japon siberpunk

Japon Siberpunk’ına Giriş Kılavuzu

Japon siberpunk‘ı tekno-fütürizm ağırlıklı doğası gereği doğru bir başlangıcı hak ediyor. Lakin doğru yerden başlayabilmek göründüğü kadar kolay olmayabilir. “Robot Ghosts and Wired Dreams: Japanese Science Fiction from Origins to Anime” adlı antolojinin editörleri tarafından da belirtildiği gibi, “Siberpunk, Japonya’da bilimkurgu manga ve Japon animasyonu ile beslenmiş bir kültür alışkanlığına anında hitap etti.” Sonuçta, türün temel metinlerinden bazıları —özellikle Ridley Scott’ın 1982 yapımı Blade Runner filmi ve William Gibson’ın 1984 tarihli romanı Neuromancer— Japonya ve onun kentsel manzaralarından ilham almıştı.

Peki siberpunk tam olarak nedir ve bunun belirgin bir Japon versiyonu var mıdır? Oxford English Dictionary, siberpunk’ı genel hatlarıyla, “Bilgisayar teknolojisinin hakim olduğu baskıcı bir toplumda, yasaların işlemediği ve çoğunlukla suçla iç içe geçmiş marjinal bir alt kültürde geçen bir bilimkurgu türü,” olarak tanımlıyor. Çökmekte olan distopyaların, gizemli ve ahlaksız hükümet ya da şirket gibi kurumların gözetiminde olduğu postmodern anlatıları düşünün. İnsan ve makine arasındaki ince çizgi, fiziksel dünyanın ötesinde var olan sanal bir gölgenin her yerde bulunması ve teknolojinin, askeri donanımın aşırı şekilde yüceltilmesi temel unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.

İngilizce konuşan eleştirmenler Japonya’da yapılan bir türü siberpunk alt türü olarak hızlıca tanımlamış olsa da, Japonlar’ın bu konuda aceleci davranmadıkları ‘bilimkurgu’ deyip geçmelerinden anlaşılabilir. İlginçtir ki, Wikipedia’daki ‘Japon siberpunk’ı’ başlığına bağlantılı bir Japonca sayfa olmadığı gibi, ‘siberpunk’ başlığı altında Japonya’nın bu türe yaptığı katkıdan da söz edilmiyor. Dahası, anime ve kaiju canavar filmleri dışında, bilimkurgu Japonya’da büyük bir sinema türü de olmadı. Yine de siberpunk tartışmalarına rahatça dâhil edilebilecek Japon filmleri var.

Başlamak İçin En İyi Yer

Japon siberpunk sinemasının peşine düşerken iki çok farklı yoldan ilerleyebilirsiniz. İlk yol: animenin deniz aşırı ülkelerde patlamasına tek başına vesile olan ve pandeminin hemen öncesini, 2019 yılını anlatan Akira (1988) ile başlamak. Film, III. Dünya Savaşı’ndan sonra küllerinden doğan bir şehirde; Neo Tokyo’da geçiyor.

2020’de Olimpiyatlar’ın Tokyo’da gerçekleşmesini beklerken Mart ayında pandemi kapımızı çalıvermişti. Akira’nın şehri de Japonya’nın 2020 Olimpiyatları’na hazırlandığı gibi 2020 yılındaki oyunlar için hummalı bir hazırlık içinde. 3D holografik reklamlarla süslenmiş gökdelenlerin ardında bazı şeyler yolunda gitmiyor, gerilim had safhaya ulaşıyor: Artan vergiler ve işsizlik nedeniyle polis, ayaklanmaları şiddetle püskürtmeye çalışıyor. Tokyo’nun harap olmuş mahalle aralarında siberpunk motor çeteleri de kol geziyor. Bu olay dizisi, Katsuhiro Otomo‘nun aynı isimli mangasından uyarlanan ve aynı zamanda kendisi tarafından yönetilen Akira filminin arka planını oluşturuyor.

