Black Mirror‘ın 15 Haziran’da gösterime giren altıncı sezonu toplam beş bölümden oluşuyor. İzleyen hemen herkese göre bu sezon öncekilere nazaran sönük kalmış durumda. Özellikle sezonun dördüncü ve beşinci bölümlerinin Black Mirror’la hiçbir alakasının olmadığına dair yorumlar sosyal medyada sıklıkla dile getirildi. Senarist Charlie Brooker’ın bu bölümlerle tam olarak neyi amaçladığı sorgulandı. Tüm bu yorumların haklılık payı var elbette. The Twilight Zone, Supernatural tarzı dizilerden fırlamış gibi duran “Mazey Day” ve “Demon 79” isimli bölümlerde kurt kadın ve şeytan görmek çoğumuzu şaşırttı. Seneler önce Lost için söylenen “çok bozdu” yorumları, şimdiden Black Mirror için de söylenir oldu.
İlk olarak 2011 yılında İngiliz Channel 4 kanalında yayın hayatına başlayan dizi, 2015’te Netflix’e transfer olmuştu. İngiliz kimliğinden Amerikan kimliğine geçiş yapan dizinin üçüncü ve dördüncü sezonları için de benzer yorumlar dile getirilse de, eleştirilerin büyük çoğunluğu yersizdi ve dizi bizlere televizyon tarihinin en iyi bölümlerini peş peşe izletmişti. San Junipero, Hang the DJ, Hated in the Nation, Nosedive, Black Museum, Shut Up and Dance, Men Against Fire gibi bölümler dizinin felsefesine hizmet ediyordu ve anlattıkları karanlık senaryolar da üzerimizde kalıcı izler bırakmayı başarmıştı. Fakat beşinci sezonla birlikte iyiden iyiye düşüşe geçen dizinin altıncı sezonu için “facia” demek doğru bir yorum olacaktır.
Gelin dizinin altıncı sezonundaki bölümlere tek tek değinelim…
Not: Bu yazı, dizinin altıncı sezonuna dair spoiler içermektedir.
Joan is Awful
Sezonun ilk bölümü, kimi açılardan önceki bölümleri anımsatıyor. Sonsuz bir döngü hissi, White Christmas ve White Bear bölümlerini akla getiriyor. Kurgusal katmanlardan oluşan yapısıyla da Inceptionvari bir senaryo ortaya koyuyor. Netflix benzeri bir platform olan Streamberry’i açtığında ismini ve kendisine çok benzeyen bir kadını gören Joan, ilk şoku atlattıktan sonra içeriği izlemeye koyuluyor. O ana dek Joan’ın hayatında izlediklerimizi ekranda görmeye başlıyoruz. Fakat bir farkla: Dizinin başrolünde ünlü oyuncu Selma Hayek var.
Bölüm içinde Joan’ın, “Her gün aynı şeyleri yapıyorum sanki. Otopilotta gibiyim,” ve “Kendi hayat hikâyemin ana karakteri değilmişim gibi hissediyorum,” cümleleri bize bölümün ilerisine dair spoiler veriyor. Charlie Brooker gibi tecrübeli bir senaristi tanıyan ve onlarca Black Mirror bölümü izleyen bizler için sürpriz bir son olmasa da, katmanlı yapısıyla izlemeyi keyifli hâle getiren bir bölüm Joan is Awful.
Bölüm içinde Netflix eleştirisi de görüyoruz. Buna ek olarak, sosyal medya uygulamalarına girişte doldurduğumuz formları yeterince okumadığımız da yüzümüze vuruluyor. Okumadan verdiğimiz onayların günün birinde hayatımızı etkileyebileceği ve hukuki anlamda elimizden bir şey gelmeyebileceği anımsatılıyor. Altıncı sezon içinde Black Mirror ruhuna en yakın iki bölümden biri olmakla birlikte, önceki sezonlarda izlediğimiz daha kaliteli bölümleri düşündüğümüzde ortalama bir bölüm olduğunu söyleyebiliriz.
