İzlenmesi Gereken Bilim Belgeselleri #2

İzlenmesi gereken bilim belgeselleri listesinin devamıyla karşınızdayız. Bilindiği üzere serinin ilk bölümünde biyografik ağırlıklı belgesellere yer vermiş, gereğince tanıtmaya gayret göstermiştik. Fakat bu bölümde içerik aralığı ilkine nazaran daha geniş olacak. Biyolojiden astronomiye, uzay çalışmalarından beynin gizemlerine kadar çeşitli alanlar hakkında ortaya konulan bu yetkin çalışmalar aracılığıyla bilimin işleme prensiplerini ve alanlarını keşfetme olanağı bulacağız.

Ayrıca, anlatacak özgün konu bulmakta zorlanan yeni yazarların eserlerine ilham kaynağı olacak ilginç fikirler ve olayların da bu yapımlarda yer aldığını söylemeliyiz. O halde fazla zaman harcamadan hemen listemize geçelim.

(Not: Verilen yıllar, belgesellerin ilk bölümünün yayın tarihini esas almaktadır.)

For All Mankind (1989)

For All Mankind, tüm ABD huşu içinde izlerken aya giden 24 adamın gerçek hikayesini anlatır dersek yanılmış olmayız. 1968’den 1972’ye kadar olan Apollo Ay misyonları sırasında, gemilere 16 mm kameralar verilir; uzayda, yörüngede ve Ay’ın yüzeyinde yaptıklarını ve gördüklerini filme almaları söylenir. Yıllar sonra ise Nasa’ya giden yönetmen Al Rienart, çalışmalara özendirmek ve tanıtmak için belgeseli yapmaya karar verir.

Yapıma kaynaklık eden yaklaşık yüz saatten fazla süren çeşitli kayıtlar, yıllarca yürütülen hummalı bir çalışmayla restore edilir ve montajlanarak yayıma hazırlanır. Bu çalışmaları üstlenen yönetmen Al Rienart ve ekibi o denli iyi bir iş çıkarırlar ki, Akademi Ödüllerinde En İyi Belgesel dalında aday gösterilirler; 1989 Sundance Film Festivali’nde ise hem Grand Jüri Ödülünü hem de Belgesel için İzleyici Ödülü’nü kazanırlar.

Arithmetic, Population and Energy (2002)

Fizik Profesörü Al Bartlett ile keyifli bir söyleyişe ne dersiniz? Kendisini ne yazık ki yakın bir tarihte kaybettik, fakat birçok farklı topluluğa yaptığı sunum ve konuşmalarının bir araya getirildiği bu belgesel sayesinde fikirlerine ulaşmamız halen mümkün. Onlarca ülkeye davet edilen ve yüzlerce konuşma yapan Bartlett, bu etkinlikliklerle her kesimden insana hitap etmeyi başarır. Öyle ki, izleyicileri ortaokul ve üniversite öğrencilerinden şirket yöneticilerine, bilim adamlarına ve kongre personeline kadar değişiyordu.

İnsanlığın sorunlarını enine boyuna ele aldığı, bilhassa tüketim kültürünü ve bunun yansımalarını tartıştığı konuşmaların çektiği ilginin nedenini anlamak pek de zor değil açıkçası. Zira, fosil yakıtların büyük süratle tükenişi, nüfus artışına bağlı olarak yükselen kuraklık tehlikesi ve küresel ısınmanın olumsuz etkileri gibi birçok konu halihazırda hayatımızı işgal etmekte. Dolayısıyla, bu hususta fikir mütaalasına girmek en azından bilinçlenme anlamında faydalı olacaktır.

Miracle Planet (2005)

Dünya, tekrarlanan asteroit çarpışmalarının bir sonucu olarak doğdu, hakeza Ay da dünyaya çarpan bir gök cisminden kopan devasa parçalarından ortaya çıktı. Daha sonra, Dünya’nın büyüklüğü büyük göktaşlarını kendine doğru çekmesine neden oldu; birçoğunu konumu itibariyle Ay engellese de kalanlar yüzeye hızla çarptılar, yüksek sıcaklıktaki kaya buharının tüm yüzeyi kaplamasına ve bütün okyanus suyunun buharlaştırmasına neden oldular. En eski yaşam formları, mucizevi bir şekilde tekrar tekrar ortaya çıkan, zeminin derinliklerine kaçarak bütün bu felaketlerden mucizevi bir şekilde kurtuldular. Dünya sayısız felaketten geçti ama yaşam ne olursa olsun devam etmenin bir yolunu bulmayı başardı.