Hikâye, ‘The Capsules’ adlı bir motorcu çetesine liderlik eden Shotaro Kaneda ve çocukluk arkadaşı Tetsuo Shima‘yı odağına alıyor. Bir gün çete üyesi Tetsuo, küçük bir çocuğun da bulunduğu kazaya karışıyor ve ağır yaralanıyor. Olay yerine gelen askeri birlikler, Tetsuo’yu da alarak oradan ayrılıyor. Tetsuo’nun aslında doğaüstü yetenekleri uyandırılmak üzere kaçırıldığı anlaşılıyor ve çete liderleri kendilerini yozlaşmış, beceriksiz bir hükümetin hedefinde buluyor. Filmde, 3. Dünya Savaşı’na yol açan ve Tokyo’nun yıkılmasına sebep olan Akira Fenomeni’nin ne olduğu ve Tetsuo’yu nelerin beklediği yanıtlanıyor.

Katsuhiro Otomo’nun orijinal manga serisinin bu uyarlaması, animenin sadece Japonya’daki live action yapımların bütçesini değil, ülkelerin sınırlarını da aşabileceğini gösteren en iyi örneklerden biri. Çekim tekniği ve konusu ile kendisinden sonra gelen pek çok bilimkurgu eserine de ilham oldu. Örneğin John Gaeta, The Matrix’teki ünlü mermi sahnesini Akira’dan özendi. Ghost in the Shell, Cyberpunk 2077, Metal Gear Solid, South Park, Stranger Things, Kill Bill, Rick and Morty, The Dark Knight, sokak giyim markası Supreme, Steven Spielberg ve hatta Kanye West, Akira’yı doğrudan ilham kaynağı olarak gösterdi ya da alıntıladı.

Bir diğer yolsa çok daha farklı bir başlangıç yapmak. Düşük bir bütçeyle çekilen, grenli siyah-beyaz 16mm film kullanan, hızlı tempolu bir kurguya ve rahatsız edici stop-motion efektlerine sahip olan Tetsuo: The Iron Man (1989). Yapım, çok daha klostrofobik ve içgüdüsel bir deneyim sunuyor. Shinya Tsukamoto’nun bu ilk uzun metraj filmi, adı açıklanmayan bir ofis çalışanının herhangi bir uyarı ya da açıklama olmaksızın içeriden dışarıya doğru metalik bir yaratığa dönüşmesini grotesk, sürreal ve Giger tarzı bir şekilde, neredeyse tamamen diyalogsuz olarak anlatıyor.

Hikâye, insanın et ve kandan oluşan doğasının, krom ve beton tarafından yutulmasına dair bir alegori. Analog çağın şehir ortamına tedirgin edici bir bakış sunuyor; kirişler, dalgalı saçlar, kablolar, kıvılcımlar, duman ve yağ sızıntılarından oluşan yaşamaya namüsait bir manzara… Deneysel müzisyen Chu Ishikawa’nın metal çarpışmaları, vuruntu sesleri, motor vızıltıları ve tiz çığlıklarla bezeli, elektriksel parazitler ve beyaz gürültüyle dolu endüstriyel müzik atmosferi ise bu deneyimi daha da sarsıcı hâle getiriyor.

Şimdi Hangisini İzlemelisin?

ghost-in-the-shell-1995

Akira’dan esinlenen Ghost in The Shell (1995)! 2029 yılında dünya günlük yaşamın her alanına yayılmış sınırsız bir elektronik ağ ile birbirine bağlı. İnsanlar, siborglar, robotlar ve yapay zekâya sahip programlar bu ağın birer parçası. İnsanları diğer yaşam formlarından ayıran tek özellik ise sahip oldukları hayaletler (yani ruh) ve hayalete sahip her canlı, tamamen sibernetik bir vücudu bulunsa bile insan olarak tanımlanıyor ve insana dair her türlü hak ve özgürlüklerden yararlanabiliyor. Ancak, siber suçlular hayaletleri yönlendiriyor, algısal verilere ulaşılabiliyor ve hafızaları silip üzerine yenilerini yazılabiliyor. Böyle bir ortamda insanlığın, bilincin ve varoluşun bilinen tanımları bile netliklerini yitiriyor.