Göndermede bulunduğu önceki Black Mirror bölümleri: Nosedive, The National Anthem, Bandersnatch, San Junipero, USS Callister, Smithereens, White Bear, White Christmas…
Loch Henry
Gözlerden uzak, küçük bir kasabada geçen öykü alışıldık Black Mirror senaryolarından uzak olsa da, sezonun dördüncü. ve beşinci bölümlerine kıyasla yine de “iyi” sayılabilecek düzeyde. Temelde bir cinayet hikâyesi Loch Henry. Genç bir çift, bir film çekmek amacıyla ufak bir İskoç kasabasına geliyor. Davis’in yalnız yaşayan annesi, oğlunun kız arkadaşı Pia ile tanışıyor. Netflix’in zamanda yolculuk temalı dizisi Dark’ı anımsatan kasvetli orman sahneleri ve tekinsiz atmosfer, izleyicilere bölümün devamında iyi şeyler olmayacağını söylüyor gibi. Ve öyle de oluyor.
Davis’in arkadaşının da olaya müdahil olmasıyla birlikte ansızın 90’lı yıllarda işlenen bir cinayet, bölümün ana iskeletini oluşturmaya başlıyor. Çekecekleri filmin konusu da buna göre şekilleniyor ve geçmişteki cinayeti aydınlatmak için belgesel çalışmasına başlıyorlar. “Lock Henry: Gerçek Ortaya Çıkacak” isimli belgeseli bölümün sonunda izleyebiliyoruz, fakat bu senaryonun çok da parlak olduğu anlamına gelmiyor. Kasetlere kaydedilen görüntülerin “kara ayna”yı ne kadar simgelediği tartışılır.
Göndermede bulunduğu önceki Black Mirror bölümleri: The National Anthem, The Waldo Moment, San Junipero, Joan is Awful…
Beyond the Sea
Birçok izleyiciye göre sezonun en iyi ve “en Black Mirror” bölümü Beyond the Sea. Buna rağmen kimi sahnelerdeki diyalog zayıflığından dolayı “En İyi Black Mirror Bölümleri” arasına adını yazamıyoruz. Dizinin önceki bölümlerinden USS Callister’da olduğu gibi yine uzayda geçen bir bölüm var karşımızda. Ancak her ikisinin de tarzı oldukça farklı. Bir parantez de bölümün başrol oyuncusu Aaron Paul’e açmak gerek. Paul daha önce USS Callister’da sesiyle diziye katkıda bulunmuştu. Burada ise kendisini canlı kanlı izleme şansına erişiyoruz. Ünlü bilimkurgu yazarlarından Ray Bradbury ve Robert Heinlein’ın kitapları da sahneler arasında bize göz kırpıyor. Karakterleri Resimli Adam ve Ay Zalim Bir Sevgilidir romanlarını okurken görüyoruz. Ayrıca bölümdeki atmosfer, akıllara Bradbury’nin “Çiçek Dürbünü” adlı öyküsünü getiriyor.
Alternatif bir 1969 yılında, teknolojinin gelişmesi sonucu “kopya” insanlar üretilmiştir. Pek çok bilimkurgu öyküsünde ve filminde görmeye alıştığımız androidlerin kullanım amacı burada biraz farklı. Kopyalar dünyada bırakılırken insanlar ise uzay istasyonunda yaşıyor. Bu durum da aklımıza, “neden kopyalar gönderilmiyor?” sorusunu getiriyor. Maalesef bölümde bunun bir cevabı yok. Daha güvenli olacağı kesin bir şeyi yapmak dururken insanların hayatını tehlikeye atmak, ileri teknolojinin bulunduğu bir gerçeklik senaryosunda abes kalıyor.
