İlk sezonuyla Star Wars külliyatına kıymetli bir katkıda bulunan Visions, ikinci sezonuyla karşımızda. İlk sezonun aksine yapıma bu sezon Japon yapım şirketlerinin yanı sıra farklı ülkelerden stüdyoların dokunuşları da dahil edilmiş, böylece özgünlük hususunda bir adım daha atılmış. Yine de anlatım dili olarak Japoncayı seçmenin yanı sıra başta Kurosava olmak üzere ustalara selam göndermeyi ve kültürel dokuyu ebru misali tabloya serpmeyi ihmal etmiyor.
Böylesi kendine has işlerin aynı evrende geçebiliyor olması da Star Wars’un bu kadar sevilebilmesinde en önemli ölçüt kuşkusuz. Şimdi gelin ikinci sezonuyla Star Wars: Visions’a bir göz atalım.
Sith
Eski bir Sith çırağı olan Lola, bütün karmaşa ve kargaşadan uzak sakin bir hayat yaşamaktadır. Sadık droid dostu E2 da ona eşlik etmekte, bu münzevi yaşama mütevazı katkılarda bulunmaktadır.
Ancak Tolstoy’un deyimiyle, şehre biri gelir ve hikâye başlar; unutmaya çalıştığı yaşamından izler taşıyan bu misafirin gelişiyle yolculuğu asıl seyrine kavuşur.
Screecher’s Reach
Çocuksu yapısıyla ve buna göre tasarlanmış karakterleriyle oldukça sevimli bir bölüm. Meraklı ve keşfetmeye ilgili bir çocuk olan Daal, tesadüf eseri bir mağaraya denk gelir.
Mağaraya girer, çeşitli maceralar yaşar, sorular sorar, cevapları bulur ve nihayetinde bu yolculuk tüm külliyatın alegorisi ya da özeti olarak dikkatli izleyicilere keyifli göndermeler, atıflar sunar. Eğlenceli, zekice!
In the Stars
Kochen ve Tichina, kasvetli bir distopyayı andıran gezegenlerindeki türlerinden geriye kalan tek kişilerdir. Kardeşliklerine sarılarak, birbirlerine yaslanarak ve böylece ayakta kalarak yollarına devam eden ikili, güce duyarlı olduklarını düşünmekte ve gezegenlerindeki yaşamın kaynağı olduğuna inandıkları Starlight adlı taşı aramaktadırlar.
Avatar’ın hikâyesini andıran yapısıyla ilgi çeken bölüm, İmparatorluk dönemine dair farklı bir bakış açısı sunuyor.
I Am Your Mother
Çocuklarla ebeveynleri arasındaki ilişki, genellikle belli başlı kırılma dönemlerine sahiptir. Henüz çok küçük yaşlardaki çocuklar, ebeveynlerinin her şeyi yapabileceğine inanır, ancak işler ergenlik çağında değişmeye başlar. Benlik arayışıyla birlikte, ebeveynler de çocuğun gözünde güçten düşer. Bu, tıpkı tragedyalardaki tanrıların düşüşü gibidir.
Çocuk, kendini bulmak ve ifade etmek için ebeveynini aşması gerektiği düşüncesine kapılır; iletişim bozulur, hırpalanır. I Am Your Mother, bu dönüşümü içten ve samimi bir anlatımla sunuyor ve izleyiciye Star Wars’un çok yönlülüğünü yeniden hatırlatıyor.
Journey to the Dark Head
Aklı karışık bir genç buhranıyla cebelleşen Toul, hocası Ara’nın yönlendirmeleriyle yolunu bulmaya çalışmaktadır. Geçmişinde yolunu kaybeden, izlerini hâlen taşıyan Toul için bu rehberlik, yaşamı ve gücü tanımak için kilit konumdadır.
Ancak denge mutlak değildir ve kaostan düzene geçişler gerekir. Eski bir düşmanın dönüşü buna yol açar ve Toul’a aradığı amacı sunar.
The Spy Dancer
1940’lara özgü kara filmleri andıran, James Bond ya da Mr&Mrs Smith gibi örneklerde olduğu üzere bir yanı şehvet bir yanı şiddete dokunan ve bunları ustalıkla birleştirerek ortaya melodramatik aksiyon koyan bölüm, popüler bir kabare sanatçısı olan Loi’e’nin yaşamından bir kesite odaklanıyor.
Klasik bir aldatmacayla asıl kimliğini gizleyip persona yaratan Loi’e, maskenin ardından tehlikeli işler yürütmekte ve bunda da epeyce başarılı olmaktadır. Fakat şüphe çeken eylemleri bir noktada dikkatleri çeker. Karşısına en az kendisi kadar kurnaz bir rakip çıkar ve oyunu yeni baştan kurması gerekir. Nicesini atlatmış olmasına rağmen, zarları bu kez tesadüflere güvenerek atma lüksü yoktur.
The Bandits of Golak
Star Wars filmlerinin Amerikan merkezli bir anlatı yapısı olduğu muhakkak. Ancak Visions genel çatısıyla zaten bu algıyı kırmayı hedeflediğinde The Bandits of Golak’ın gösterdikleri şaşırtıcı değil.
Varolma kaygısı, varoluş sancısı, içsel yolculuk temalarını alışıldığı üzere bir fiziksel seyahat ile hikâyeleştiren bölüm, Bollywood havasını epey tadında hissettiren bir Aamir Khan filminden farksız. Bir abinin kardeşine karşı hissettiği sorumluluk duygusunu aktarırken, haddizatında duyguların hâllere ve hâllerin de devasa anlatıları inşa eden bütünlüğe ulaştığını gösteriyor.
The Pit
Odağına Kyber Kristalini alan ve yine Kanlı Elmas’ı anımsatan bir bölüm var karşımızda… Kyber’in bu evrendeki önemi için doğru kıyas belki de Dune evrenindeki Melange’dır. İkisi de nadir bulunur ve hem bundan hem de işlevleri açısından kıymetlidir.
Dolayısıyla elde etmek için yapılabilecekler düşünülünce anlatılacak hikâyelerdeki trajedi derinleşir ve dramatik yapı bir bakıma kendini inşa eder. Star Wars evreni “umut” üzerine inşa edilmiştir; umudun peşinden koşanların hikâyeleriyle ilerlemesi de bundandır.
Aau’s Song
Shire’ı ya da Alplerin yamaçlarına kurulmuş bir dağ kasabasını düşünün ve buradaki yaşamı bütünüyle bir gezegene yayın; işte bu bölümde karşımıza çıkan manzara özetle bu. Kyber madenleri yüzünden bir yanı mahvolan ama yine de kendi içinde yarasını saran bölge insanları için yaşam sıradan bir şekilde akmaktadır. Her şey olağan, hayat durağandır. Oysa Aaau için eksik bir şeyler vardır. İçinden bir ses şarkı söylemenin hazzıyla yanıp tutuşmakta ama sonuçlarından ötürü bundan kaçınmaktadır. Ta ki bir kaza sonucu yolu kaderini tayin edecek olaylara çıkana dek…
Ezcümle; Star Wars: Visions bu sezonuyla da işini neredeyse mükemmel yapıyor ve onca rengin karmaşa yaratma riskine rağmen, farklı bölgelerin özgün folklorik hikâyelerini evrenin ana hatlarını gözden kaçırmadan, felsefesini dozunda yedirerek ustalıkla anlatmayı başarıyor. Üstelik tüm bu deneysel yaklaşıma karşın Star Wars ahlakına birçok yapımdan daha sadık olduğunu ve dürüstçe, içtenlikte yaklaştığını söylemek de hayli mümkün.