Asosyallik, Simülasyon ve Yozlaştıran Mutlak Güç: Black Mirror’dan USS. Callister

Yapımcılığını Charlie Brooker’ın üstlendiği ve 2019 yılının Haziran ayında 5. sezonu açıklanan İngiliz Black Mirror Dizisi, son yılların en başarılı eleştirel yapımlarından biri ve halen yüzbinlerce izleyici tarafından izlenmeye devam ediliyor. Distopyaların distopyası olan Black Mirror serisinin hafızalara kazınan pek çok bölümü yayınlandı. 4. sezonun 1. bölümü olan “USS. Callister” de kesinlikle bu bölümlerden biri. USS. Callister, pek çok meseleye eşzamanlı olarak değinen, farklı olguları tek bir konu altında birleştiren bir bölüm. İlk etapta klasik bir uzay bölümü olarak görünse de durum tam olarak bundan ibaret değil. “White Christmas” ve “San Junipero” gibi bölümlerde olduğu üzere, burada da sanal gerçeklik konusu derinlemesine inceleniyor. Öncelikle bölüm iki farklı boyutta geçiyor. Biri gerçek dünya, diğeri ise sanal dünya.

Gerçek dünyada Callister Inc. isimli yazılım şirketinin ofisinde buluyoruz kendimizi. Şirket, “Infinity” adını taşıyan bir uzay simülasyon oyunu ile öne çıkıyor. İlk bakışta sıradan bir ofis ortamı gibi gözüken Callister Inc.’in çalışanları ile tanışmamızla maceramız da başlamış oluyor. Şirketin CEO’su Walton kibirli, otoriter ve saldırgan bir kişiliğe sahip. Yazılımın esas babası ve şirketin Walton’la birlikte CTO’su olan Robert Daly ise içe dönük, özgüveni eksik ve asosyal bir kişilik. Böylece iki yönetici arasında keskin bir zıtlık yaratılıyor. Walton ezen ve Daly de ezilen konumunda. Daly’nin ezikliği dur durak bilmiyor. Her fırsatta çalışma arkadaşları tarafından itilip kakılıyor. Aslında şirketin eş-CEO’su olmasına rağmen, diğer çalışanlar tarafından adeta bir uzaylıymışçasına hor görülüyor. Kimse kendisini ciddiye almıyor. Bu son derece olumsuz durumdan rahatsızlık duyan Daly, gittikçe daha içe kapanık hale geliyor ve durumu tersine çevirmek için hiçbir girişimde bulunmuyor. Asosyal kişilik bozukluğuna sahip olan Daly, çareyi sanal dünyada arıyor. Kendisinin yaratıcısı olduğu Infinity uzay simülasyonunun, sadece kendi erişimine açık bir sürümünü evinde herkesten habersiz olarak keyfine göre kullanmakla meşgul. İşte her şey burada başlıyor.

Robert Daly, Infinity simülasyonunda fanatik derecede hayranı olduğu dizideki meşhur uzay gemisinin kaptanlığını yapıyor. Geminin, “Star Trek”ten bildiğimiz Enterprise ile olan benzerliği göze çarpıyor. Mürettebatın rengârenk kostümlerinden tutun, uzay gemisinin tasarımı ve ön konsolda bulunan ne işe yaradığı belli olmayan sayısız butonlardan kullanılan repliklere kadar her şeyiyle Star Trek ortamının bir kopyası ile karşı karşıyayız. Hatta bölümde gerçek dünyadan sanal ortama geçerken ekran boyutunun 4:3 boyutuna geçmesinin çok zekice düşünülmüş bir ayrıntı olduğu da su götürmez. Böylece her haliyle Star Trek’in bire bir kopyası yaratılmış durumda. Aynen Star Trek’te olduğu gibi, geminin komuta merkezinin hemen ortasında kaptan koltuğu ve etrafında mürettebatı bulunuyor. Mürettebat renkli üniformalara sahip olmakla birlikte, orijinal dizide olduğu gibi toplumun çeşitliliğini de yansıtıyor. İki siyahi, bir Asyalı, bir mavi tenli yarı uzaylı ve kaptandan oluşan mürettebat, uzay yolculuğunun bilimsel jargonuna hâkim ve büyük bir görev aşkıyla insanlığın henüz keşfetmediği yeni ufuklara doğru yol alıyor.