Yine astronotların aileleri için hiçbir güvenlik önlemi alınmaması ve tehlikeli kişilerin ellerini kollarını sallayarak evlerine girebilmesi de bölümün zayıf noktalarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Bölümde astronotlarımız, dijital bir makinaya bağlanarak dünyadaki kopyalarının bedenine girebiliyor ve bu sayede ailesiyle birlikteliğini sürdürebiliyor. Ne var ki bu astronotlardan biri olan David, hem dünyadaki kopyasının hem de ailesinin kaybıyla sarsılıyor ve akabinde de kötü günler geçirmeye başlıyor. Ona yardımcı olmayı amaçlayan Cliff, kendi bedeninde arkadaşının dünyaya dönmesine izin veriyor ve eşinin ona yardımcı olacağını düşünüyor. Amacı, dostunun acısını bir nebze de olsa hafifletebilmek. Fakat durum pek de umduğu gibi gitmiyor. Anlıyoruz ki, yaralanmış ve yalnız kalmış bir adamın duygularını ve düşüncelerini analiz etmek zor. Zira David ve eşi Lana arasında yaşananlar çok geçmeden Cliff’i öfkelendiriyor.
Direkt olarak gönderme yaptığı bir sahne bulunmuyor, fakat bilimkurgu sinemasının kült filmi 2001: A Spece Odyssey’nin HAL 9000 adlı robotuna selam göndermeyi ihmal etmemiş senarist Charlie Brooker. David’in arıza bahanesiyle Cliff’i uzay gemisinin dışına çıkardığı sahne, Kubrick’in filmine gönderme yapmasının yanı sıra gerilim olarak da başarılı anlara tanıklık etmemizi sağlıyor. Uzayın derinliklerinde bir uzay gemisi içinde kalan iki insanın çatışması da yine akıllara Christopher Nolan’ın Interstellar’ını getiriyor. Milyonlarca km uzakta da olsa, insan kibrinden ve dürtülerinden ödün veremiyor ve anlaşmazlığın çıkması için iki insanın varlığı yetiyor. Bölümün eleştirel dozu yerinde, ancak finalinin izleyicileri tatmin etmeme ihtimali de yüksek.
Mazey Day
“Özel hayatın ihlali” gibi kısaca özetlenebilecek bir konuya sahip Mazey Day, “En Kötü Black Mirror Bölümü” olmaya aday bir senaryoya sahip. Normal seyrinde ilerleyen bölüm öyle bir final yapıyor ki, bir an için korku-gerilim temasına sahip başka bir yapım izlediğinizi sanabiliyorsunuz. Ne izlediğinizi kontrol ettikten sonra ise yapabileceğiniz pek bir şey kalmıyor. Böyle bir bölümü hafızanızdan silmekle işe başlayabilir ya da en iyisi diziden bağımsız bir hikâye olarak kabul edebilirsiniz.
Gizlice ünlü isimlerin fotoğraflarını çeken paparazzi üyeleri, bu fotoğrafları medyada dolaşıma sokacak kişilere satıyor. Bo da geçimini bu yolla sağlayan bir kadın. Elinde makinesiyle ünlü isimlerin peşinde oradan oraya geziyor. Derken Hollywood yıldızı Mazey Day’in bir gece trafik kazasına karışması sonucu pek çok kişinin hayatı değişiyor. Vur-kaç yapan Mazey, bir kişinin ölümüne sebep oluyor ve yakalanmamak için kayıplara karışıyor. Tabii kendisinin sırra kadem basmasıyla oluşan merak, fotoğraflarını çekip köşeyi dönmek isteyenlerin de iştahını kabartıyor. Tam da farklı bir insan olmayı kafaya koyup bu işlerden elini eteğini çeken Bo, Mazey Day’in fotoğraflarına verilen parayı duyunca tekrar makinesini kapıp yollara düşüyor.
Buraya kadar her şey Black Mirror ruhuna uygun bir şekilde ilerliyor, ancak bölümün sonunda Mazey Day’in kurt kadına dönüştüğünü görünce afallıyoruz. Zira son derece realist bir dizi olan Black Mirror’da görmeyi beklediğimiz bir şey değil bu. Gerçekçi bir dizinin paranormal olaylara yer vermesi, elbette kalitenin de düşmesine neden oluyor. Dizinin geleceğinin tehlikede olduğuna dair sinyaller alıyoruz.
