Tüm diğer sanat dallarında olduğu gibi, sinema da kültürel ve tarihsel bir birikimin sonucunda ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde sinema eserleri de bünyesinden çıktığı milletin tarihini, kültürel ve sosyolojik birikimini yansıtmaktadır. Antik dönemlerde Doğu kültürlerinin daha gelişmiş olduğu bilinmektedir. Ancak yüzyıllar ilerledikçe ekonomik, kültürel ve teknolojik gelişmeler sonucu Batı medeniyetinin ve sanatının bayrağı devraldığı görülmektedir. Çağdaş teknoloji ve sanayi devriminin doğum yeri olan İngiltere’nin ilk çağdaş bilimkurgu eserlerinin beşiği sayılması da bu birikimin bir sonucudur. Bu uygarlıklar geliştikçe, edinim ve öğrenimlerine yenilerini kattıkça daha nitelikli yapıtlar üretmeye başlamıştır. Bağımsızlığını kazandıktan sonra büyük bir kalkınma hareketine girişen ve iki dünya savaşı sonrası süper güç olarak dünyanın hamisi konumuna gelen ABD’nin Batı uygarlığını devralmasıyla da bu gelişim doruk noktasına ulaşmıştır.
Bugün hâlâ en seçkin bilimkurgu yapımları Batılı ülkelerden çıkmaktadır. Çünkü sosyo-kültürel ve teknolojik gelişmelerle gelen birikimleri, aynı zamanda bilimkurgu eserlerini de beslemektedir. Şöyle düşünün: Star Trek dizisi, Atılgan mürettebatının uzayda gezegen gezegen dolaşıp yeni uygarlıklarla giriştiği maceraları konu almaktadır. Tarihlerinde coğrafi keşiflere imza atan Batılı ülkelerin, bu coğrafi keşiflerle gelen kültürel ve tarihsel birikimlerini düş gücü ve kurgusal bir anlatımla harmanlayıp böylesi bir yapıma imza atması beklenmedik bir durum değildir.
Peki bizde durum nasıl? Türk tarihinde bilimkurgunun gelişimini daha önce Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk Dünyasında Bilimkurgu başlıklı bir yazımızda aktarmıştık. Özellikle Osmanlı’nın yükselme dönemi ve sonrasında türün düşüşe geçtiğini ve çağı yakalayamadığını ifade etmiştik. Dönemin en büyük ve güçlü devleti olduğu için coğrafi keşifler ve sanayi devrimi sürecinin dışında kalan Osmanlı’nın sanatı da bu süreçlerle beslenememiştir. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti ise kuruluşunda başlattığı ilerleme hamleleriyle geriden geldiği bu kültürel gelişimi yakalamaya çalışmıştır. Ancak bu kez de özellikle yerli bilimkurgu sinemamızda şöyle bir sorun ortaya çıkmıştır: komedi ve absürtlük… Özellikle Yeşilçam’la birlikte Türk komedi sineması dünya çapında ivme kazanmıştır.
Sadri Alışık, Kemal Sunal, Şener Şen ve daha nicelerinin yer aldığı nitelikli komedi eserlerinin yalnızca Türk sinemasında değil, başta Avrupa olmak üzere dünya çapında tanınması Türk sinemasının komediye kaymasına neden olmuştur. Öyle ki, aksiyon filmleriyle tanınan Cüneyt Arkın, Kadir İnanır gibi oyuncular bile kariyerlerinin bir döneminde komediye ağırlık vermiştir. Erken dönem sinemamızda ciddi bir ivme yakalayan Türk korku sineması, Kemal Sunal’ın Süt Kardeşler (Gulyabani adıyla da bilinir) filmiyle komediye entegre olmuştur. Sonra aynı kaderi bilimkurgu sinemamız da paylaşmıştır.
Örneğin 1954 tarihli Salgın filmi gibi erken dönemlerinde nitelikli eserler veren Türk bilimkurgu sineması da absürtlük tuzağına düşmüştür. Türk sineması günümüzde özellikle bilimkurgu türünde, genellikle absürt komedi unsurlarıyla tanınmaktadır. Bu durum, hem kültürel hem de endüstriyel etmenlerden kaynaklanmaktadır. Türk bilimkurgu sinemasının gelişiminde, özellikle 1980’ler ve 1990’lar önemli bir dönemeçtir. Dünyayı Kurtaran Adam filminin çekim öyküsünü anlattığımız yazımızda da bu dönemecin ortaya çıkışını aktarmıştık. Bu dönemde, düşük bütçeler ve sınırlı teknik imkânlar, yönetmenleri ve senaristleri yaratıcı çözümler bulmaya zorlamıştır. Ancak bu çözümler, genellikle absürt komedi unsurlarıyla harmanlanmıştır.
Türk sinemacılarının dünya bilimkurgu edebiyatına yeterince hâkim olmaması, derinlikli ve ciddi bilimkurgu eserlerinin ortaya çıkmasını engellemiştir. Isaac Asimov gibi yazarların eserleri karmaşık ve derin felsefi sorgulamalar içerirken, Türk bilimkurgu filmleri genellikle bu derinlikten yoksun kalmıştır. Kemal Sunal’ın Japon İşi filmi, bu durumun en belirgin örneklerinden biridir. Yapım, robot ve insan ilişkilerini ele alabilecek, yapay zekâya dair sorgulamalara yelken açabilecek ve en önemlisi de bir robot sevebilir mi sorusuna yanıt arayabilecek potansiyele sahipken absürt komedi unsurlarıyla sınırlı kalmaktan kurtulamamıştır.
Dünyayı Kurtaran Adam filmi absürt komedi olarak bilinse de ayrı bir şekilde değerlendirilmelidir. Bu film, düşük bütçesi ve teknik yetersizlikleri nedeniyle absürt bir bilimkurgu komedisi olarak bilinmektedir. Ancak çekim öyküsü, ilgili yazısında da belirttiğimiz gibi absürt komedi olacak şekilde başlamamıştır. Koşullar filmin öyle olmasına yol açmıştır. Türkiye’nin ilk uzaylı temalı filmi olan “Badi”, E.T.‘nin Türk versiyonu olarak anılmaktadır. Ancak, filmdeki uzaylı karakterin kostümü ve makyajı çok komik ve amatörcedir. Filmdeki çocukların uzaylı ile olan ‘enseye tokat’ muhabbeti de filmin başka bir handikabıdır. Bunlarsa filmi ciddi bir bilimkurgu eseri olmaktan çıkarıp absürt bir komediye dönüştürmüştür.
Sadri Alışık’ın canlandırdığı Turist Ömer karakteri, Star Trek dizisinin bir parodisi olarak uzayda maceralar yaşamaktadır. Turist Ömer Uzay Yolunda adlı film, orijinal Star Trek dizisinin sahnelerini kullanarak düşük bütçeli ve komik bir bilimkurgu parodisi yaratmıştır. Bu da filmi ciddi bir bilimkurgu eseri olmaktan uzaklaştırmıştır. İlginç bir şekilde bu yapım, Star Trek dizisinin ilk sinema uygulamasıdır. Telif sorunları nedeniyle uluslararası arenaya da çıkamayan film, aslında Star Trek dizisinin bir uyarlaması olmak yerine yenilikçi bir senaryoyla özgün bir esere de dönüşebilirdi. Yine Mary Shelley’nin “Frankenstein” eseri, bilimkurgu edebiyatının ilk örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir ve insan doğası, etik, yaratılış ve sorumluluk gibi derin felsefi sorgulamalar içermektedir. Ancak Bülent Kayabaş’ın başrolünde oynadığı “Sevimli Frankenştayn” filmi, bu derinlikten oldukça uzaktır ve absürt komedi unsurlarıyla doludur.
Büyük bütçeli yapımlarla bütçeleri sınırlı olan yerli yapımların kıyaslanması belki haksızlık gibi görünebilir. Ne var ki, Batılı sinemacılar düşük bütçe ve yetersiz teknik imkâna rağmen başyapıt kabul edilebilecek eserler ortaya çıkarabilirken, orantılı şekilde düşük bütçeye sahip Türk sinemacıları aynı derinlikte işlere imza atamamıştır. Bu da bizi makalenin başında söz ettiğimiz kültürel ve tarihsel birikime götürmektedir. Batılı sinemacılar, genellikle daha geniş bir bilimkurgu mirasına sahiptir. Isaac Asimov, Philip K. Dick, Arthur C. Clarke gibi yazarların eserleri, Batılı sinemacılar için önemli esin kaynakları olmuştur. Bu yazarların eserleri, derin felsefi ve bilimsel temalar içermektedir ve sinemacılara zengin bir malzeme sunmaktadır. Türk sinemacılar, Batılı meslektaşlarına kıyasla daha az esin kaynağına sahiptir.
Batı’da bilimkurgu, edebiyat ve sinemada uzun bir geçmişe dayanmaktadır ve bu türde birçok klasik eser üretilmiştir. Türk sinemacılar ise bu türde daha az örnekle karşılaşmış ve bu da onların yaratıcı süreçlerini sınırlamış, hatta tekdüze bir hâle getirmiştir. Ayrıca Batılı sinemacılar, düşük bütçelerle bile yaratıcı ve etkileyici işler çıkarabilme konusunda daha fazla deneyime sahiptir. Örneğin Ridley Scott’ın Alien filmi, nispeten düşük bütçesine (Bu filmden iki yıl önce çekilen Star Wars’un bütçesinin yaklaşık yarısı) rağmen yaratıcı set tasarımı ve atmosferik anlatımıyla bir başyapıt olarak kabul edilmektedir. Türk sinemacılar ise benzer teknik ve maddi kısıtlamalarla karşılaştıklarında, genellikle kolaya kaçıp absürt komedi unsurlarına yönelmiştir.
Bu kolaya kaçmada ekonomik beklentiler de önemlidir. Düşük bütçenin yanı sıra hasılat konusunda da gelirleri Batılılara oranla az olan Türk sinemacılarının herhangi bir filmde zararı göze alma gibi bir lüksü yoktur. Türk izleyicisinin genel eğilimleri ve beklentileri, sinemacıları eser ortaya çıkarma sürecinde çok etkilemiştir. Bu durum da bilimkurgu filmlerimizin bile Türk sinemasının güvenli limanı olan komediye demirlemesine neden olmuş, bilimkurgu filmlerinin absürt komedi unsurlarıyla harmanlanmasına yol açmıştır. Bilimkurgu geniş kitleler tarafından anlaşılması ve benimsenmesi zor bir tür olarak görüldüğünden yönetmenler ve senaristler, izleyiciyi çekmek için komedi unsurlarını kullanmayı tercih etmiştir.
Yukarıda verilen filmler, yine de sinemamızdaki başarılı absürt bilimkurgu örnekleridir. Özellikle değinilmesi gereken ve âdeta düşman başına dedirten başarısızın da başarısızı bir örnek vardır. Müjdat Gezen’in 1987 yapımı Homoti filmi, Türk bilimkurgu sinemasının absürt komedideki belki de en kötü örneğidir. Tıpkı Badi’de olduğu gibi Steven Spielberg’ün E.T. the Extra-Terrestrial eserinden esinlenerek çekilmiştir. Müjdat Gezen’in yazdığı, yönettiği ve başrolünde oynadığı film, absürt komedinin olabilecek en kötü örneklerinden biridir. Filmdeki uzaylı karakter Homoti’nin gemisi, kostümü ve makyajı son derece basit ve saçmadır. Ayrıca filmdeki espriler ve mizah unsurları da güldürücü olmaktan uzaktır. Müjdat Gezen’in fikrini alabilmek için filmi Aziz Nesin’e izlettiği ve Aziz Nesin’in de gülerek, “B*k gibi olmuş!” dediği rivayet edilir. Kısacası film o kadar kötüdür ki vizyona bile girememiştir.
Günümüzde bu durum değişme eğilimindedir. Hâlâ Tamer Karadağlı’nın Superman uyarlaması olan Süpertürk gibi örnekler karşımıza çıksa da, Cem Yılmaz’ın G.O.R.A. evreni bilimkurguyu nitelikli bir komediyle harmanlayıp derin öyküler ve güçlü karakterlerle izleyiciye sunmayı başarmıştır. Benzeri şekilde Zaman Makinesi 1973 filmi de mizah ve bilimkurgu unsurlarını dengeli bir şekilde sunmuştur. Film, zaman yolculuğu temasını mizahi bir dille işlerken aynı zamanda dönemin ruhunu ve toplumsal yapısını da başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Ayrıca Börü 2039 dizisi bilimkurguyu aksiyonla, Yakamoz S-245 dizisi de gerilimle birleştirerek nispeten nitelikli ve başarılı eserler olarak ortaya çıkmıştır.
Türk bilimkurgu sinemasında absürtlük tuzağı, kültürel, teknik ve maddi kısıtlamaların yanı sıra dünya bilimkurgu edebiyatına hâkimiyet eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu durum, Türk bilimkurgu filmlerinin neredeyse 50 yıllık bir süreç boyunca genellikle absürt komedi unsurlarıyla sergilenmesine ve tanınmasına neden olmuştur. Günümüzdeyse bu duvar yıkılmaya yüz tutmuştur.
Hababam Sınıfı gibi filmlerin Türkiye’de eğitim kalitesi düşürmek amacıyla bilinçli bir şekilde çekildiğini düşünen bir insan, Star Trek filmine kıyasla ülkemizde Turist Ömer uzay yolundafilminin çekilmesinin Amerika tarafından ülkemiz insanlarının vizyonunu düşürmek amacıyla kasıtlı olarak çekildiğini savunursa buna tepkiniz ne olurdu