İlk etapta Daly’i gerçek dünyada ezik ve kopuk bir karakter olarak gördüğümüzde onunla izleyici olarak empati kuruyoruz, ancak sanal dünyaya geçince bu durum ciddi anlamda değişiklik gösteriyor. Gerçek dünyadan sanal dünyaya geçişte rolleri tersine dönüyor. Gerçek dünyada ezen konumda olan CEO Walton, sanalda ezilen, gerçekte ezilen olan Daly ise burada ezen ve tek egemen güç statüsünde. Ezik ve takıntılı CTO Robert Daly yok olmuş, yerine kendinden emin, idealist ve mutlak bir güç olan kaptan Daly gelmiştir. Hatta gücün de ötesinde adeta bir Tanrı rolünü üstlenmiştir Daly. Tüm bunlara rağmen asosyal ve aseksüel bir yapıya sahiptir. Kaptan Daly’nin nostaljik Star Trek dizisinin unutulmaz aktörü William Shatner ile olan benzerliği de gözlerden kaçmıyor. Saç stili, kullandığı replikler ve zafer sonrasında kadın mürettebat üyelerini kahramanca öpmesi, efsane oyuncu William Shatner’dan bire bir esinlenilmiş.

Gerçek dünyada ezik ve anlamsız bir yaşam süren Daly, buradaki yetersizliklerini telafi etmek için vakit buldukça soluğu kendi yaratıcısı olduğu simülasyonda alıyor. Simülasyonun içinde bambaşka biri oluveren Kaptan Daly, kendine adeta Tanrısal bir misyon yükleniyor. Mürettebatını köle olarak kullanan Daly, sanal dünyada resmen bir Tiran haline gelmiş durumda. İşin ilginç tarafı ise mürettebatını ofiste bulunan çalışma arkadaşlarından seçmiş olması. Ofiste seçtiği kişilerden DNA örnekleri toplayan kahramanımız, onların sanal kopyalarını simülasyonunun içine entegre etmeyi başarmış. Böylece gerçek hayatta sorun yaşadığı ve acı çektiği kişilerden kendince intikam alıyor. Daly’nin Walton’la olan ilişkisi buna verilebilecek en güzel örnek. Gerçek hayatta ikisi de şirket ortağı, ancak asıl CEO olan kişi Walton. Çünkü Daly, hem ortak hem de CTO (Chief Technical Officer) sıfatına sahip olmasına rağmen asosyal ve pasif karakterinden dolayı bu avantajı hiçbir şekilde kullanamıyor. Walton’ın Daly’i diğer çalışanların yanında azarlaması ve ona emirler yağdırması bardağı taşıran damla oluyor. Tüm bunlara karşılık olarak gerçek hayatta çözüm üretemeyen Daly, her sıkıştığında simülasyona koşuyor.

Gerçekte asla sahip olamadığı güç ve otoriteye sınırsız biçimde erişen Daly’nin, Kaptan Daly olarak çizdiği profil oldukça ilginç. Mürettebatına emirler yağdıran, her daim her şeyi bilen konumunda olan Kaptan, mürettebatına gaddarca davranmak bir yana, onlara akıl almaz işkenceler de yapıyor. Mürettebatın içinde en çok da Walton’a eziyet ediyor. Gerçek hayatta yaşadığı tüm ezikliğin acısını burada Walton’dan misliyle çıkartıyor. Mürettebatın Daly’e biat etmekten ve kendilerine reva görülen türlü türlü eziyete katlanmaktan başka şansı yok. USS. Callister uzay gemisinin, son derece theatral bir performansla bir gezegenden diğerine hiçbir anlamı ve amacı bulunmayan, aslında yegâne amacı Kaptan Daly’nin egosunu tatmin etmek olan çeşitli görevlere doğru yol aldığını gözlemliyoruz. 1960’ların Star Trek dizisinde olduğu gibi, Dünya benzeri çeşitli gezegenlere ışınlanıp orada Daly’nin yarattığı ‘kötü adamlar’ ile nedeni ve amacı belirsiz saçma sapan mücadeleler veriliyor. Kaptan Daly kötüleri alt ediyor, mürettebatı tarafından kendini alkış yağmuruna tutturuyor, kahraman rolünü üstleniyor ve kısa süreli olsa dahi kendini tatmin etme imkânına kavuşuyor.