İnsanlar, tekrarlanan felaketlerle iç içe geçmiş olan yaşamın evriminin bir parçasıdır kuşkusuz. Halbuki hep sıklıkla sorulur; Dünya neden yaşanabilir bir gezegene dönüşebildi de, atmosferini ve okyanuslarını tutamayan Mars dönüşemedi? 4 milyar yıllık tarihi boyunca dünya, kitlesel yok oluşlara neden olan şiddetli iklim değişikliklerine ev sahipliği yaptı. Ve yine de hayat hayatta kaldı. O halde, dünyadaki yaşamı harap eden bu felaketlerin, aynı zamanda evrimin en basit mikroplardan bugün gezegende bulunan karmaşıklığa ve çeşitliliğe getirmesine yardımcı olduğu söylenebilir mi?

Nfb, Nhk Japonya, Discovery Channel ve Science Channel tarafından ortaklaşa üretilen Miracle Planet; dünyanın önde gelen bilim insanları ile yapılan röportajlara ek olarak üstün bilgisayar teknolojisiyle yaratılan simülasyonlarla tüm bu sorulara cevaplar arıyor. Dünya’nın gizemli evriminin derin ve sürükleyici hikayesini anlatıyor.

The Mars Underground (2007)

Önde gelen havacılık mühendisi ve Mars Derneği Başkanı Dr. Robert Zubrin‘in bir hayali var. Önümüzdeki on yıl içinde insanları Mars gezegenine götürmek istiyor; tıpkı Elon Musk gibi. Ama nasıl? Bu çarpıcı planın mimarlarlığını üstlenen Dr. Zubrin, Mars Direct ile birlikte insan yerleşimini mümkün kılmak için Mars’taki günümüz teknolojisini ve doğal kaynakları nasıl kullanabileceğimizi tartışmaya açıyor. Mars yeni Dünya olabilecek mi sorusuna yanıtlar arıyor. Fakat, asıl sorun bu değil elbette. Nasa’daki ve dünyanın geri kalanındaki şüphecileri bu düşünceye ikna edebilecek mi?

Bu belgesel, hayallerinin hantalca ilerleyen bir uzay programı tarafından bekletilmesine izin vermeyi reddeden Mars öncülerinin ruhunu yakalama imkanı sunuyor. Yabancı bir dünyanın toprağında yürümek için tutkulu dürtüleri bulaşıcı ve ilham verici hale getiren bu kişilerin imzasını attıkları uzay devriminin manifestosunu ortaya koyuyor. The Mars Underground, Dr. Zubrin ve ekibinin bu inanılmaz rüyayı hayata geçirmeye çalışırken izleyen bir dönüm noktası belgeseli. Büyüleyici animasyonlar sayesinde, bizi kızıl gezegene cesur bir ilk yolculuğa çıkarıyor ve hayatla dolu mavi bir gezegene dönüşmüş bir Mars öngörüsünü gerçekçi bir zemine çekmeye gayret ediyor.

Atom (2007)

Her şeyin atomlardan yapıldığı keşfi, daima tarihin en büyük bilimsel atılımı olarak anılmıştır. Bilim adamları atomun derinliklerine inerken, doğanın en şok edici sırlarını çözdüler ve geleneksel inançları terk ettiler; modern fiziği, kimyayı, biyolojiyi ve hatta belki de yaşamın kendisini destekleyen yepyeni bir bilim anlayışına yol açtılar. Nükleer Fizikçi Profesör Jim Al-Khalili bu keşfin hikayesini ve atılımın arkasındaki parlak zihinleri anlatıyor.

Atomu anlama arayışımızda, evrenin nasıl yaratıldığının gizemini nasıl çözdüğümüzü gösteriyor. Radyoaktivite, atom bombası ve Big Bang gibi dünyayı değiştiren keşifleri ele alarak, 20. yüzyılın en büyük beyinleri en gizemli soruları cevaplamak için ortaya koydukları çabaya katılma imkanı veriyor.

Atomun çalışmasının bizi gerçekliğin doğasını yeniden düşünmeye nasıl zorladığını araştırıyor, farklı versiyonlarımızın var olduğu paralel evrenlerin nasıl olabileceğini keşfediyor ve “boş” alanın sanılanın aksine hiç de boş olmadığı gerçeğiyle yüzleştiriyor. Ve nihayetinde Al-Khalili, bildiğimiz dünyanın tasavvur edebileceğimizden çok daha garip bir evrenin küçük bir şeridine dönüştüğünü ispatlıyor.

