Tripodların Bilimsel Analizi

Marslılar olarak da bilinirler. H.G. Wells‘in romanından tasarlanan Tripodlar, insan türünü kökten kazımak ve Dünya’ya astronomik derecede zarar vermek için programlanmış, tüyleri ürperten siren sesleri ile yaklaşık 30 metre yüksekliğinde devasa dünya dışı biyomekanik savaş makineleridir.

Bu savaş makineleri, beyazperdede ilk kez 1935 yılında belirmiştir. İlk filmde “Marslılar” olarak adlandırılmalarının nedeniyse, eskiden kızıl gezegende aktif çok hücreli yaşam olduğunun düşünülmesidir. Bilimsel gelişmeler sonucu bunun doğruluğu olmadığı kanıtlandı. Ardından Spielberg, bu canlıların doğdukları yeri bilinmez ve gizemli bir hale getirdi. Biz de daha çok son versiyonuna odaklanacağız. İlk versiyonunda Dünya’ya meteor yağmuru ile geliyorlar. Ancak 2005 versiyonunda, makinelerin gezegene çok önceden gömülü oldukları ve pilotların yeraltındaki bu makinelere yıldırımlarla girdikleri görülmektedir. Yıldırım, bulut ile yer arasında oluşan en tehlikeli şimşek türüdür. Çoğu çakma yeryüzüne negatif yük dağıtır; ancak bir kısmı yeryüzüne pozitif yük taşır. Bu pozitif çakmalar sıklıkla bir orajın (çoğunlukla kümülonimbüs bulutlarında görülen gökgürültülü fırtına) dağılma aşamasında oluşur. Pozitif çakmalar aynı zamanda kış ayları boyunca düşen toplam yıldırımların yüksek bir yüzdesini oluşturur. Bulut ve yer arasındaki elektrik potansiyeli farkı 10 ila 100 milyon volttur ve yıldırımın dönüş darbesinin akımı yaklaşık 30.000 ampere, ısısı 30.000 °C’ye ulaşır. Yıldırımın oluşması çok hızlı bir şekilde gerçekleşir. Öncül darbe buluttan yere yaklaşık 30 milisaniyede düşer.

Bu organizmalar, bir bulut kümesini aşırı miktarda + veya – elektrik yüküyle yükleyip, gözle görülür elektrik boşalması yaratabilecek teknolojiye sahip olmalıdırlar. Ayrıca bu elektrik yükünün de hava direncini kıracak kadar çok olması gerekir. Yani bir nevi sentetik yıldırım üretecek kapasiteye sahip olmaları lazım. Bu yıldırım darbelerininse yeryüzüne metrelerce delik açacak güçte olmaları gerekmektedir. Bu da doğal yıldırımlardan kat kat güçlü olmaları gerektiği anlamına gelir. Ya da bütün bunların yerine sadece, havadaki serbest atom veya molekülleri iyonlaştırma teknolojisine sahip olmaları yeterlidir. Bu sayede yapay yoldan elektrik üretebilirler. Daha sonra organizmaların bulundukları kapsüller, elektriksel boşalmalar ile makinelere girer. Bu kapsüller, serbest ortamda bulunan “özgür elektronların” çekim alanı yaratılarak bir noktaya doğru toplanması sonucunda oluşan enerji ile taşınabilecek türde ve maddede olmalıdırlar. Bir nevi enerji kapsülleri gibi düşünebilirsiniz. Şimdilik insan türü için bu teknoloji, teleportasyondan neredeyse farksızdır.

