Bazı filmler vardır hani, patlamış mısır eşliğinde izlerken daha da keyifli olan. İster televizyonda denk geldiğimizde ister canımız sıkılıp tekrar izlemek istediğimizde, sanki eski bir dostla karşılaşmanın sevincini yaşarız. İşte Back To The Future serisi bu tip bir yapımdır. Zaman yolculuğu kavramına çılgın ve eğlenceli bir bakış açısı getiren yapım, absürt sinemanın tuzaklarına da düşmeden gönülleri fethetmişti. Temelde çılgın bilim adamı ve genç lise öğrencisinin dostluğunu anlatan yapım, geleceğe yönelik öngörüleri, vahşi batıdan geleceğe uzanan maceraları, paralel evrenleri ve filmin karakterleri kadar çok sevilen efsanevi araba Delorean’ıyla çok katmanlı dolu dolu bir filmdi. Günümüzde özel etkinlikler çerçevesinde, yapımın kadrosu halen bir araya gelmekte ve sadık kitlesine röportajlar vermeye devam etmektedir.
Back To The Future projesi ile ilgilenen ilk isim Steven Spielberg idi. Bob Gale’nin özgün senaryosundan hayli etkilenen Spielberg, sonrasında projeyi yakın dostu Robert Zemeckis’e emanet etti. 80’li yılların başlarında çoktan Hollywood’un harika çocuğu olarak kabul gören Spielberg karşısında Zemeckis, henüz yönetmenlik anlamında kendini kanıtlamış bir isim değildi.1984’te Michael Douglas ve Kathleen Turner’in başrollerde boy gösterdiği Romancing The Stone’ı (Amazon’da Fırtına) kotarmış olsa da yapım, Indiana Jones’un vasat bir kopyası gibi gözükmekteydi. Ama Spielberg’in yeni projede yapımcı koltuğunda oturmuş olması Zemeckis’i yaratıcı anlamda hayli özgür kıldı. Zemeckis, ortaya çıkan sonuç ile hem stüdyonun yüzünü güldürmüş hem de sinema tarihinin en iyi işlerinden birini ortaya çıkarmıştı.

Steven Spielberg ve Kathleen Kennedy ortak yapımcılığında 1984’te çekimlerine başlanan proje, oyuncu seçimi konusunda ilginç bir hikâyeye sahip. Michael J. Fox, başrol için düşünülen ilk isimdi; ama o sıralar Family Ties TV dizisi ile meşgul olduğundan, programı Back To The Future için uygun değildi. Onun yerine Eric Stoltz’a Marty Mcfly rolü önerildi. Stoltz, beş haftalık bir çekim süreci geçirmişti. Yapımda yer alan kilit birçok sahne tamamlanmıştı; fakat ortada yanlış olan bir şeyler vardı. Eric Stoltz, kendi jenerasyonunun iyi bir oyuncusuydu ama oyunculuk tarzı olarak drama yönü daha ağır basmaktaydı. Bu yüzden, komedi yönü ağırlıkla olan yapımda oyuncu, duruş olarak ciddi bir profil sergilemekteydi. Robert Zemeckis, zor bir karar vererek Stoltz’u yapımından çıkardı. Michael J. Fox ile bir şekilde anlaşılarak rolü alması sağlandı. Fox, günün belli saatlerinde Back To The Future setinde olabilecek, kalan zamanda ise çekimleri devam eden Family Ties’da olacaktı. Fox için yorucu bir süreçti. İki set arasında mekik dokuduğu için birkaç saatlik uykuyla yetinmek zorundaydı. Stüdyonun da Stoltz’un sahnelerini Fox ile tekrar çekmek zorunda kalmaları ek bir maddi yük getirmişti. Ama Fox’un çekimler esnasındaki enerjik performansı stüdyonun yüreğine büyük bir su serpmişti.
