2000’li yılların başında, Japonya başta olmak üzere Uzak Doğu sinemasının Amerikan uyarlamaları (The Ring, The Departed) veya eskiden yayımlanmış filmlerin orijin öyküleri (Casino Royale, İkinci Star Wars Üçlemesi) ya da gerçek olaylardan uyarlama öykülerin anlatıldığı filmler dışında Hollywood adeta tıkanmıştı. O dönemde herkes Hollywood’un konuları tükettiğini ve özgün senaryo bulamadığını söylüyordu.
2005 yılında Christopher Nolan, Batman Begins filmini çekti ve Tim Burton uyarlamalarından sonra adeta alay konusu olan Batman’in tabiri caizse façasını düzeltti. 2008 yılında ise devam filmi olan Dark Knight geldi. Çizgi roman uyarlamalarını bu filmiyle bambaşka bir seviyeye çıkarmıştı. Sosyo-politik altmetinleri, siyasi göndermeleri, ağır sinematik dili ve karanlık tonlarıyla çizgi roman uyarlamaları artık yetişkinlere yönelik olmaya başlamıştı. Aynı yıl bir başka çizgi roman uyarlaması daha vizyona girdi: Iron Man. Bu ise daha yalın bir sinematik dile, daha renkli tonlara ve daha eğlenceli bir öyküye sahipti. Adeta 80’li ve 90’lı yıllarda altın çağını yaşayan aksiyon sinemasını 2000’li yıllara taşıyordu.
Ana akım sinema, 2008 yılında Dark Knight ve ilk Iron Man filmleriyle onların açtığı yolla birlikte bambaşka bir rotaya girdi. Evren oluşturmak dediğimiz kavram ortaya çıktı ve hem Marvel hem de DC, 2008 yılında vizyona verdikleri filmleri ile ‘evrenlerinin’ adeta büyük patlamasını oluşturdu. Marvel ilerleyen yıllarda Captain America, Thor, Black Widow, Hulk ve daha birçok kahramanın solo filmlerini ve hepsini birleştirdiği The Avengers serisini çekti. DC, Marvel kadar başarılı olamasa da Superman, Wonder Woman, Aquaman ve Flash gibi kahramanlarının filmleri, dizileri ile solo, Justice League filmiyle de toplu maceralarını yayımladı.
Filmlerin izlenme ve gişe sorunları yaşadığı, korsan dolayısıyla sinemada kâr marjlarının iyice düştüğü ve Hollywood’un öykü bulmakta zorlandığı bir dönemde çizgi roman uyarlamaları Hollywood’un imdadına adeta hızır gibi yetişti. 2009 yılında James Cameron imzalı Avatar, 3 boyut teknolojisini çok ileri götürünce Hollywood’un formülü artık belliydi: Görkemli görselliklerle bezeli süper kahraman filmleri 3 boyutlu olarak vizyona verilecekti. Hem insanlar sırf o muhteşem görselliğe şahit olmak için bilet parası verecek hem de sinema bu yeni yolunda emin adımlarla ilerleyecekti. Plan kusursuz işledi. Yukarıda sayılan filmlerin çoğu milyar doları deviren hasılatlar yaptı. Avatar hâlâ dünya hasılat rekorunu elinde tutsa da, arkasından gelen filmler hep süper kahraman filmleri oldu (Endgame, Infinity War).
Sinema adeta komadan çıkmıştı. Hatta Endgame, hasılatta Titanic’i geride bıraktığında James Cameron resmi Instagram hesabından yaptığı bir paylaşımla filmin ekibini kutlamış ve sinemanın her zamankinden daha güçlü olduğunu belirtmişti. Gerçekten de öyleydi, eskiden tek tük filmler patlama yapar ve dev hasılatlar elde ederdi. Ancak Marvel ve DC, özellikle de Marvel sineması ile birlikte gişede psikolojik sınır milyar dolar olmuştu. Bunun altında hasılat yapan filmler, büyük kâr elde etse de az hasılat yaptı gözüyle görülüyordu. Ancak Marvel sineması tartışmaları da peşinden getirdi. Martin Scorsese gibi muhafazakâr yönetmenler, Marvel filmlerinin sinema değil yalnızca eğlence olduğunu öne sürdü. Hatta Scorsese, Marvel filmleri için sirk benzetmesi yaptı. Yönetmenler ve bazı yapımcılar Marvel filmlerini tartışadursun, Disney‘in de gücünü arkasına alan Marvel, sinematik evreni ve hasılat rekorları kıran filmleriyle ana akım sinemayı giderek eline geçirdi.