Her şey, Daly tarafından işe yeni alınan ve kendisine ilk defa ilgi gösteren Nanette Cole isimli karakterin dijital kopyasının gemiye aktarılmasıyla başlıyor. Geminin mürettebatı simülasyonun içinde anlamsızca ve kısır bir döngü halinde yaşamaya devam ederken, aniden Nanette ile tanışıyor. Nanette’e kısa bir brifing veren mürettebat, ona Kaptan Daly’nin sadist bir tanrı olduğunu ve simülasyondan asla çıkış yolu bulunmadığını söylüyor. Çıkış olmadığı gibi ölmeleri dahi mümkün değil. Ancak Nanette, bu durum karşısında diğerleri gibi tepkisiz kalmıyor. Kaptan Daly ve Walton karakterlerini canlandıran oyuncular izleyicilere fazlasıyla tanıdık gelmiştir. Jesse Plemons tarafından canlandırılan Daly, Breaking Bad ve Fargo gibi dizilerde rol almış ve Jimmi Simpsons tarafından canlandırılan Walton ise House of Cards ile HBO’nun efsane dizisi Westworld’te izleyicilerin huzuruna çıkmıştı. Bilimkurgu sahnesine fazlasıyla aşina bu oyuncu tercihinin çok yerinde olduğu tartışılmaz bir gerçek.

Daly’i gerçek hayatta izleyip onunla empati kuran izleyiciler kendisine merhamete varan duygular besliyor, ancak sanal dünyada durum tam tersine dönüyor. Aslında iyi karakter ve mağdur olarak karşımıza çıkan Daly, sanal dünyada izleyiciye ters köşe yaparak bir kötü karaktere ve tirana dönüşüyor. İşte tam olarak burada izleyici olarak ikilemde kalıyoruz. Kendisini gerçek hayattaki Daly karakterine göre mi değerlendirmeliyiz yoksa sanal dünyadaki kaptan Daly’e göre mi? Bu ciddi karakter değişiminin yazar Charlie Brooker tarafından özellikle yaratıldığı bariz. Böylece izleyici olarak Daly’nin motivasyonunu ve tüm bunlara neden kalkıştığını daha iyi anlayacak ve onunla iyi kötü empati kurmaya devam edeceğiz. Fakat empatinin yönü Daly’den mürettebat’a doğru değişiklik gösteriyor. Önceden mağdur olan Daly tiran, tiran rolünü oynayan ofis çalışanları ise mağdur haline geliyor. Bu yüzden tam anlamıyla bir rol değişimi ortaya çıkıyor. Burada etik anlamda izleyicilere sunulan bir ikilem söz konusu. İzleyiciler etik olarak doğru ile yanlışın arasında kalıyor. Zaten bölüm, “Teknolojik imkânlarla yaratılan gelişmiş bir simülasyonda tanrısal güce sahip olsaydınız siz nasıl birine dönüşürdünüz?” sorusuna verilen bir cevap niteliğinde. Bu bağlamda gerçek hayatta son derece pasif ve ezik birinin bile gücü eline geçirdiğinde nasıl bir canavara dönüşeceğine dair bizlere gayet gerçekçi bir portre çiziyor.

Bölümün alt metninde vurgulanan asıl tema insanların mutlak güce eriştiklerinde nasıl değişim gösterdikleriyle doğrudan ilgili. Buna göre gerçekte çok ezik, pasif ve çekingen bir insan bile muazzam güce sahip olduğunda tanınmaz bir tiran haline gelebiliyor. Bu potansiyelin her insanın içinde mevcut olduğu mesajı, izleyiciye inceden inceye aktarılıyor. Bir taraftan asosyal insanların patolojik eğilimleri eleştiriliyor, diğer taraftan insanların içinde daima mevcut olan kötülük potansiyeline vurgu yapılıyor. USS. Callister bölümünde asosyallik, oyuncu kültürü aracılığıyla izleyicilere aktarılıyor. Sonuç itibariyle Infinity simülasyonu çevrimiçi bir oyun. Böylece oyunlarla insanların hayatlarından nasıl soyutlandığı ve bu kişilerin, özellikle de gençlerin ne denli patolojik eğilimler gösterebildikleri vurgulanıyor. Kaptan Robert Daly, kendini oyuna öylesine kaptırıyor ki bazen saatlerce burada takılabiliyor ve sadece yemek yemek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için oyundan çıkıyor. Bu tip oyuncular, bazı durumlarda bağımlılık derecesinde oyuna kendilerini kaptırabiliyor ve hayatlarını adeta sanal dünyada geçirir hale geliyorlar ve neticesinde de kendilerini toplumdan iyice soyutlamış oluyorlar. Bölümün alt metninde oyuncu kültürüne ve oyun bağımlılarına yapılan ince eleştirileri de gözlemlemek mümkün.