The Brain That Changes Itself (2008)

Dört yüz yıl boyunca ortak algı, beynin bir bilgisayar gibi çalıştığı ve işlevlerinin herhangi bir makine kadar sıkı bir şekilde yerleştirildiğiydi. Ama ya beyin aslında çevresinin uyaranlarına dayanarak her zaman olgunlaşıyor ve gelişiyorsa? Böylesine bir yaklaşım, Dr. Droidge tarafından iddia edildiği gibi beyin hastalığı ve disfonksiyonu gibi konularda bakış açımızı değiştirerek, insan doğasına dair anlayışımızı kökünden değiştirecektir.

Zaten asıl devrim de çevre, düşünce süreçleri ve bedensel yaralanma gibi faktörlere yanıt olarak nöronların yapısal değişikliklerini tanımlamak için kullanılan bir terim olan nöroplastisitenin keşfiyle başlar. Nöroplastisite olgusu, beynin ciddi zorlukların üstesinden gelmek ve uyum sağlamak için içsel kapasitesini genişlettiği kanıtını sağlar. Devam eden çalışmalar ise birçok durumda beynin sağlıklı kısımlarının kusurlu olanları değiştirmek için görevlendirilebileceğini göstermektedir.

Ortaya konan etkiler travmatik yaralanmanın tedavisi ile sınırlı değildir. Bu heyecan verici tıp bilimi alanı, daha aydınlanmış bir varoluşa giden yolu gösterebilir ve daha önce hiç mümkün olmadığına inanmayan insan türündeki bir potansiyelin kilidini açabilir. Sadece bu nedenle belgeselin çalışmaların neticesi tüm izleyicilerle alakalı büyüleyici bir keşife yol açıyor. Özetle, belgesel bu çığır açan bulguları psikiyatrist ve araştırmacı Dr. Norman Doidge’in aynı isimli kitabından yola çıkarak ele aldığı konuyu derinlemesine inceliyor.

Cosmic Journeys (2009)

Uzun yıllardır dünya benzeri gezegenleri arıyoruz. Oysa şimdiye kadar elde edilen kanıtlar bu soruya ışık tutmaya yardımcı oluyor mu? Galaksi hayatla dolu mu, yoksa Dünya sadece rastgele bir sapma mı? Eğer işler bu gezegende işe yaramazsa ya da keşfetmek için gösterdiğimiz çaba zorunlu hale gelirse, ötegezegenlere erişim konusunda neler yapabileceğiz? En önemli soru ise, bu yolculuk için harcanacak kaynaklar ve enerji elbette. Onca çaba ve emeğin neticesi çıkılan yolculuk buna değecek mi?

Evren nasıl başladı? Bu iş nerede bitecek? Dünya gibi başka dünyalar var mı? Bu ve benzeri sorular da başka bir nokta. İzleyicisini Güneş Sisteminde kozmik bir yolculuğa çıkarmaya vaat eden belgesel, bununla da kalmayıp evrenin geri kalanına kadar açılarak olağanüstü bir seyir imkanı sunuyor. Kara deliklerden astreoidlere, yıldızlardan gezegenlerin hareketlerine ve uzaylı yaşamının mümkün olabileceği gezegenlerin incelenmesine kadar pek çok konuda detaylı bilgiler veriyor. Ünlü sunucu Dick Rodstein’ın sunumu da ayrı bir kalite katıyor.

The Life Collection (2010)

Doğa bilimlerine dair katkıları sebebiyle kendisine Sir unvanı verilen David Attenborough‘un çalışmalarını içeren devasa bir hazine. Yaklaşık elli yıl boyunca dünyayı dolaşan Attenborough, gözlemlerini ve elde ettiği verileri belgeseller aracılığıyla tanıtmaktadır. İlerleyen yıllarda ise bunlar toplanarak seri halinde yayınlanır.