2008 yılında Marvel adına her şeyi başlatan ilk Iron Man filminde Robert Downey Jr, Tony Stark rolüyle harikalar yarattı. Ancak bu rol ilk başta kendisine teklif edilmemişti. Teklifi ilk alan oyuncu Tom Cruise‘tu. 3 Temmuz 2022 tarihi itibariyle altmışıncı yaşına giren yetenekli aktör, o yıl iki filmde birden oynadığı için kendisine gelen Iron Man teklifini reddetmişti ama bu ret sonradan Tom Cruise ve Marvel ikilisini çok farklı bir duruma sokacaktı.
Kariyerine ‘genç kızların sevgilisi‘ tadında rollerle başlayan Tom Cruise, ilerleyen yıllarda Stanley Kubrick, Steven Spielberg, Barry Levinson ve Brian DePalma gibi çok büyük yönetmenlerle çalıştı. Karakter rolleri yapmaya başladı ve Hollywood’un hem en pahalı hem de en aranan oyuncusu olmayı başardı. Sonradan kendi filmlerinin yapımcılığını da üstlendi. Scientology üyeliği her zaman tartışma konusu olsa da, kamera karşısındaki yetenekleri tartışmasızdı. Saf kan aksiyon ve saf kan bilimkurgu filmlerinin büyük bir hayranı olarak kariyerinin son on beş yılında ağırlıklı olarak bu türlerde oynamaya başladı. Sonradan Marvel ve DC’den kendisine gelen teklifleri de reddetti. Reddettiği gibi, Marvel ve DC gişe filmleriyle bilinçli olarak eşzamanlı şekilde kendi filmlerini vizyona verdi. Kısacası ekranlardaki süper kahramanlara adını koymadığı bir savaş ilan etti.
Marvel ve DC filmleri, türlü sinema platformlarında sayısız kez tartışıldı; yazıldı, çizildi. Biz istediğimiz kadar olumsuz görüş bildirelim, bizim eleştirilerimizin Marvel sinemasına etkisi “fare dağa küsmüş” hesabı olacaktır. Ancak Tom Cruise gibi etkin, saygın ve güçlü bir sinemacı, çok daha fark edilir sonuçlar yaratacak bir mücadeleye girişebilir. Örneğin 2013 yılında Iron Man 3 filmiyle eş zamanlı olarak oynadığı bilimkurgu filmi Oblivion‘ı vizyona vermesi ve ciddi hasılat yapması dikkatlerden kaçmadı. Ertesi yıl hem oynadığı hem de yapımcılığını üstlendiği Edge Of Tomorrow‘u, üç Marvel filminin birden vizyona girdiği bir dönemde yayımlaması ve yine ciddi bir hasılat rakamı yakalaması da takdire şayandı. 2015’te Age Of Ultron adlı Marvel filmiyle aynı dönemde Mission Impossible: Rogue Nation‘ı vizyona verdi. Yine çok büyük hasılat elde etti.
Kısacası, Marvel ve DC yani süper kahraman filmleri dolayısıyla ana akım sinemanın diğer üreticileri gişe açısından zor durumda kalsa bile, Tom Cruise süper kahramanlara meydan okumayı ve yenemese de yenilmemeyi sürdürüyor. Kendisinin ayarında birkaç sinemacı daha olsa, aksiyon ve bilimkurgu sineması süper kahraman hegemonyasına bu kadar girmezdi belki de…
Sözün özü; Tom Cruise tek, onlar hepsi!