Tamamen bilgisayar üretimi sahnelere sahip dünyanın ilk filmi olarak tarihe geçen Tron, kullandığı bu devrimci ve yenilikçi teknolojisiyle uzun yıllar adından söz ettirmeyi başarmış filmlerden. Senaristliğini ve yönetmenliğini Steven Lisberger‘in üstlendiği film, sanal gerçekliği konu edinen önemli yapımlardan biri. Tabii bu konuda ne tek ne de ilk. Mesela 1960 çıkışlı Scent of Mystery, sanal gerçeklik temasının öncül örnekleri arasında gösterilebilir. Sonrasında The Matrix (1999), House of Wax (1953), The Lawnmover Man (1992) gibi birçok filmde karşımıza çıkan sanal gerçeklik, kuşkusuz bilimkurgunun en vazgeçilmez konularından. Ancak bu temayı 1982 yılında hakkıyla işleyebilen Tron‘un sinema tarihindeki yeri her zaman başka olacak.
Hikâyemiz, bilgisayar teknolojisinin başlangıç dönemlerinde geçiyor. Teknoloji devi ENCOM’un bilgisayar programcılarından biri olan ve aynı zamanda kendi oyun salonu da bulunan Kevin Flynn (Jeff Bridges), yazdığı başarılı oyunlarla adından söz ettirmiş bir dâhidir. Ancak iş arkadaşı Ed Dillinger (David Warner), bu oyunların kodlarını çalarak kendine mal eder ve bu sayede adım adım şirketin yönetimine kadar yükselir. Bunun üzerine Kevin Flynn, delil olarak kullanabileceği dosyaları bulabilmek için evinden her gün ana sisteme sızmaya çalışır. Tabii Ed de onun bu sızma girişimlerine karşı hazırlıklıdır. Flynn, bir gün arkadaşlarının da yardımıyla şirketin laboratuvarına girerek sisteme bağlanır, ama sistemi kontrol eden yapay zekâ bu durum karşısında onu karakterize olmuş bilgisayar dünyasına hapseder. Flynn, içeride kendi yazdığı programlarla tanışacak ve düştüğü bu zor durumdan kurtulmaya çalışacaktır.
Tron, vizyona girdiği 1982 yılında düşük bir ticari başarıya imza atsa da kullandığı yenilikçi teknolojiler sayesinde hâlâ sıra dışı kabul edebileceğimiz bir film. Yönetmen Steven Lisberger, bilgisayar teknolojisine dayalı film fikrinin uzak bir hedef olduğu 1976 yılında, kendi stüdyosunda çalışan bir animatörün çizimlerinden ve o yılların efsane oyunu Pong‘dan esinlenerek projenin yeşermesine vesile oldu. Toplam 20 dakikası bilgisayar grafiklerinden oluşan filmin çekimleri için dört ayrı firma ile çalışıldı. Ancak MAGI firmasının katkısı daha belirgindi. O dönemde 30 saniyelik bir reklam filmi için bile büyük bir ekibin haftalarca çalıştığını düşünürsek, 20 dakikanın ne kadar büyük bir hedef olduğunu daha rahat anlayabiliriz.
Bilgisayar modelli grafiklerin olmadığı o dönemde MAGI, grafikleri oluşturmak için sektörün ilklerinden sayılan “Synthavision” adlı yazılımı 1970’li yılların başından itibaren adım adım geliştirmişti. 1980’li yılların başında program oldukça ileri bir aşamaya ulaşmıştı. Ardından filmde kullanılan motor ve tank gibi unsurları modelleyerek grafikleri hazır hâle getirmeyi başardı. Bu programda kullanılan teknikler, çok uzun yıllar bilgisayar grafik teknolojisinin temelini oluşturdu. Diğer yandan, reklamcılık tarihinin ilk 3 boyutlu reklamı da MAGI firması tarafından IBM için hazırlanmıştı.
Filmin üretim aşamasındaki ilginç teknik detaylardan biri de merkezi Kaliforniya’da bulunan Disney ile merkezi New York’ta bulunan MAGI şirketi arasında devasa bir bilgi transfer altyapısının kurulmuş olmasıdır. Disney’in MAGI’nin yaptığı çalışmaları anlık olarak görmesi, filmin yapım sürecinin hızlanması açısından son derece önemliydi. Bu amaçla sürekli açık olan bir data transfer sistemi kuruldu.
Bu sayede Disney, çalışma sonuçlarını eşzamanlı görebiliyor ve düzeltmeleri hemen talep edebiliyordu. Söz konusu teknik başarıyı anlamak için bu çalışmaların internetin olmadığı bir dönemde yapıldığını ve sadece birbirlerine “çevirmeli ağ” denen bir yöntemle bağlanıldığını hatırlatmakta fayda var. Dolayısıyla Tron‘un çekim hikâyesi, sonraki filmler için de büyük bir teknik başarı olarak her daim hafızlarda yer etti.
Film başlangıçta hak ettiği takdiri göremese de zaman içinde bir efsaneye dönüştü ve 14 yıl sonra Oscar Akademisi tarafından “Teknik Başarı” ödülüyle onurlandırıldı. Filmin müzikleri, dönemin en etkili elektronik müzik sanatçılarından biri olan ve özellikle “Switched on Bach” (1968) adlı çalışmasıyla ünlenen Wendy Carlos tarafından yaratıldı. Wendy Carlos, Otomatik Portakal, Cinnet gibi klasikleşmiş filmlerin de ardındaki gizli kahramandı. Filmin dijital olmayan müzik kayıtlarıysa Londra Filarmoni Orkestrası tarafından icra edildi.
Filmde kullanılan tasarımlar öyle başarılıydı ki, aynı tasarımlar 2010 çıkışlı Tron: Legacy‘de de temel alındı. 2010 yılında sinemalarda büyük keyifle seyredilen Legacy, bir yandan izleyenlere nostalji yaşatırken diğer yandan da Tron evrenini genişletip zenginleştirdi. Dolayısıyla filmleri sırayla izlemeniz tavsiye edilir.