Bölümde yapılan başka bir ince eleştiri ise simülasyonla gerçek hayat arasındaki bulanık çizgi. Black Mirror’un diğer bazı bölümlerinde de (White Christmas) değinilen bir tema olarak karşımıza çıkan bu mevzu, USS. Callister’da belirgin olarak işleniyor. Gelişmiş teknolojiler sayesinde ileri düzey simülasyonlar yaratılıyor ve böylece gerçek ile sanal arasına son derece ince bir çizgi çekiliyor. Bu simülasyonlara gerçek dünyadan insanlara ait kopyalar başarıyla entegre edilebiliyor. Söz konusu kopyalar, salt kodlamadan ibaret olmalarına rağmen gerçek şahıslarla aynı bilince ve hafızaya sahip. Bu olgu beraberinde bazı etik sorunları da getiriyor. İnsanlara ait dijital kopyalar da bazı temel haklara sahip olmalı mıdır? Bu açık uçlu soru, günümüzde olmasa bile belki gelecekte hepimizi meşgul edebilecek potansiyelde.

Nanette Cole karakterinin gelmesiyle düzeni bozulan USS Callister, bir daha eskisi gibi olmuyor, çünkü diğer mürettebat üyelerinin aksine Nanette statükoyu kabullenmek ve tiyatroyu sonsuza dek devam ettirmekten ziyade, düzene karşı isyan etmeyi ve sistemin boşluğunu aramayı tercih ediyor. Kaptan Daly’nin tanrısal zorbalığına karşı, Nanette zekâsını ve gerektiğinde cazibesini de kullanarak sistemin ve Daly’nin boşluğunu yakalıyor ve onu sonsuza dek sanal hiçliğe mahkûm ediyor. Böylece Daly simülasyondan asla çıkamıyor ve bilgisayar koltuğunda hayata veda ediyor. Uzay gemimiz ise, Daly’nin kendine özel olarak kodladığı oyundan kurtulup herkese açık olan ticari sürüme giriş yapıyor. Böylece dijital kopya olan mürettebat üyeleri geniş bir evrenin içinde kendi kaderlerini kendileri tayin etme özgürlüğüne kavuşuyor. Her ne kadar ironik ve sanal bir özgürlük olsa da, artık kendileri karar verici konumuna erişiyorlar.

USS. Callister, San Junipero ile birlikte Black Mirror’un mutlu sonla biten ender bölümlerinden. Tabii bu tamamen öznel bir mutlu son. Zira kendimizi gemi mürettebatıyla özdeşleştirdiğimiz müddetçe mutlu son sayılabilir ancak. Daly açısından baktığımızda ise bir mutlu sondan bahsetmek mümkün değil. Bölümün başlangıcında Daly’nin ütopya olarak yarattığı simülasyon, mürettebat için distopya olmuş ve bölümün sonunda da roller tersine dönmüştür. Sonuç itibariyle USS. Callister izleyicilere nostalji, simülasyon ve gerçek dünyaya ilişkin pek çok meseleyi eşzamanlı olarak yaşatabilen karmaşık yapıya sahip bir bölüm. Tüm olumsuzluğuna ve Black Mirror’lığına rağmen hem keyif verici, hem de ince ayrıntılı mesajları adrese teslim etmeyi ihmal etmeyen trajikomik bir ‘uzay yolculuğu’ serüveni.

Hazırlayan: Cenk Tan

Yazar: Konuk Yazar

Bu içerik bir konuk yazar tarafından üretilmiştir. Siz de sitemizin konuk yazarlarından biri olabilirsiniz. Yapmanız gereken tek şey, kaleme aldığınız bilimkurgu temalı makale ve öykülerinizi bilimkurgukulubu@gmail.com adresine göndermek. Editör onayından geçen yazılarınız burada yayımlanıp binlerce okurun beğenisine sunulacaktır. Gelin bu arşivi birlikte büyütelim...

İlginizi Çekebilir

Gene Roddenberry ve Isaac Asimov

Gene Roddenberry ile Isaac Asimov’un Star Trek Tartışması

Tupac-Biggie, Ali-Frazier veya Apple-Microsoft kavgalarını unutun; bir dönem bilimkurgu çevrelerinde Isaac Asimov ile Gene Roddenberry …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin