Yayın Tarihi : 22-12-1990
Yönetmen : Kazuo Yamazaki
“İnsanı insan yapan düşünebilmesi değil, hatırlayabilmesidir” dedirten, tam olarak hak ettiği değeri görememiş bir başyapıt. Dünya’nın sonu temalı senaryoları bugüne dek en az binlerce kez gördüğünüze eminiz. Farklı olan çok azını gösterebilirdiniz. İşte A Wind Named Amnesia da farklı olanlardan biri… Konu, sıradan bir günde yaşanan ve dünyayı sonsuza dek değiştirebilecek bir dizi sıra dışı olaylar zinciri ile ilgili… Günün birinde tüm insan ırkının bilinci ansızın silinir. Sadece birkaç saniye sonra insanlığın milyonlarca yıldır sahip olduğu tüm bilinçsel birikim, hiç hatırlanmamış ve asla hatırlanmayacak kayıp bir rüya şeklinde silinip gitmiştir. Unutuşun rüzgarı belki bir dalı bile kırmamıştır ama insanlara olan etkisi tek kelimeyle yıkıcı olmuştur. Seyir halindeki uçaklar düşer, hareket halindeki tüm araçlar kaza yapar, az önce en ufak bir gelecek korkusu bile taşımayan insanlar, 3 yaşındaki bir çocuktan daha ilkel ve hafızasız hale gelir: Dünya artık hiç olmadığı (ve olamayacağı) kadar kötü görünmektedir. Ama en kötüsü daha başlamamıştır.
Birkaç gün sonra olayın yıkıcı etkisi daha da belirgin olmuştur (gerçi bunu algılayabilecek pek kimse de yoktur!), bilinçsiz insan sürüleri bir lokma ekmek için birbirini parçalarken aç sırtlanlardan farksız hale gelmiştir. Elektrik yok, telefon yok, su yok, benzin yok… Her yer alevler içinde yanmakta. Artık sokaklarda, ölüm serseri bir mayın gibi kol gezer. Kötü mü? Hayır, hala en kötüsünden bahsetmedik!
Amerikan hükümetinin olası bir topyekun kitle imha saldırısı sırasında aktife olması için programladığı ve casus uydularla desteklenen, kendi kendini ikmal edip tamir edebilen bir prototip yollarda kol gezmekte, karşısına çıkan herkese ve her şeye ateş açmaktadır ve ölümcül bir takip içgüdüsüne eşdeğer yapay zekaya sahiptir. Dahası, artık programı durduracak bir yer ya da kişi de kalmamıştır. En kötüsü mü? Hayır, hala değil…
Kitlesel hafıza silinmesi olayından kısa bir süre sonra, Kaliforniya’da bilinçsiz halde her gün başka mekanlarda sabahlayıp vandalca ev yağmalayarak hayatta kalmayı başarabilmiş esas oğlanımız Wataru, bir gün yine bilinçsiz halde dolaşırken bilmeden gizli bir üsse girer (Edwards Stratejik Hava Komutanlığı Üssü) ve üssün etrafında dolaşan bir prototipin saldırısına uğrayıp, ESP (Extra Sensory Perception” = Duyular Üstü Algılama) güçlerine sahip “bilinçli” bir genç tarafından kurtarılır. Adı Johhny’dir ve gizli deneysel projeler kapsamında zihinsel güçleri özel olarak geliştirilmiş bir kobaydır… Normal dışı bir zihinsel yapıya sahip olduğu için kitlesel hafıza kaybından etkilenmemiştir. Unutuş rüzgarıyla bilinçsizleşen personelin olmadığı üste tek başına yaşamaktadır ve üsteki zihinsel işlem frekansını değiştiren cihazları kullanarak Wataru’nun zihinsel düzeyini ve bilincini kademeli olarak arttırmayı başarır. Wataru’nın bilinçsel arayış yolculuğu için Johhny ile karşılaşması onun ilk adımları olmuştur.
Johhny, adeta tek bilinç sahibi insan olarak gördüğü Wataru’yu bilinçlendirip eğitmeye başlar: Konuşmayı ve kendini anlamlandırmayı öğretir… Sonra tabiatı, yıldızların yerini, silah kullanmayı ve daha birçok şeyi… Sonra… Geçirdiği bir dizi ağır beyin ameliyatlarından ve anomali sırasında üzerinde çalışılan tıbbi müdahale tamamlanmadığından olsa gerek , Johhny’nin günlerinin sayılı olduğunu öğrenir. O’nun da gidişinden sonra artık iyiden iyiye bu çılgın dünyada tek bilinçli insan olarak kaldığını hissetmektedir ama içindeki bir umut parçası hala başka bilinçliler olabileceğini söyler. Artık masumiyetini yitirmiş topraklarda yola çıkar, tek amacı hala insanlığını kaybetmemiş, hala “hatırlayabilen” başka insanlara rastlayabilmektir. Onları bulacaktır da… Ama nasıl?