Japonya’nın Ulusal Kamu Güvenliği Komisyonu’nda yarı özerk faaliyet gösteren 9. Şube personeli, yukarıda anılan suçlara karşı mücadele eden özel bir birim. Teşkilatın harekat lideri, vücudu tamamı ile sibergenetik organ ve uzuvlardan oluşan Binbaşı Motoko Kusanagi. O ve ekibi, siber suçlulara karşı yürüttükleri operasyonlar esnasında ‘Kuklacı‘ adındaki oldukça tehlikeli ve kimliği tespit edilemeyen bir siber suçluya ulaşıyor. Ve tabii çok geçmeden Kuklacı’nın gerçek kimliği ve amaçları ile karşı karşıya kalıyorlar.

Devam filmi Ghost in the Shell 2: Innocence, daha da soyut bir anlatı sunarak zihin-beden ikiliğini ele alıyor. Film, insan ticareti mağduru kızların bilincinin ‘gynoid‘ seks robotlarına aktarılmasıyla bu robotların cinayet işlemeye başlamasını konu alan bir soruşturma etrafında şekilleniyor. El çizimi ve bilgisayar destekli animasyonun bir arada kullanılması, organik ve inorganik arasındaki ayrımı yansıtan ana temasını güçlendiriyor.

Siberpunk anlatıları Battle Angel Alita (1993), Serial Experiments Lain (1998) ve Cowboy Bebop (1998) gibi anime dizilerinde ya da Appleseed (1988 ve 2004) ve Paprika (2006) gibi anime filmlerinde büyük başarı elde etti. Live action dünyasında ise Tetsuo kendi tarzında bir mini tür yaratmayı başardı. Bu filmin etkisi, eski sahibi tarafından terk edilen ve sokaklarda kontrolden çıkan bir seks robotunu konu alan Pinocchio 964 (1991) üzerinde açıkça hissediliyordu.

Electric Dragon 80.000 V (2001), eğlenceli bir seçenek ve bir sonraki izlence olabilir. Temelde, Tetsuo‘nun daha eğlenceli -ve inanılmaz gürültülü- bir versiyonu olan filmde, Tadanobu Asano’nun canlandırdığı Dragon Eye Morrison karakteri, çocukken elektrik direğiyle yaşadığı bir kazada 80.000 volt çarpması sonucu kertenkele beyinli, gitar çalan bir süper varlığa dönüşüyor. 55 dakikalık süresiyle, açıkça model aldığı filmden bile daha kısa, ancak yine de son derece eğlenceli, bol stil ve enerji barındıran bir yapım.

Peki Nereden Başlamamalısın?

Tetsuo II: Body Hammer’ı (1992) ilk filmden önce izlememeniz gerektiği aşikâr, ancak bu aslında devamlılık açısından önemli değil. Zira film, orijinalin daha yüksek bir bütçeyle yeniden çekimi. Ancak bir şekilde renkli 35mm ile aynı keskinliğe sahip değil ve 2009’daki İngilizce revizyonu Tetsuo: The Bullet Man ile karşılaştırıldığında daha da kötü durumda.

Kaynak: British Film Institute

Yazar: Serpil Şahin

"Eşek kadar kadın çizgi film mi izlermiş?" isyanına cevap olarak doğdum. Radyo ve TV ile başlayan iş hayatı, dergi ile devam etti ve 2006'dan bu yana dijital reklam sektöründe çalışıyorum. Hikâye kitapları (Aşk Yemeği Acılı Sever ve Yakıngörmez) yazdıktan sonra, şimdilerde bir roman üzerine çalışıyorum.

İlginizi Çekebilir

siberpunk

Bir Siberpunk Konsepti: Amerikasya

Çin merkezli elektrikli otomotiv devi BYD’nin ülkemize gelmesi, hatta üretiminin bir kısmını buraya taşıyacağı haberleri …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin