Frank Herbert‘ın eseri Dune, bugüne kadar yazılan en büyük bilimkurgu romanlarından biridir. Birçoğu, bilimkurgunun Yüzüklerin Efendisi olduğunu söylüyor. Elli yıl önce yayınlandıktan sonra diğer tüm hikaye anlatıcılarına esin kaynağı oldu. O olmadan, Star Wars’a bile sahip olmazdık. Birden fazla film yapımcısı romanı beyaz perdeye uyarlamaya çalıştı. Şimdiye kadar bir film ve bir de mini serimiz var, fakat hayranlar romanı etkili bir şekilde yansıtamadığı için bu iki eser karşısında da hayal kırıklığına uğradı. Hayranlar, eserin hakkını verebilecek yeni bir film çekilmesi için seslerini her platformda yükseltiyor.
Denis Villeneuve’yi ele alalım; Prisoners, Sicario ve Arrival filmlerini yöneten kişi. Oldukça uzun süren Blade Runner‘ın devam filmini bitirdikten sonra Dune filmini yöneteceğini açıkladı. Hayranlar mutluluktan havaya uçtuğu gibi panikledi de. Kim çekerse çeksin, Dune’u çekecek yönetmen çok dikkatli olmalıdır. Çok karışık bir roman ve tek bir yanlış hareket her şeyi berbat edebilir. Denis Villeneuve’in, Frank Herbert’in şaheserini çekmek için kamera arkasına geçmesi, kendi işlerinin gölgede kalmasına da sebep olabilir, fakat bazı noktalara dikkat ederse, çekeceği Dune filmi, romanın hak ettiği değeri muhakkak yansıtacaktır.
Kadınlar Üzerinde Daha Fazla Durulmalı
Amerika Dune’un yazıldığı 50 sene önceki yer değil. O zamanlar bir bilimkurgu eserinde kadın olmak demek, Edgar Rice Burrow’un John Carter of Mars serisindeki gibi kurtarılmayı bekleyen küçük hanım ya da John Norman’ın Gor serisindeki gibi bir seks kölesi olmak demekti. Leydi Jessica ve Chani günümüz değerlerine göre biraz problemli gibi gözükse de (ikisi de cariyedir, bazı izleyiciler için rahatsızlık verici olabilir.) Paul’un etkisi dışında kalan iki ayrı birey olarak ele alınmıştır. Sırf bu nedenden ötürü dönemin diğer bilimkurgu eserlerinden fersah fersah öndedir. Denis Villeneuve filmi yönetirken bu kadınlar üzerinde daha fazla durmalı.
2000 yılında çekilmiş olan Dune mini serisi bu konu üzerine başarılı bir şekilde eğildi. Romanın sadece son kısmında sahne alan Prenses Irulan’a çok daha geniş bir sahne zamanı verildi ve senaryonun kilit noktalarında rol aldı. Villeneuve de buna benzer bir şey yapabilir, Leydi Jessica’nın rolünü daha belirgin hale getirebilir. Onu usta bir stratejist gibi göstermek, romanın ilk yarısındaki baskın olan rolünü daha da geliştirebilir. Chani’nin birçok sahnede mükemmel işler yapacağını şimdiden kolaylıkla hayal edebiliyoruz. Fakat Chani demişken…
Fremenler için Orta Doğulu Aktörler Kullanılmalı
Kurgusal eserlerdeki “Beyazlık” şimdilerde oldukça tartışılan bir konu. Hollywood’da bunun yansımalarını görmek için çok da derin bir araştırma yapmaya gerek yok. Frank Herbert’in eseri yoğun bir orta doğu kültürü ile yoğrulmuştur. Arapça isimlerden (Muad’dib ve Padişah İmparator) Arrakis’in imparatorluk tarafından sömürülmesinin bir Irak metaforu olmasına kadar birçok örnek var.
Herbert bu durumu kendisi de belirtmiştir.Bu esinlenmeler filmde de yer almalı. Arrakis’te yaşayan Fremenler tartışmasız bir şekilde orta doğu halklarından esinlenmiştir. Bu durum Hollywood,’un orta doğu kökenli aktörleri kullanması açısından muhteşem bir fırsat. Roman, kurgu tarzını ileri noktalara taşıyan bir eser. Film de aynı şekilde ilerici olunması şart.
İçseslerden Kurtulun
Frank Herbert Dune’u yazdığında birçok içses diyaloğu kullandı. Yazımda bu kullanım geçerlidir. Herbert bu sayede sahnelerini katmanlandırır, usta yazarın dilinden iletmek gerekirse “aldatmaların içindeki aldatmaların aldatmaları”. Karakterlerin ne dediğini biliyoruz, ne düşündüğünü biliyoruz ve diğer karakterlerin de ne düşündüğünü biliyoruz. İç içe geçmiş ağların örüldüğü ilişkiler içerisinde gerginlik roman boyunca artıyor. David Lynch filminde bunu yapmaya çalıştı, ancak bu filmin en saçma kısmıydı.
İç diyaloglar oyuncuların rol yapma yeteneğini sergilediği beyaz perdede pek işe yaramıyor. İç diyalogların film içine yansıtılması ile sahneleri gereksiz bir şekilde uzatıyor. Oyuncuların rol yaparak iç düşüncelerini belli etmesi gibi bir olanak karşısında da oldukça gereksiz bir yöntem. Demek istediğimiz noktayı büyük ihtimalle anladınız. Gerçi Paul’un babasının hatırladığı bir sahneyi veya iç sesi ile “korku akıl katilidir” demesini beyaz perdede görmemiz fena olmaz.
Paul’u “Kahraman” Yapmayın
Denis Villeneuve bu işte oldukça iyi, Prisoners ve Sicario filmlerinde bunu görebiliyoruz. Onun karakterleri etik açıdan şüpheli davranışlar sergilerler. Gerçi karakterlerin neden böyle yaptığını anladığımızda izlemek bazen zorlaşabiliyor. Frank Herbert, Paul Atreides’i kahraman olarak yazmadı. Onu kahramanlığı yok eden karakter olarak tasarladı. Başlarda büyük bir oyunun içeresinde bir piyonken sonrasında Mesih rolünü üstlenmek durumunda kaldı.
Fakat tüm bunları yaparken milyonlarca insanın hayatına mal olan bir Cihadın başlamasına sebep oldu. Paul bir Musa, İsa ya da Süpermen değil. Daha çok Shakespearevari bir trajedi kahramanıdır. Yaptığı işler trajediyi yansıtır. Her zaman doğru şeyi yapmaz. Kaçınılmaz bir şekilde bu hareketleri diğer kitaplarda anlatılacak olan Cihad’a sebep olur.
Savaşları “Yüzüklerin Efendisi” veya “Star Wars” gibi yapın
Dune, aksiyonu fazla bir roman değil. Aksiyonun kitapta fazla yer almamasının sebebi ise Frank Herbert’in bu konuda kendisini zayıf hissetmesi. Büyük orduların çarpıştığı ve yakın dövüşün sıklıkla kullanıldığı bir hikâyeye göre böyle olması garip tabii. Eserde çoğu çarpışma kısaca anlatılmıştır. Ama bu beyazperdede olmaz. Tüm çatışma ve savaşı görmeliyiz. Gurney’in Paul’u eğitmesini, Sardokarların Leto Atreides ordularına hücumunu, Fremenlerin kum solucanları üzerinde Baron Harkonnen’e saldırmasını görmemiz gerek. Tüm bu sahneler mükemmel olabilir!
Diğer gişe filmlerinden gördük ki dövüş sahneleri çok başarılı bir şekilde kurgulanabilir. Mükemmel ve çılgın şeyler yaratılabilir. Tüm bunları bize yaşatın! Yaratıcı olun. Peter Jackson’ın Yüzüklerin Efendisi filminde yaptıklarına bakın. Helm’s Deep savaş sahnesinin kalitesine yaklaşabilen olmadı daha. Buna benzer savaş sahneleri uygun olabilir. Teke tek dövüşlerden ziyade gerçekten kapsamlı ve çok katmanlı savaş sahneleri mükemmel olacaktır. Tabii Hobbit filmindeki gibi saçma sapan sahneler de olmasın lütfen. Ayakları yere basan, gerçekçi bir kurgu olmalı. Dune bir bili kurgu eseri ve beklenen de gerçekçi olmasıdır, saçma değil.
Görsellik için Lynch ve Jodorowsky’den İlham Alın
David Lynch, Dune filmi hakkında birçok açıdan eleştirilebilir, fakat filmini sevmeyenler bile mükemmel bir görselliğin olduğunu kabul ediyorlar. Üzerinden hatırı sayılır zaman geçmiş olması görselliği biraz garip kılıyor olabilir, ama oldukça akılda kalıcı bir nostalji taşıdığı kesin. Villeneuve, Lynch’in görselliği ile yarışmamalı ama onun yarattığı görsellikten ilham alarak kendi stilini oluşturmalıdır. Lynch de Jodorowsky’in eserinden ilham almıştı. Bilmeyenler için hatırlatalım, Alejandro Jodorwky 70’lerde Dune’u beyaz perdeye taşımaya çalıştı. Dune’daki tasarımlar için HR Giger ile anlaşıldı ve çektiği film on iki saat uzunluğunda olacaktı. Yapım süreçleri ile ilgili çeşitli skeçler mevcut ve oldukça çılgın gözüküyor.
Yeni çekilecek Dune filmi eldeki tüm benzer şeyleri aşmalı, oldukça belirgin bir farkı olmalı. Tatooine gibi bir çöl gezegeni bu işi kotarmaz. Villeneuve bu tarzı aşarak gerçekten akılda kalıcı bir şey üretmeli. Önceki eserlerin sürreal görselliğini incelerse bir şeyler çıkarabilir. Hatta çok farklı bir şey bile üretebilir.
Karakterleri Unutmayın
Dune’un görsel bir şölen olması oldukça çekici bir fikir. Karşılığında karakterlerin derinliğinden fedakârlık edilmesi tamamen eserin sahip olduğu potansiyeli harcamak olacaktır. Frank Herbert eseri sadece senaryo olarak yazmadı. Hayatın ötesine dolup taşan karakterlere sahip epik bir destan yazdı. Hayalleri, umutları, üzüntüleri… Hepsi hikayedeki olayların daha derin bir anlamı olduğunu vurguluyor.