Tripod

Bu makinelerin çok yönlü ve eklemli üç bacağı, ayrıca ileri teknoloji saldırı ve savunma sistemleri vardır. Genelde silah olarak yüksek menzilli konsantre radyasyon kullanırlar. Ancak bu, insanları küle çevirip, kıyafetleri geride bırakmasını açıklamıyor. Bir hipoteze göre ışınları sadece organik madde üzerinde etkiliği olduğu yönündedir. Fakat bu, köprüler ve binalar üzerindeki etkilerini açıklayamaz. En çok kabul edilen görüş ise; maser (uyarılmış ışıma ile mikrodalga yükseltici) teknolojisine benzer olarak ışınların, uyumlu yayılan mikrodalgalar ile organizmanın içindeki su moleküllerini yüksek sıcaklıklarda buharlaştırıp, patlatarak kurbanını bir yığın kül torbasına dönüştürmesi yönündedir. Aynı zamanda tripodlar su, ateş, kurşun, tank-savar hatta nükleer bomba geçirmez elektromanyetik kalkanları bulundurur. İç kısımdaki radyasyon bölgesi çoğunlukla yüksek enerjili protonlardan, dış kuşak ise çoğunlukla yüksek enerjili ve ışık hızına yakın hızlarda hareket eden elektronlardan oluşur. Tıpkı Güneş’ten yayılan yüksek enerjili parçacıkların Dünya’nın manyetik alanı nedeniyle bir arada bulunduğu bölge olan ”Van Allen Radyasyon Kuşakları” gibi. Bu kalkanların temel prensibi de aynı, sadece radyasyon ve parçacık değil fiziksel objeleri de engelleyecek yapıdadırlar. Pilotların morfolojileri ise daha çok yeşil/gri bir tonda olup, tripodal (üç ayaklı) özelliktedirler. Tüm uzuvları üç parmak ile biter. Öte yandan göğüs bölgesinde iki kısa uzuv bulunur (Tyrannosaurus Rex veya Kraliçe Xenomorph gibi).

Fizyolojileri tıpkı bildiğimiz organizmalara benzer. Vücutları kalp, beyin ve akciğer ihtiva eder. Aseksüeldirler, vücut içinde tomurcuklanarak ürerler. Sindirim sistemleri yoktur. Bu yüzden insan/inek gibi bazı hayvanların kanlarını mekanik olarak kendi damarlarına transfüze ederler. Makineye alınan ve oksijen bakımından zengin olmayan kan, makineden dışarı atılır. Bunu bir nevi tek taraflı hemodiyaliz gibi düşünebilirsiniz. Kanımız aynı zamanda kendi gezegenlerinden getirdikleri ”kırmızı otlar” için bir gübre niteliğindedir. Dışarı atılan kan, otların yetişmesinde önemli katkı sağlar. Bu otlar sayesinde, bir nevi sahiplendikleri gezegenleri işaretledikleri ve tarla oluşturdukları düşünülüyor.

War_of_the_Worlds_Dawn_by_NikeDorchain

Her ne kadar kusursuz gibi gözükseler de Protozoalar karşısında çaresizdirler. Milyonlarca yıldır bulunduğumuz gezegeni izlemelerine rağmen bu canlıları fark etmemeleri ve önlem almamaları ayrı bir tartışma konusu. Bu olay, bir grup insanın Europa‘ya gidip orada topyekun grip olmasından farksızdır. Biz insanları kendi hallerimize bıraksalar onlardan daha başarılı bir şekilde kendi kendimizi yok ederiz zaten… Tanklarımız ve bombalarımız bir işe yaramazken; bir grup paramesyum, kırmızı otları ve tripodları silip süpürüyor. Sonuç olarak dehidrasyona uğrayan pilotların yaşamsal faaliyetleri sonlanıyor ve paramesyumların bu başarısı, insanlık için küçük; tripodlar içinse büyük bir olay haline geliyor.

Yazar: Pedram Türkoğlu

Anatomi araştırmacısı, tıp doktoru, bilim yazarı, yaban hayatı fotoğrafçısı.

İlginizi Çekebilir

P. D. James kapak

Polisiyenin Kraliçesi: P. D. James

Polisiye roman yazarı ve kamu görevlisi olan Phyllis Dorothy James, 3 Ağustos 1920’de Oxford’da gelir …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et