Buraya kadar anlatılanlar, yaklaşık 80 dakikalık hikayenin ilk 15-20 dakikasına yakın bir kısmından ibaretti… Haliyle artık prologu geçip yoruma başlayabiliriz. A Wind Named Amnesia, tek kelimeyle anlatmak gerekirse çarpıcı bir yapım. Gerçeği adeta en soğuk tarafından alıp kaburganıza çarpıyor. Fantastik bir zamanda (1999 Amerika’sı) geçiyor olmasına karşın kurgu çok etkileyici… Yapımın 1986-1990 jenerasyonuna ait OAV ya da Movie’lerde ve nadir kimi başka yapımlarda olduğu gibi sert ve acımasız gözlem özelliğini saymazsak, bu eserin en göze batan niteliği kuşkusuz farklı birçok türün özelliklerini aynı anda barındırmasıdır. Dram, bilimkurgu, post apokaliptik, distopya, gerilim ve hatta Mecha… Kısacası her türden bir şeyler bulmak mümkün…
Ama her şeyden ötesi yapımın uygarlık ve bilinçsel varlık üzerine sunduğu tezler, son derece kayda değer. A Wind Named Amnesia’da (ya da buna benzer sert yapımlarda) sokaklarda vandalca birbirini boğazlayan bilinçsiz insanları görünce ister istemez korkuyorsunuz; ama tüm bu şeylerin nedeninin kitlesel bir “cinnet” değil de kitlesel bir “hafıza kaybı” olduğunu öğrenince konunun sizi sarması fazla gecikmiyor.
Film, MADHOUSE imzalı. Kendileri Boogiepop Phantom’dan Perfect Blue’ya dek birçok önemli işin arkasındaki stüdyodurlar. Filme kaynaklık eden kitabın yazarı Hideyuki Kikuchi, Darkside Blues ve Vampire Hunter D Anime’lerinin yanında henüz Anime’ye adapte edilmemiş ilginç Manga’lara kaynaklık etmiş farklı bir yazar. Aynı zamanda senaryoya da katkıda bulunan yönetmen Kazuo Yamazaki’yi gerçek birer klasik olan Argento Soma, Maison Ikkaku, Infinite no Ryvius ve Kidou Senshi Gundam gibi projelerden tanımanız mümkün. Senaryodaki bir başka isim, Yoshiaki Kawajiri ise Ninja Scroll, X, Vampire Hunter D Bloodlust, Metropolis, Memories, Cockpit gibi önemli projelerden tanıyabileceğiniz önemli bir isim. Filmin sonlarına dek her sahnesine 1990′ların başlarına dek uzanan post apokaliptik B filmlerinin orijinal anlarını hatırlatan zihin açıcı anlatımlar ve buluşlar serpiştirilmiş. Zaten Kawajiri, kendisini 80’lerin bu jenerasyonunun büyük ustası John Carpenter’in bir hayranı olarak nitelemekte…
Konu size de Stephen King‘in The Cell‘ni anımsatmış olabilir. Zira olaylar büyük benzerlikler taşıyor. Stephen King’in bu kitabı dünyanın her yerindeki açık cep telefonlarının aynı anda yolladığı bir frekans ve bu frekansın insanların beyinlerindeki hafıza kısmını formatlayarak, tamamen ilkel içgüdüler ile hareket eden bir insanlık manzarası resmediyor. A Wind Named Amnesia’dan farklı olarak Stephen King, kitabın başında bunun kontrolden çıkmış bir tür “terör” saldırısı olabileceği fikrini karakterlerin aklından geçirtse de yine Anime ile benzer şekilde; insanları aslında neyin formatladığı ve sonuç kısmında insanların hafızalarını geri kazanıp kazanamayacakları da belirsiz bırakmayı tercih etmiş. Stephen King bu Anime’yi hiç izlememiş bile olabilir, zira ortalarından itibaren kitap bir başka eski Stephen King kitabı The Stand’ın tarzına –kısmen– kayma yapıyor.
Çoğu Anime’de kontrolsüz şekilde kullanıldığı için göze batan imkansız durumlar veya şiddet sahneleri (ve hatta filmi tek başına bile mature kategorisine kaydıran çıplaklık kullanımı) bu Anime’nin akışı içinde pek de göze batmamakta. Fakat filmin 3/2’si geride kaldığında ilginç şekilde mistisizme kayması, o ana dek zihnimizde biriken soruların yanıtlarını bulmamıza engel oluyor.
Hazırlayan: Hamit Gökalp