Attenborough’un yolculuğu, bir fosil keşfinin karmaşık yaşamın evrimi hakkındaki anlayışımızı dönüştürdüğü Leicester’daki çocukluk evinin yakınındaki bir ormanda başlar. Avustralya’nın yağmur ormanlarından sisli kıyı şeritlerine kadar uzanan yolculukta Attenborough, yeryüzünde varolan hayvan yaşamının en erken formlarını ortaya çıkarır. Ardından Kanada’nın Rocky Dağları’nda devam eder çalışmalar, burada fosiller daha önce veya o zamandan beri hiç görülmemiş hayvan çeşitliliğinde bir patlama olduğunu belgeler. Oradan Kuzey Afrika’ya, İskoçya’nın Doğu kıyısına ve diğer birçok bölgeye seyahat eden Attenborough, hayvanların sadece okyanusları değil, aynı zamanda kara ve havayı da fethetmek için nasıl evrimleştiğini keşfeder.

Bu tuhaf ve harika yaratıklar, en son bilimsel teknoloji ve foto-gerçekçi görsel efektlerin yardımıyla hayata döndürülür. İlk yaşam formlarından bugüne kadar biz de dahil bütün canlıların hayatta kalmasını sağlayan özellikleri ve araçları geliştiren faktörler incelenir. Doğa bilimlerine ilgisi olanlar için şahane bir kaynak!

Through the Wormhole (2010)

Başlangıçtan önce ne vardı? Yaşam nasıl ortaya çıktı? Evrende gerçekten yalnız mıyız? Bir yaratıcı var mı? Kadim dinlerin ve anlatıların bahsettiği ölümden sonraki nihai yaşam mümkün mü? Solucan deliği nedir? v.s. Tüm bu sorular insan ırkının en zarif zihinleri tarafından asırlar boyunca düşünülmüştür. Şimdiyse bilim, katı gerçeklerin ve kanıtların bize felsefi teoriler yerine cevaplar sağlayabileceği noktaya geldi. Astrofizik, Astrobiyoloji, Kuantum Mekaniği, Sicim Teorisi ve daha fazlası… Through the Wormhole, en parlak zihinleri ve en iyi fikirleri bir araya getirerek evrenin saklı kalan gerçeklerini ortaya çıkarmak gibi bir iddiayla yola çıkıyor.

Şayet, Morgan Freeman‘ın ev sahipliğinde, solucan deliğinden varoluşun en derin gizemlerine kadar pek çok esrarengiz sorunun cevabını arayacağınız bir keşfe çıkmak istiyorsanız, bu belgeseli kaçırmayın derim!

The Year of Pluto (2015)

Pluto gezegeni ve uyduları neye benziyor? Yörüngelerindeki bir veri koleksiyonu aracılığıyla bizlere ne vaat ediyor? NASA, New Horizons adlı projesiyle bu cevapları bulmak için son derece iddialı bir misyonu 2006 yılının Ocak ayında başlattı. İstekli ve sonsuz meraklı araştırmacılardan oluşan küçük bir ekip tarafından ortaya çıkan New Horizons, büyük ölçüde dikkate alınmayan bu bölge üzerinden belirleyici ölçüde bilgi elde etmeyi umuyor. Buzların arasında, milyarlarca kilometre uzaklıkta saklanan cüce gezegen Pluto’yu yeni baştan konu ediyor.

“Beni en çok çeken şey, çok az şey bildiğimiz gerçeğiydi,” diyor projenin baş araştırmacısı ve röportaj konuklarından biri olan Astronom Marc Buie; “İşte sınır.” Proje, yeni ve devrimci bir uzay aracının inşası ve bu ilk çığır açan yolculukta toplanacak verilerin dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi de dahil olmak üzere, önemli oldukça meşakkatli görevleri üstleniyor.

Özetle, böylesine zor bir konuyu ele alarak misyonun nasıl ortaya çıktığına ve neden önemli olduğuna dair sorular soruluyor. Ardından Dr. James Green, John Spencer, Fran Bagenal, Mark Showalter ve başka isimlerle yapılan röportajlar, yeni ufukların birçok soruyu nasıl cevaplanacağı bilgisi paylaşılıyor. Tavsiye edilir…

Önceki Sonraki

Yazar: Emre Bozkuş

ben bir şarkıyım/atlas denizlerinden geldim/önümde dalgalar vardı/arkamda dalgalar/dalgalar bitince/ben de biterim

İlginizi Çekebilir

seti paradoksu

SETI Paradoksu Hipotezi: Ya Herkes Sadece Dinliyorsa?

İtalyan asıllı Amerikalı fizikçi Enrico Fermi, Manhattan Projesi kapsamında çalıştığı Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndaki meslektaşlarıyla uzaylılar …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et