Kısa film, hikâyeyi uzun metrajlı yapımdan daha kısa sürede, en etkin biçimde anlatabilme sanatıdır. Kısa filmlerin uzun metrajlı yapımlara göre kendine özgü bazı zorlukları vardır. Sürenin kısıtlı olmasından dolayı iyi bir planlama yapılması gerekmektedir. Sinema üzerine kariyer yapmak isteyen yönetmen adaylarının, kısa film çalışmaları ile yola çıkmaları büyük bir avantaj sağlayacaktır. Kısa film çalışmaları, bir kartvizit görevi görecek ve büyük projelerde yer alabilme şansının kapılarını açacaktır. Ancak kısa filmleri kariyer aşamasında yalnızca birer basamak olarak değerlendirmek de yanlış bir düşüncedir. Sadece kısa film çekerek ünlenmiş birçok yönetmen vardır. Büyük yönetmenlerin bile kimi zaman, kısa film yaptıklarına şahit olabiliyoruz.
Günümüz tanınmış yönetmenlerinden Christopher Nolan, Following (1998) ve Neill Blomkamp, Alive In Joburg (2005) kısa filmleri ile sektörün dikkatini çekip, bu yapımlar sayesinde büyük kapıları aralamayı başardılar. Nolan’ın orta metraj sınıfına giren Following’i, usta işi bir suç filmi (Neo-noir) idi. Siyah beyaz olarak çekilen film, ilk romanına ilham bulmak için sokaklarda yabancıları takip eden bir adamın öyküsünü anlatmaktaydı. Nolan, filmin bütçesini kendi karşıladı; üretimin senaryo, görüntü yönetmenliği, kurgu gibi her aşamasında bulundu. Yapım, çeşitli film festivallerinde adından söz ettirmesi ile yönetmenin önünü açtı. Kısa sürede dikkatleri üzerine çeken yönetmen, bir süre sonra Newmarket Films prodüksiyon şirketi çatısı altında Memento (2000) yapımı ile adını tüm dünyaya tanıttı.
Neill Blomkamp’in altı dakikalık Alie In Joburg filmi, District 9’ın bir prototipi idi. Johannesburg’da devletin belirlediği bir bölgede kötü şartlar altında yaşayan uzaylıların dramını konu alan yapım, sosyolojik anlamda hayli dikkat çekiciydi. Çünkü ırkçılık ve göçmen sorununun merkezinde olanlar uzaylılardı. Öykünün, halk ve akademisyenler ile yapılan röportajlar vasıtasıyla sunulması ve aksiyon sahnelerinde aktüel kamera kullanılması, yapıma belgesel bir gerçekçilik kazandırıyor. Blomkamp, altı dakikayı ekonomik bir biçimde kullanarak istediklerini anlatmayı başarıyor. O sıralar Halo video oyununun sinema uyarlaması ile meşgul olan Peter Jackson, bu kısa filmi keşfettikten sonra Blomkap ile iletişime geçer. Halo projesi gerçekleşmez, ama ikili birlikte Crossing The Line (2008) adında Birinci Dünya Savaşı temalı kısa bir film çeker. Jackson’un güvenini kazanan Blomkamp, usta yönetmenin yapımcılığında, District 9 yapımını özgürce gerçekleştirme şansına kavuşur.
Kısa film çalışmaları, sinema bilgilerimizi pratiğe dökmekte uygulayabileceğimiz en önemli eylemlerdir. 2000’li yılların başlarından itibaren dijital kameraların yaygınlaşması, amatör sinemacıların önünü açan en büyük etkendi. Dijital kameraların ortaya çıkışı, “film mi dijital mi?” sorusunu ilk zamanlar beraberinde getirse de bu soru günümüzde artık geçerliliğini yitirmeye başladı. Dijital kameralar, emekleme dönemlerinde tatmin edici bir görüntü çözünürlüğüne sahip değildi. İlerleyen yıllarda, çözünürlüğün artması ve birtakım teknik özelliklerin gelişmesiyle birlikte, pratiklik anlamında büyük avantajlar sağlamaya başladı. Günümüzde dijital kameraların küçülüp, çözünürlük anlamında 4K ( 3840*2160 piksel) ve üzeri kalitede görüntü sunması büyük bir konfor; fakat film yapımında yaratıcılık ön planda olduğu için konforun çok fazla bir önemi kalmıyor.
