pek de kolay değil. Daha da kötüsü tehditler sadece dünya dışından gelmiyor, bazen içeriden; tam da ekibimizin koruyup kollamak için çırpındıklarından geliyor. Vazgeçmek ile hayatları pahasına devam etmek arasında kalan Yüzbaşı Jack Harkness liderliğindeki Cardiff ekibiyse zor olanı seçiyor…
Dizinin ana karakteri Yüzbaşı Jack Harkness (John Barrowman), bir dönem Doktor’un yol arkadaşlığını da yapan tanıdık bir yüz. Doktor’u ve yol arkadaşı Rose’u dolandırmaya çalışırken, aslında kendisinin 51. yüzyıldan gelen bir zaman ajanı olduğunu öğreniyoruz. Bu olumsuz başlangıca rağmen Doktor’un güvenini kazanması çok uzun sürmüyor. Günü kurtarmaya çalışan macera düşkünü, havalı ve çapkın bir kişilik. Ancak 9. Doktor’la atıldığı tehlikeli bir görev sırasında hayatı ansızın değişiyor ve kelimenin tam anlamıyla ölümsüz oluyor. Elbette engin deneyimlerini bu sıra dışı yeteneğiyle birleştiren Harkness’in Torchwood tarafından keşfedilmesi gecikmiyor.
Ekibin diğer üyeleri arasında, kendini beğenmiş doktor Owen Harper (Burn Gorman), teknoloji dâhisi Toshiko Sato (Naoko Mori), takıntılı Suzie Costello (Indira Varma) ve onların ayak işlerini halleden Ianto Jones (Gareth David-Lloyd) var. Ancak Suzie Costello, henüz dizinin ilk bölümünde yerini polis memuru Gwen Cooper’a (Eve Myles) bırakıyor. Beş kişilik bu çekirdek ekip, bir yandan dünyayı kurtarmaya çalışırken bir yandan da özel hayatlarındaki karmaşayla cebelleşmek zorunda kalıyor. Özellikle Gwen Cooper’ın sevgilisi Rhys Williams (Kai Owen), Torchwood ajanı olmamasına rağmen dizinin öne çıkan isimlerinden biri. Yine Doktor’un yol arkadaşlarından Martha Jones da (Freema Agyeman) konuk karakterler arasında. Zaten Doctor Who’dan alışık olduğumuz üzere, dizinin ana karakter örgüsü sabit değil. Sezonlar ilerledikçe diziyi sırtlayan isimlerde de kısmi değişiklikler yaşanıyor.
İlk iki sezon boyunca bölüm bazlı anlatım tarzını uygulayan dizi, buna bağlı olarak bizleri pek çok maceraya yelken açtırıyor. Bu çeşitlilik sayesinde hem dizinin mitolojik dokusunu kavrıyor hem de karakterlerimizi daha yakından tanıma fırsatı yakalıyoruz. Ancak ikinci sezonun sonunda işler değişiyor ve ekibimiz devlet destekli bir komploya kurban gidiyor. Torchwood’un imhasıyla başlayan bu süreç dizinin de kırılma noktası oluyor. Çünkü “Children of Earth” adlı üçüncü sezonla birlikte, adeta beş bölümlük uzun bir film izlemeye koyuluyoruz.
Yasa dışı ilan edilen ve hükümet tarafından avlanmaya çalışılan ekip üyeleri, kendilerini tam anlamıyla bir köşe kapmaca oyununun içinde buluyor. Bu da yetmezmiş gibi, ortaya çıkan 456 kod adlı uzaylıların dünyadaki çocuklara yönelik sinsi emeli olayların seyrini tümden değiştiriyor. Artık ekibin tekrar bir araya gelmekten ve küresel boyuttaki bu tehlikeyi savuşturmaktan başka çaresi kalmıyor. Sezonun en büyük sürprizi ise Peter Capaldi. İleride 12. Doktor’umuz olacak usta aktörü, Home Office daimi sekreteri John Frobisher karakterine hayat verirken izliyoruz.
Dizinin “Miracle Day” adını taşıyan dördüncü ve son sezonu, aynı zamanda köklü bir ortam değişikliğine de sahne oluyor. Artan popülaritesinin bir yansıması olarak, Britanya merkezli seyreden dizimiz dördüncü sezonuyla birlikte ABD’ye savruluyor. Yüzbaşı Jack Harkness ve Gwen Cooper’ın yeni yoldaşları ise CIA ajanları Rex Matheson (Mekhi Phifer) ve Esther Drummond (Alexa Havins). On bölümlük dördüncü sezon, üçüncü sezon gibi yine uzun hikâye formatında ilerliyor. Gizemli bir şekilde insan ölümlerinin durmasıyla açılan sezon, hem bu gizemin ardındaki sorumluları bulma hem de kimsenin ölmediği bir dünyada yaşanabilecek psikolojik, sosyolojik ve politik manzaraları aktarma uğraşına yoğunlaşıyor.
Nüfusun hızla arttığı, ekonominin durma noktasına geldiği, siyasi yaptırımların hiç olmadığı kadar radikalleştiği, hasta ve yaralıların kategorilere ayrılarak muamele gördüğü bu yeni düzende varoluşun anlamı giderek bulanıklaşacak, yaşam ve ölüm arasındaki denge tümüyle bozulacaktır. Üstelik herkes ölümsüz olurken, Yüzbaşı Jack Harkness ise ironik bir şekilde dünyadaki yegâne ölümlü hâline gelmiştir ve bu çarpıklığa son verebilecek kişi de yine kendisi olacaktır.
Torchwood için arap atı misali koştukça açılan bir dizi demek yanlış olmaz. Doctor Who formatına daha yakın duran ilk iki sezonuyla gönülleri çalarken, ağır bir roman gibi ilerleyen son iki sezonuyla da kasvetli bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Özellikle varoluşçuluğa dayalı sorgulamaları bir hayli sert ve tekinsiz. Yine politik yozlaşmışlığı, güce duyulan açlığı, insan olmanın anlamını, evrendeki yerimizi ve yerleşmiş cinsel kalıpları hünerlice didiklemekten geri durmuyor. Son iki sezonunda takındığı bu tematik ağırbaşlılığı sayesinde de Doctor Who’dan ayrışarak bambaşka bir kulvara yöneliyor.
Sonuç olarak, eğer Doctor Who’dan doğmuş karanlık bir dizinin neye benzeyeceğini merak ediyorsanız, Torchwood tam aradığınız şey.