Villeneuve tüm bunları ekrana taşımaya kalkarsa başarısız olur. Lynch filmindeki en büyük zayıflık buydu; karakterler repliklerini söylüyor, rolünü yapıyordu ama filmin sürekliliğinde garip bir soğukluk vardı. İzleyici filmden koparan bu durum tüm her şeyi zayıflattı. Mini seri karakter gelişimini daha başarılı bir şekilde icra etti, fakat karakterlerin görkemli eylemlerini yansıtmayı pek de iyi başaramadı. Ayrıca mini seri beş saatlik bir eserdi. Bu da belki en büyük sorunu gündeme getiriyor…
Film Üç Saat Uzunluğunda Olsun
Jodorowsky’nin filmi on iki saat uzunluğunda olacaktı. Mini seri beş saat uzunluğundadır. İki eser de herhangi bir film yapımcısı açısında oldukça uzundur. Lynch filmi 2 saate indirgendi, sonrasında çıkan yönetmen özel versiyonu ise üç saatlikti. Bu yönetmen versiyonunun başında filmin arka planını anlatan on beş dakikalık bir slide şov vardı. Villeneuve konu ve karakterlere önem veren, arka plan hikayesini açıklayan ve görsel açıdan mükemmel bir film yapmanın yolunu bulmalı. Kulağa imkansız geliyor değil mi?
Zor olacağı kesin fakat Villeneuve kısa bir süre önce buna benzer bir şeyi Arrival filminde başardı. Zor bilimsel konuları dengeli tutarak, karakterler ve senaryo ile mükemmel derecede harmanlamayı başardı. Filmin, izleyici üzerinde derin bir etkisi oldu. Dune, JRR Tolkein’in Yüzüklerin Efendisi kadar kompleks değil. Buna rağmen Peter Jackson bu eseri film haline getirebildi. Tabii bunu yapmak içinse…
Beyaz Perdeye Taşımak için Bazı Değişiklikler Yapmaktan Korkmayın
Değişiklikler kaçınılmaz. Filme alınırken bazı şeyler değişmek zorunda. Villeneuve’dan her ufak detayı filme taşıması beklenemez, denemek istese bile böyle bir şeyin imkansızlığı da aşikar. Ama filmin ana çekirdeği aynı kalmalı. Dune nedir? Kendilerine kayıtsız kalan bir imparatorluk tarafından sömürülen insanların hikayesidir. İki düşman hanedanın birbirleriyle olan mücadelesidir. Genç bir delikanlının, ezilen insanlar için kurtarıcı olurken büyük bir felaket zincirini başlatmasıdır.
Harkonnen Hanedanı, Atreides Hanedanı, Bene Gesseritler, Fremenler… Bu gruplar eserin ana unsurları ve kesinlikle beyaz perdeye taşınmalı. Gruplar arasındaki güç savaşı süresince tansiyon yükselmeli ve ikinci yarısında ise Fremenler baskın bir şekilde ekranda görülmeli. The CHOAM Company ve İmparator Padişah gibi unsurlar önemli olsa da çok sık gözükmek zorunda değiller (ama bahisleri hiçbir zaman unutulmamalı). Devam filmlerine kadar yüzeysel olarak bahsedilebilir. Siyasi olaylara odaklanıp diğer detaylar sonraki filmlerde verilebilir. Ve bu bizi şuna götürüyor ki…
Devam Filmleri
Bu eser bir seri olmalı. İlk eserden sonra Frank Herbert, Dune Mesihi, Dune Çocukları, Dune’un İmparator Tanrısı, Dune Kafirleri ve Dune: Rahibeler Meclisi eserlerini yazdı. İlk üç eser rahatlıkla filme çevrilebilir. İmparator Tanrı eserini filme aktarırken bazı radikal değişiklikler yapılması kaçınılmazdır. Devam filmlerinin yararı şu ki eserin arka planındaki tüm incelikler başka filmlere kaydırılabilir; ilk kitaptaki birçok konu da buna dahil. İlk film üzerinden de büyük bir yük kalkmış olur. Hikayenin ana çekirdeğine odaklanıp, geri kalanı devam filmlerine dağıtılırsa seyircide de yeni filmleri bekleme merakı uyandırılabilir.
Yüzüklerin Efendisi filmlerine bakın, kitaptaki her şey filmde yok, bazı şeyler de değiştirilmiş şekilde aktarıldı. Hayranların bir kısmı bekledikleri şeyleri ekranda görememenin mutsuzluğunu yaşasa da, film olarak mükemmel bir eser ortaya çıktı. Bilimkurgu hayranları olarak şanslıyız. Orijinal Frank Herbert eserinin iki beyazperde uyarlaması mevcut. Orijinal metine olan dinsel bağlılığımızı bir kenara bırakalım ki ortaya izlenebilir ve mükemmel bir Dune filmi çıkabilsin.
Hazırlayan: Emre Karadeniz |Kaynak: Omni