Zaman yolculuğunun konu alan yapımda, zaman makinesinin şeklinin nasıl olacağı da çok önemliydi. Yapımda kullanılan DMC’nin Delorean’ı, filmin en önemli karakterlerinden biriydi adeta. Bir arabayı zaman makinesi olarak kullanmanın sıra dışılığı yetmezmiş gibi bir de Delorean’ı modifiye edilmiş olarak sunmak, teknik ekibin büyük bir başarısıydı. Delorean Motor Company (DMC), 80’li yılların başlarında piyasaya çıktıktan sonra yaklaşık olarak 9000 adet üretilmişti. Zamanına göre fütüristik görünen bir tasarıma sahip olan araç, tek kapılı, gri renkli ve kapıları yukarı doğru açılan özelliğe sahipti. Geleceğin aracı görüntüsü çizen otomobil, şirketini iflas ettirse de Back To The Future için tam biçilmiş kaftandı. Yapımın senaristi Bob Gale, senaryo taslak halindeyken zaman makinesini kapsül benzeri bir araç olarak betimlemişti. Delorean’ın filmin henüz prodüksiyon aşamasına geçmeden, kısa bir süre önce piyasaya çıkmış olması yapım ekibinin zaman makinesi tercihini etkileyen bir unsurdu.
Back To The future, 3 Temmuz 1985’te gösterime girdiğinde gişede hatırı sayılır bir gelir elde etmişti. Robert Zemeckis, rüştünü ispat etmiş; Michael J. Fox, yıldızlık mertebesine yükselmişti. Yapım, Star Wars ve Indiana Jones gibi popüler kültürde önemli bir yere gelmişti. Elbette yapımı başarıya ulaştıran unsurlar yalnızca özel efektleri değildi. Akıcı senaryosu, doğru oyuncu seçimleri, usta işi yönetimi ve unutulmaz onlarca sahneye sahip oluşuyla defalarca izlenebilecek bir yapıya sahipti. Yapımın beklentilerden oldukça yüksek başarı getirmesi, devam filmlerinin kapısını aralamıştı.Bir üçleme olan seriyi tek başına ele alırsak, üçe bölünmüş tek bir film algısı yaratmaktadır. Konunun aynı zaman dilimde birkaç günde geçiyor oluşu, Zemeckis’in devamlılığı çok iyi sağlamış olmasından dolayı, bütün seriye tek bir film gözüyle bakılabiliyor.
Marty McFly (Michael J. Fox), müzisyen olmak için can atan, kız arkadaşı Jennifer’a (İlk filmde Claudia Wells, sonraki yapımlarda Elisabeth Shue tarafından canlandırıldı.) karşı gelecek hayalleri olan 17 yaşında bir lise öğrencisidir. Asosyal babası George (Crispin Glover), alkol problemi olan annesi Lorraine (Lea Thompson) ve kız kardeşi Linda (Wendie Jo Sperber) ile yaşamaktadır. Bir gün, çılgın bilim adamı arkadaşı Dr. Emment Brown’ın (Christopher Lloyd) Marty’i yapacağı bir deney için çağırmasıyla hayatının değişeceği süreç de başlayacaktır. Doktorun bir zaman makinesine dönüştürdüğü arabası, gerekli olan enerjiyi plütonyumdan karşılamaktadır. Fakat plütonyumu Libyalı teröristlerden çaldığı için başı derttedir.
Doktorun ilk olarak köpeği Einstein üzerinde yapacağı zaman yolculuğu deneyinde Marty, olayı kamerası ile kaydedecektir. Bir alışveriş merkezinin yakınında gerçekleşen başarılı deneyin hemen sonrasında Libyalı teröristler bölgeye gelir. Doktorun vurulması sonucu Marty, kaçmak için araca atlar. Libyalıların takibi esnasında Marty, vites değiştirirken zaman ayarı kutusuna çarpıp yanlışlıkla aktive eder. Belli bir hızın üzerine geçince zaman yolculuğuna geçen araç içindeki Marty, kendini birden 1955 yılında bularak birden otuz yıl geriye gider. Zaman yolculuğu sırasında aracın tüm plütonyumu kullanmasından dolayı, kendi zamanına dönmesi için yeni bir plütonyuma ihtiyacı vardır. Bunun için 1955 yılındaki Dr. Emment Brown’un genç halini bulup, yardım istemesi gerekecektir.
Seride ilk filmde olaylar 1955’te, ikinci filmde 2015’te ve üçüncü filmde 1885’te geçiyor. Ayrıca ikici yapımda gelecek manzaraları haricinde, kaosun hüküm sürdüğü, alternatif bir zamanda geçen 1985 dünyası da sunuluyordu. Marty’nin yaşadığı maceralar çoğunlukla ailesi odaklı. 1955’te bir kaza sonucu kendisini henüz bekar olan annesinin evinde uyanırken bulur. Genç kadının annesi olduğunu anlayan Marty, derin bir şok yaşar. Babasının da o sıralar annesinden hoşlandığı öğrenir ama ortada bir sorun vardır; yaşamış olduğu kazada ister istemez anne ve babasının tanışmasına engel olmuştur. Babasının okuldan arkadaşı ve sürekli başına bela olan Biff Tannen (Thomas F. Wilson) da annesine göz diktiği için Marty, genç ebeveynlerinin çöpçatanlığını yapmada büyük zorluk yaşayacaktır. Bu da yetmezmiş gibi, genç annesi de ona aşık olmuştur.

Genç kadının gelecekten gelen oğluna aşık olması gibi bir tabuyu da konu edinen yapım, 80’ler sineması ve dönem açısından sıra dışı bir durum; ama Bob Gale, senaryosunda kıvrak hareketlerde bulunarak, bu tabunun eğlenceli bir hal almasını sağlayıp, durumun yumuşak bir hal almasını başarmıştı. İzleyici kitlesinin büyük oranda gençlerin olduğu bu yapımın muhafazakârlar tarafından tepki görmemesinin en büyük nedeni, senaryonun başarılı bir şekilde kurgulanmış olmasıdır. Ayrıca yapımda gerçekleşen bazı olaylar, sonraki filmlerde tekrarlanmıştır. Marty’in geçmişte ve gelecekteki yolculuklarında Tannen’nın çetesinden kaçmaya çalışırken kaykaya-uçan kaykaya binmesi, Tannen’nin her kovalamacada tezeğe bulanması, Tannen soyunun her dönemde hayatlarında bir şekilde yer alması, aynı karakterlerin genç ve yaşlı halleriyle aynı ortamda olması, zaman yolculuklarında anne ve babasının fiziksel değişimleri gibi…
Soğuk savaş etkilerinin yoğun olarak hissedildiği 80’ler sinemasına kıyasla Back To The Future, dönemin politik tarafı ile hiç ilgilenmedi. Zaman makinesinin ihtiyacı olan nükleer enerjinin Libyalı teröristlerden çalınmış olması, ABD-Rusya arasındaki soğuk savaş döneme yapılan ince bir gönderme gibi algılanabilir. Yapımda, nükleer enerji meselesinin dönemin politik sorunlarına atıfta bulunulmadan konu edilmiş olması, serinin anti politik bir duruş sergilemesindendir. Back To The Future 2, serinin politik anlamda göndermelere en müsait filmi gibi görünebilir. 2015’te tasvir edilen gelecek bir ütopyadır; karanlık ve distopik bir dünya resmedilmemektedir. Gelecekteki Biff Tannen’nin geçmişe giderek, genç kendisine bir spor dergisi (Sports Almanac 1950-2000) vermesi, alternatif bir gelecek yaratılmasına neden olur. Biff Tannen, eline geçen dergi sayesinde bütün bahisleri kazanıp, zenginliğinden ötürü ülkeyi yönetecek bir güce ulaşır. Fakat kaosun hüküm sürdüğü alternatif 1985 manzarasında, gene politik göndermelere başvurulmaz. Bu açıdan Geleceğe Dönüş serisinde politik taşlama aramak zor olacaktır.

Serinin ikinci filmi gene çılgın fikirlerle yol alıyor. Geçmişteki anne ve babasının çöpçatanlığını başarılı bir şekilde gerçekleştiren Marty, bu kez gelecekteki doğmamış çocuğuna yardım etmek zorundadır. Doktor Emmett Brown, kız arkadaşı Jennifer’in de geleceğe gelmesini, çünkü ileride evlenecekleri için olayların onuda ilgilendirdiğini belirtip yeni maceraya yelken açıyorlar. Yapımdaki maceralar, ilk filme göre daha da eğlenceli bir hal alıyor. Marty’nin Anne ve babası artık iyice yaşlanmış, Jennifer ile olan evliliği de monoton bir hale gelmiştir. Başına buyruk ve sorumsuz oğlunu kurtarmak isterken yolu bu kez Biff Tannen’nin torunu Griff Tannen ile kesişecektir. Büyük baba Biff Tannen’nin geçmişe giderek, alternatif bir 1985 yılının oluşmasına neden olmasından dolayı Marty, kendi zamanını düzeltmek için tekrar 1955’e gitmek zorunda kalır.