Sinema öğrencilerinin ve bu işle amatör olarak uğraşan kişilerin, çoğunlukla ilk kısa filmlerinde siyah beyaz renklerin hâkim olduğunu görüyoruz. Aslında bu renk tercihi, ilk filmini gerçekleştirecek kişi için mantıklı bir tercih. Doğru rengi yakalamak için kullanılan aydınlatma ekipmanları pahalı olabileceği için çekim ortamında mecburi olarak mevcut ışık kullanılmaktadır. Bu teknik olumsuzluğu örtbas etmek için siyah beyaz kullanımı anlaşılabilir bir durumdur. Yeterli teknik ekipmanları olmadığı için Christopher Nolan (Following / 1998) ve Darren Aronofsky (Pi / 1998) ilk filmlerini siyah beyaz çekti. Pi, doğadaki her şeyin sayılarla açıklanabileceğine inanan, paranoyak bir kişiliğe sahip, matematik dâhisi Max Cohen’in hikâyesini anlatır. Düşük bir bütçeye sahip olan yapımda, renk olarak siyah beyaz kullanımı esere mistisizm ve zamansızlık duygusu katar. Darren Aronofsky gibi yaratıcı yönetmenler, teknik olanaksızlıkları kimi tercihler ile avantaja çevirmeyi başarıyorlar. Pi yapımında, doğal ışık kullanımından dolayı bazı sahneler gereğinden fazla puslu ve karanlık. Fakat öykünün paranoid özellikler içermesinden ötürü, bu olumsuzluklar hikâyeye adeta hizmet eder olmuş. Yalnızca kısa filmlerde değil, ilk uzun metrajlı yapımlarda da siyah beyaz renk kullanımı yaygındır.
Bir eserin yaratım sürecinde belli teknik imkânlara sahip olmak elbette önemli; fakat bazı olanaksızlıkların, yaratıcı birtakım tercihler ile bertaraf edilmesi gerçek yönetmenlik becerisidir. Kısa film yarışmaları, kendilerini kanıtlamak isteyen yönetmen adaylarının uğrayabileceği en doğru adreslerdir. Bu yarışmalarda elde edilecek başarılar, büyük bir referans olacaktır. Fakat beklentileri yüksek tutup, başarıya hemen ulaşmayı beklemek büyük bir hayal kırıklığı yaratacaktır. Sinemada iyi işler ortaya çıkarmak için sabırlı olmak gerekmektedir. İnternet üzerinde dijital video platformlarına üye olup ya da kendi kanallarını kurup, eserlerini yayımlamak da avantaj sağlayacaktır.
Kısa film yaratımı, uzun metrajlı yapımlarda da olduğu gibi emek isteyen bir süreçtir. Ve kısa filmlere karşı talepler her yıl giderek artmaktadır. Hayran yapımı diyebileceğimiz küçük filmler, internet platformlarında oldukça ilgi görüyor. Star Wars gibi popüler yapımlar üzerine yapılmış, birçok eğlenceli ve başarılı hayran yapımı eser bulabiliriz. Film yapım şirketlerinin hoşgörülü yaklaşımları sayesinde genç yönetmenler, sevdikleri yapımlardan yan öyküler yaratarak, güzel görünen eserler sunabiliyorlar. Dijital video barındırma sitelerinin büyümesi, bu tarz işlerin ortaya çıkmasının en büyük etkenidir. Hayran yapımlarını, kısa film sanatının bir alt türü olarak kabul edebiliriz.