Göndermede bulunduğu önceki Black Mirror bölümleri: Joan is Awful, San Junipero…
Demon 79
Yine “facia” olarak nitelendirebileceğimiz bir Black Mirror bölümüyle karşı karşıyayız. Bir önceki bölümde kurt kadın temasıyla karşımıza çıkan Charlie Brooker, bu kez de şeytanla yıkıyor algılarımızı. İlk dört bölümün senaryosunu tek başına yazan Brooker’a bu bölümde Bisha K. Ali de eşlik ediyor. Beyond the Sea ile birlikte sezonun en uzun iki bölümünden biri olan Demon 79, İngiltere’de geçiyor ve Hintli bir kadının hayatına odaklanıyor.
Bir ayakkabı mağazasında çalışan Nida, göçmen karşıtı arkadaşı Vicky’nin ve diğer İngiliz vatandaşlarının üstü kapalı aşağılamalarına maruz kalmasına rağmen yaşamına devam ediyor. 1979’un İngiltere’sinde sıradan bir hayat süren kahramanımızın yaşamı heyecandan uzak. İşten eve, evden işe temalı bir rutine sahip. Ancak Nida’nın eline günün birinde bir obje geçiyor ve tüm hayatı değişiyor. Zira bir şeytan kendisine musallat oluyor ve eğer isteklerini yerine getirmezse kıyametin kopacağını söylüyor. Şeytan’ın kahramanımızdan istediği şey ise üç gün içinde üç cinayet işlemesi. Başta bu isteğe karşı çıkan Nida, daha sonra yola geliyor ve insanlığı kurtarabilmek için üç kişiyi feda etmeye karar veriyor. Ancak bu hiç de kolay olmuyor…
Göndermede bulunduğu önceki Black Mirror bölümleri: Metalhead.
Son Söz
Özellikle Mazey Day ve Damon 79 bölümleriyle birlikte Black Mirror’ın gerçeklikten koptuğunu ve paranormal bir çerçeveye büründüğünü görmek üzücü. Black Mirror’daki tüm bölümlerin aslında aynı evrende geçtiğini açıklayan Charlie Brooker’ın ifadesinden de anladığımız üzere, doğaüstü varlıklar ile teknolojinin aynı anda var olduğu bir evren burası ve biz izleyicilerden de bunu idrak etmemiz bekleniyor. Bu durum sadık bilimkurgu hayranlarını tatmin etmediği gibi, Black Mirror’ın genel izleyici kitlesini de hayal kırıklığına uğratıyor.
Senarist Charlie Brooker’ın bu sezona dair kurduğu cümleler, aslında neden kötü bölümler izlediğimizi anlamımızı sağlıyor:
“Kesinlikle her şeyi allak bullak etme teşebbüsü diyebiliriz. Bu sezona teknolojiyi umursamadan başladım ve kaçınılmaz olarak da aynı minvalde devam ettim. Çünkü klâsik ‘Black Mirror’ dışında fikirlerim vardı. Bir sezonluğuna da olsa bu fikirlere şans vermek istedim.”
Black Mirror’ın alametifarikalarından biri olan “kara komedi” kısmı tamam olsa da, “kara ayna” kısmının çok zayıf olduğu bir sezonu geride bıraktık. Beşinci sezon ile birlikte en zayıf iki sezonun peş peşe gelmesi de bir başka üzücü nokta oldu. Bu kez çok daha farklı bir karanlıkla karşı karşıyayız. Zira Black Mirror, korku-gerilim havasına bürünerek kendi atmosferini kararttı. Umarız yedinci sezonla birlikte dizi toparlanma havasına girer ve efsanevi bölümleri bizlerle buluşturmaya devam eder.