Sanırım herkes kabul edebilir ki Japon’ların bilimkurguya, bilhassa distopya ve siberpunk‘a kattıkları asla görmezden gelinemez. Psycho Pass de bunun bariz örneklerinden. Türe çok meraklı olmayanların bile kıyısından köşesinden duymuş oldukları Fate/Zero ve Puella Magi Madoka Magica gibi karanlık serilerin yazarı olarak bilinen Urobuchi Gen, siberpunk distopya ve felsefeyi harmanlayan bu yapımda düşünce özgürlüğü, suç kavramı ve ideal toplumun mümkün olup olmadığını sorguluyor.
2113 yılında Sibyl Sistemi adı verilen bir terminal sistem insanların eğitimlerini kontrol altında tutmakta, çalışacakları işleri tayin etmekte ve sokaklardan sanal gerçeklik girişlerine kadar her noktada gizli bir taramadan geçirerek mental durumlarını analiz etmekte, bu taramalar suça meyillilik tespit ettiğinde özel Suç Önleme birimleri tarafından bayıltılıp yakalanmakta, ileriki durumlarda ise infaz edilmektedir. Bu uzak gelecekte ateşli silahlar yoktur ve yegane ateşli silahlar Suç Müdahale Birimi personelleri Enforcer‘larda bulunan ve adına Dominator denen, doğrultukları kişinin üzerinde analiz yaparak ateş yetkisini doğrudan Sibyl Sistemi’nden alan tabancalardır.
Olaylar, Suç Müdahele Birimi’nin 1. no’lu departmanına yeni tayin edilen Akane Tsunemori, zoraki ortağı Shinya Kogami ve birimin diğer saha ekiplerinin (Ginoza, Masaoka, Kagari, Kunizuka ve analist Karanomori), Sibyl Sistemi tarafından tespit edilen “rutin” vakalara yaptıkları müdahalelerle başlıyor; ama sonradan ekip, Sibyl Sistemi’ne savaş açmış bir suçluyla karşılaştıklarında kendilerini av ve avcının belirsizleştiği bir kaosun ortasında buluyor…
Spoiler vermeden söylemek mümkün ki Psycho Pass pek çok güncel Anime’nin aksine mainstream olmamak için adeta manifesto yazmış bir yapım. Daha prodüksiyon süreci bile başlamadan yapımcılarla konuşan yönetmen, “Sizlere peşinen söylüyoruz, rating’ler ne derece düşerse düşsün, seriyi erkenden yayından çekmeyeceğiz, ayrıca her ne olursa olsun bizim kendi senaristimizin yazdığı herhangi bir metin haricinde bir şey seriye girmeyecek. Eğer bunu kabul ediyorsanız edin, yoksa başkasına gideceğiz” tarzında sert bir çıkış yapmış ve taleplerini kabul ettirmiş. Benzer şekilde “moe” diye tabir edilen küçük ve sevimli kız tipolojisinin herhangi bir şekilde seride yer almasını önleyebilmek için stüdyo çalışanları arasında “moe” kelimesi kullanılmasına ambargo konmuş. Akane her ne kadar moe görünse de aslında moe tipolojisinin çok uzağında duran, çok ayrıksı bir bayan karakter denebilir. Episodik davalardan Makishima Shogo‘nun kedi fare oyununa giriş yapan yapım, grimdark ve kaotik bölümlerin dozunu giderek arttırıyor ve zaten karakterin Urobuchi (kasap) lakabını boşuna almadığını neredeyse her bölümde ispatlıyor.
İnsanların kağıda basılı bir kitap görmeye ve ona dokunmaya yabancılaştıkları, suçun daha ortaya çıkmadan cezalandırıldığı Psycho Pass, ana fikriyle insana ister istemez Philip K Dick‘in eserinden uyarlanan Spielberg filmi Miniority Report‘u anımsatıyor ama bu filmde yer alan tüm aşırı zorlama sahneler çok iyi analiz edilmiş ki, Psycho Pass’ın empati yapılabilirliği bir an bile düşmüyor. Dahası film, kaderin değişitirilip değiştirilemeyeceği yönünde bir ana fikre sahipken, Psycho Pass bunu daha çok Philip K Dick’in Hammer of Vulcan‘da anlatmaya çalıştığı gibi insanı gözleyen ve tarafsız olarak kontrol eden kusursuz bir yapıyı sorgulama yetimiz olup olmayacağını, özgürlüğün adalet, bireysellik ve kaosla arasındaki çizgide nerede durduğunu gözler önüne seriyor.
Benzer şekilde suya sabuna dokunmayan izleyici tipini, çizdiği kusursuz düzenin arka planını ve ona savaş açanların seçmek zorunda kalacakları yolu gözler önüne sererek izleyiciyi taraf tutmaya zorluyor. Bunu yaparken de Foucault’dan Philip K Dick’e birçok yaratıcı zihne selam duruşuna geçiyor. Hatta “Aldous Huxley mi yoksa George Orwell mi geleceği daha iyi betimledi?” konulu bir diyaloğa bile yer vererek, düşünen dimağların yüzlerinde istemsiz bir gülümseme yaratıyor.
Bilimkurguya ve gelecek vizyonlarına ilgi duyan herkesin bu seriye mutlaka şans vermesini şiddetle öneririm. Eğer seriyi yeni duyuyorsanız, 1. sezonun yeni sahnelerle elden geçirilmiş hali olan ve 50 dakikalık 11 bölümden oluşan adaptasyonuna da göz atabilirsiniz. (New Edit ismiyle de geçer, oradan ayırt edebilirsiniz) Bunun haricinde serinin uzun metraj bir filmi de bulunuyor.
Hazırlayan: Hamit Gökalp