Marty’in gene ailesini kurtardığı serinin ikinci filmi, öncekine göre daha katmanlı bir yol izliyor. İlk filmin büyük başarı sağlamış olması, ikinci yapımın daha büyük bir bütçe ile kotarılmasının önünü açtı. Artık stüdyonun kendisine olan şüphelerinden kurtulmuş olan Robert Zemeckis, daha rahat ve yaratıcı bir yapım süreci geçirdi. Tüm seride mekan olarak sürekli aynı yerler kullanıldı; ama farklı zaman dilimlerinde dönemin dekorları ve tasarımları kullanıldığı için aynı mekanda geçen sahneler bir çeşitlilik duygusu yaratıyor. Zemeckis, Marty’in geleceğin dünyasına ilk adımını attığı sahnelerde eğlenceli ayrıntılar dikkat çekiyor. Marty, bir sinema salonunun önünden geçerken, tepeden birden büyük bir köpekbalığı belirir. Hologram köpekbalığı onu yemeye çalışırken Marty, büyük bir korku yaşar. Köpekbalığı yok olduğunda, Jaws 19 filminin reklamının yapılmış olduğunu anlar. Tanıtılan filmin yönetmeni ise Spielberg’in gelecekteki oğlu Max Spielberg’dir.

2015’i birkaç sene önce uğurladık. İlgili yılda dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan etkinliklerle film tekrar hatırlanmış ve geleceğe yönelik öngörüleri mercek altına alınmıştı. İzleyenlerde büyük heyecan yaratan uçan kaykay, istenilen ölçüde gerçek olmadı ama çalışmalar halen devam ediyor. ABD’li Arx Pax ve Japon üretici Lexus kaykayları şu an için mıknatıs tabanlı ve özel yüzeylerde kullanılabiliyor. Marty’nin oğlunun kullandığı giyilebilir teknoloji olan sanal gerçeklik gözlüğü gerçeklik oldu. Gelecekteki babasının patronu ile video konferans konuşması gerçek oldu. Video konferans yolu ile Marty’nin babasını kovan kişi Red Hot Chili Papers grubunun üyesi Flea idi. Tablet bilgisayar, kendi kendine bağlanan ayakkabı, robot pompacılar, parmak izi tanıma teknolojileri filmin gerçekleşen öngörüleriydi. Uçan arabalar şu an için mümkün olmasa da yakın gelecekte Drone tipi uçabilen araçlar gerçek olacaktır.
Serinin son filminde kendimizi vahşi batıda buluyoruz. Marty, Biff Tannen’nin yaptığı hatayı 1955’te düzelttikten sonra Dr. Brown ile birlikte kendi zamanına dönmeye artık hazırdır. Kötü hava şartlarında kendi zamanlarına dönmeye çalışırken zaman makinesine yıldırım çarpar ve Dr. Brown kaybolur. O sırada durumun şokunu yaşayan Marty’e Doktor tarafından geçmişten bir mektup gönderilir. Doktorun 1885 yılında gittiğini öğrenen Marty, 1955’teki Doktorun yanına giderek geçmişe gitmek için yardım ister. Doktorun 1885 yılına gittikten sonra gömdüğü zaman makinesini bulan ikili aracı tekrar kullanılabilir hale getirirler. Marty, geçmişe gitip Doktoru kurtaracak ve kendi zamanları olan 1985’e tekrar geni döneceklerdir. Ama bu sefer de Biff Tannen’in geçmişteki akrabası olan ‘Çılgın Köpek’ lakaplı Buford Tannen ikiliyi rahat bırakmayacaktır.
Üçlemenin son halkasında Çılgın bilim adamı Dr. Brown, bu sefer bilimi ikinci plana atıp, aşkı için mücadele veriyor. Clara Clayton’a âşık olması Marty’i rahatsız eder. Çünkü onlar zaman yolcularıdır. Önceki iki filmin gölgesinde kalsa da Vahşi Batı temasının kullanıyor olması ilgi çekiciydi. Nükleer enerjisi tükenmiş Delorean’nın atlara bağlanarak sürülmesi, Marty’nin kasabaya kendisini Clint Eastwood olarak tanıtması ve bu ismin topluluk tarafından gülünç karşılanması, Delorean’ın Kızılderililer tarafından kovalanması, Buford Tannen’nin de kaderden kaçamayarak bir kovalamaca anında gene tezeğe bulanması yapımda akılda kalan sahnelere örnektir.
Robert Zemeckis, finalde Delorean’ın son kez görevini yerine getirterek onu bir tiren vasıtası ile parçalara ayırıyor. Vahşi Batıda, geleceğe tekrar dönmek için bir trenin önüne konulan zaman makinesi, sıçrama için gerekli olan hızı trenden sağlayacaktır. Fakat Dr. Brown, sevgili uğruna Marty’i son anda terk edip, tek başına geri dönmesine neden olur. Tren yolunda yamaca düşmeden son anda geleceğe sıçrama yapan Marty, kendisini aynı tren yolunun 1985 yılındaki halinde bulur. Tam o sırada üzerine doğru gelen bir trenden araç atlayarak kendini kurtaran Marty, aracın parçalanmasını hüzünlü gözlerle izler. Ama Dr. Brown, hapsolduğu 1800’lü yıllarda boş durmayıp farklı bir zaman makinesi geliştirir.
Sinema tarihinin en iyi üçlemelerinden biri olan Back To the Future serisi, basit yapısına rağmen kompleks olay örgüsüne sahiptir. Kağıt üzerinde gerçekleşen olayları çözümlemeye çalışmak bir paradoksa neden olabilir. Sırasıyla: Günümüz, geçmiş, gelecek, alternatif zaman, geçmiş, daha eski zaman ve günümüz arasında mekik dokuyan yapımın olay örgüsünü açıklamaya çalışmak içinden çıkılamayan bir hal alabilir. Ama kurgunun saat gibi işlemesi, hikaye akışının zihinde toparlanmasına izin veriyor. Neden sonuç ilişkisine dayalı olay örgüsünde senarist Bob Gale, zorlu bir işin altından kalkmayı bilmiş.
Michael J. Fox’un kariyerinde çok önemli bir yere sahip olan yapım, bir yıldızın daha doğmasına neden olmuştu. Çılgın bilim adamını Dr. Brown’ı canlandıran Christopher Lloyd, adeta bu rol için doğmuş. Birçok ünlü oyuncuyu mezun etmiş Neigborhood Playhouse tiytro okuluna gitmiş olan usta oyuncu, ona şöhreti getiren Dr. Brown karakterinden önce One Flew Over The Cuckoo’s Nest (1975), Goin’South (1978), The Postman Always Rings Twice (1981), Star Trek 3: The Search (1984) gibi önemli yapımlarda farklı karakterlere hayat verdi. Birkaç Western yapımında yan rollerde yer almasının avantajını Back To The Future 3’te ziyadesiyle kullandı. Western türünün jargonuna hakim olan oyuncu, bunu üçlemenin son halkasında komedi unsuru olarak ustaca kullandı. Hayat verdiği çılgın bilim adamı karakteri, büyük oranda Albert Einsteinden’dan esinlenilmişti. Dr. Brown görünüş olarak da Einstein ile benzerliklere sahiptir. Köpeğine de büyük dehanın ismini vermiştir.
Marty McFly ve Dr. Brown arasındaki arkadaşlık ilişkisini belli bir egosal güdüye dayanır. Marty, Brown’un, Brown ise Mary’nin alter egosudur adeta. Marty, genç, dışa dönük, kızlar tarafından beğenilen, gitar çalabilen ve umursamaz birisidir; ama bazı konularda dikiş tutturamayan bir yapısı vardır. Dr. Brown, idealist, asosyal ve kendini bilime adamış bir insandır; ama insan ilişkileri konusunda bazı sıkıntıları vardır. Marty, doktor sayesinde tuttuğunu koparmayı öğrenir; Doktor ise Marty sayesinde daha sağlıklı insan ilişkileri kurmaya başlar. İkili, tüm üçleme içinde bin bir surat rolle yer almış olan Thomas F. Wilson’un karakterleri karşısında, kendilerini psikolojik bir savaş içinde bulur. Çünkü Biff Tannen karakteri, insanları zayıf olan özellikleri üzerinden, çıkar amacı ile kullanan birisidir.
Zaman yolculuğunu konu alan bu klasik üçlemeyi oyunculuklarıyla yalnızca Michael J. Fox ve Christopher Lloyd sırtlamıyor. Yapımların bir başka yıldızı Thomas F. Wilson, birden fazla karaktere hayat vererek, oyunculuk adına o zamana denk denenmemişi başarıyor. Biff Tannen karakterinin farklı zaman dilimlerindeki genç ve yaşlı halini, gelecekteki torununu ve 1885 yılındaki uzak akrabasına hayat verdi. Özellikle zenginliğinden ötürü devleti yönetecek hale geldiği alternatif zamandaki Biff Tannen’in Donald Trump ile olan benzerliği hayret verici. Elbette serinin ikinci halkası için çalışmalar başlarken, planlanmış bir kurgu değildi; ama insan, “acaba Trump’ın eline de Sports Almanac 1950-2000 dergisi geçti?” esprisini yapmadan edemiyor. Tüm seride, Wilson’nın hayat verdiği karakterleri izlemek, tek başına bile çok eğlenceli.
İyi yönetim, güçlü oyunculuk ve harika görsel efektler bir arada olunca, sinemasal kalitenin karşılığı Back To The Future gibi iyi kotarılmış filmler oluyor. Marty’nin geçmişe giderek babasının genç hali ile tanıştığı sahneyi hatırlayalım. Bir restauranta soğuk bir şey içmek için girdiği planda, farkında olmadan bar kısmında babasının yanına oturur. O sıra Biff Tannen, babasına “Hey McFly!” diyerek mekâna girer. Marty ve babası aynı anda ve vücut diliyle gelen sese yönelirler. Kamera sabit plandadır. Thomas F. Wilson’ın (Tannen) karakteri, Crispin Glover’ın karakterini (McFly) yapmasını istediği ödevi konusunda tartaklarken iki oyuncunun karşılıklı olarak birbirlerinden rol çaldığına şahit oluruz. O sırada kamera Marty ile ilgilenmez. Bu kısacık sahnede Thomas ve Glover, oyunculuk olarak inanılmaz bir iş çıkartırlar. Tannen’in McFly’ı rahat bırakıp, mekândan çıkışıyla birlikte kamera tekrar Marty’e odaklanır. Marty’nin şaşırmış bir yüz ifadesi ile yanındaki kişinin babası olduğunu öğrendiği andaki şaşkınlığını Michael J. Fox büyük bir inandırıcılık ile yansıtır. Robert Zemeckis, bu kısacık sahne ile yönetmenlik ve oyunculuk yönetimi olarak kitaplarda olan her kuralı ortaya koyar.
Müzikal anlamda Geleceğe Dönüş serisin de Alan Silvestri başarılı bir iş ortaya koydu. The Abyss (1989), Forrest Gump (1994), The Avengers (2012) gibi daha birçok tanınmış filmlerin müziklerine imza atmış olan Silvestri, sinema tarihinde Jaws, Star Wars gibi herkesin aşina olabileceği tema müziğini yarattı. Michael J. Fox tarafından yeniden seslendirilen Chuck Berry’nin ölümsüz Rock’n Roll eseri Johnny B. Goode ve Huey Lewis’in The Power Of Love adlı eseri, dönemin hit olan iki parçasıydı.
Back To The Future, halen zamana karşı koyan, eskimeyen bir klasik. Günümüzde serinin yeniden çevrimi ara ara gündeme gelse de Robert Zemeckis bu duruma sıcak bakmıyor. Zaten ortada bir elmas var; neden onun değeri düşürülsün ki! Back To The Future, halen zamana karşı koyan, eskimeyen bir klasik.