James Bond ve Bilimkurgu

“Bond… James Bond!”

1952 yılında Ian Fleming tarafından yaratılan hayali roman karakteri, MI6 ajanı James Bond kendini daima böyle tanıtır: “Bond, James Bond.” Peşinde olduğu insanlara bile kendini gerçek adıyla tanıtacak kadar cüretkâr ve hatta biraz da pervasızdır. Yakışıklı, kibar ve karizmatiktir. Kadınlara ve içkiye düşkünlüğü vardır. Ancak, asla zaaflı değildir. Uzun boylu, atletik ve çok zekidir. Dönemin ‘İngiliz Beyefendisi’ stereotipine uygun olarak yaratılmıştır.

Ian Fleming, 1952 yılından 1964’teki ölümüne değin Bond’u konu alan 12 roman ve 2 de öykü kitabı yazdı. Romanlarının sinemaya uyarlanması ise 1962 yılında Dr. No ile başladı. Bond’u beyaz perdede şimdiye kadar tam 27 filmde gördük. Aslında 26 filmde gördük, yirmi yedincisi bu kasımda gösterime giriyor. Sinema tarihinin en uzun soluklu serisinde (dile kolay; tam 58 yıl) Bond’u 6 ayrı aktör canlandırmıştır. Bunlar Sırasıyla:

  • Sean Connery (1962–67, 1971)
  • George Lazenby (1969)
  • Roger Moore (1973– 85)
  • Timothy Dalton (1987 – 89)
  • Pierce Brosnan (1995 – 2002)
  • Daniel Craig (2006 – …)

şeklindedir.

James Bond’un konumuzla ilgisi ise şöyle: Bilimkurgu filmi denildiğinde aklımıza pek James Bond filmleri gelmez. Ne var ki öyküleri, üst düzey teknoloji kullanarak dünya egemenliği kurmak isteyen kötü adamları, MI6’nın özel silah ve teknoloji geliştirici uzmanı Q karakteri ile James Bond, bilimkurguya da göz kırpan bir yapıya sahiptir. Öyle ki, bir uzay üssüne insanlığı yerleştirip Dünya’yı yok etmek isteyen, robot ordusu ile dünyayı ele geçirmeye çalışan, uzaydaki uyduları kaçırarak uzay korsanlığı yapan, yeni nesil nükleer teknoloji ile tüm dünya ülkelerini haraca bağlamayı amaçlayan kötü adamları vardır. Benzeri şekilde Q da, Bond’a görevlerinde kullanması için görünmez araba, ışın tabancası gibi icatlar yapıp yardımcı olmuştur.

Belki de bu özelliğini ortadan kaldırdığı için Daniel Craig‘li yeni nesil James Bond filmlerini sevemedim gitti. Bond filmlerinin konularını kısaca inceleyecek olursak, aslında bilimkurgu türünde olduklarını anlayabiliriz.

Dr. No: Kaçırılan bir İngiliz ajanını bulmak üzere Jamaika’ya gelen James Bond, buradaki yerel bir efsanenin peşine düşerek canavarların yaşadığı bir adaya gider. Canavar sanılanların aslında şeytani bilim adamı Dr. No’nun robotları olduğunu anlar.

Rusya’dan Sevgilerle: James Bond’un baş düşmanlarından olan SPECTRE ile tanıştığımız ve bir kısmı da İstanbul’da çekilen bu filmde Bond, Lektor adlı bir şifreleme cihazının Ruslar’ın eline geçmesini engellemeye çalışmaktadır.

Altın Parmak: Bond’un bir diğer azılı düşmanı olan Altın Parmak, bu filmde dünyanın altın rezervlerini özel bir cihazla radyasyona bulayarak kendi elindeki altını pazara sürmek ve tüm dünya merkez bankalarını para basımı konusunda kendine bağımlı hale getirmek istemektedir.

Yıldırım Harekâtı: SPECTRE ile yeniden buluştuğumuz bu filmde, estetik ameliyat ile nükleer bir bombardıman uçağının pilotuna benzetilen adamının yardımıyla SPECTRE uçağı ele geçirir ve hem ABD’ye hem de İngiltere’ye şantaj yapar.

İnsan İki Kere Yaşar: SPECTRE bir kez daha karşımızdadır. Bu kez hem ABD’nin hem de Sovyetler’in uydularını gizemli bir uzay gemisi ile kaçırarak iki ülkeyi savaşa sokmak istemektedir.

Ölümsüz Elmaslar: Bond’un bir diğer azılı düşmanı olan Ernst Blofeld büyük bir parti elması kaçırmıştır. Çok geçmeden amacının elmasları satmak değil, bir lazer silahı yapmak olduğu anlaşılır.

Altın Tabancalı Adam: Bond, kötü ellere geçmiş bir Güneş Enerjisi silahını kurtarmaya çalışır.

Beni Seven Casus: Bu filmde milyarder iş adamı Carl Stromberg ile tanışıyoruz. Rus ve İngiliz nükleer denizaltıları kaçırılmıştır. İki ülke birbirini suçlamaktadır. Stromberg, bu denizaltıları kendisi kaçırmıştır. Amacı Üçüncü Dünya Savaşını çıkararak, insanlıktan seçtiği kişilerle, inşa ettiği deniz altı ülkesinde yeni bir yaşam başlatmaktır.

Ay Harekâtı: Konusu bir önceki filmle aynıdır. Bu kez karşımızda Sir Hugo Drax adlı bir multimilyarder iş adamı vardır. O da dünyayı yaşanmaz hale getirip, seçtiği insanlarla uzayda bir yaşam başlatmak hedefindedir.

Yalnız Senin Gözlerin İçin: Arnavutluk açıklarında bir İngiliz gemisi batmıştır. Batan gemide ATAC adlı, nükleer denizaltıları hackleyebilecek bir cihaz da vardır ve kötü emelleri olan kişiler de bu cihazın peşindedir.

Ahtapot: Rus General Sergey Orlov, Batı Almanya’daki ABD üssünde bir nükleer patlama yaratacak ve Batı’yı nükleer silahsızlanmaya zorlayacaktır. Böylece, dünyada nükleer güç sahibi tek ülke, Sovyetler Birliği olacaktır.

Asla Asla Deme: SPECTRE yeniden karşımızda; çaldığı iki nükleer bomba ile saldırı hazırlığında olan SPECTRE’yi durdurma görevi James Bond’dadır.

Dünya Yetmez: Yine çekimlerinin bir kısmı İstanbul’da yapılan bu filmde; Bond’un üstü M kaçırılmıştır. Boğaz’ın sularında ilerleyen ve çok üstün teknolojiye sahip bir nükleer denizaltıda rehin tutulmaktadır.

Başka Gün Öl: Kuzey Kore diktatörünün öldü sanılan oğlu aslında estetik ameliyatla yüzünü değiştirmiş ve uzaydan dünyayı vurabilecek bir silaha sahip olmuştur.

Serinin aralarda atladığım birkaç filmi daha var. Ayrıca Craig’li filmleri yazmadım. Eski filmlerden yazmadıklarım bilimkurgudan uzak olanlardı. Yeni nesil olanlar ise belirttiğim gibi bilimkurgu türünden ayrılmıştır.

Her ne kadar kötü bir seri olmasa da yeni nesil filmlerini çok sevmediğimi söylemiştim. 2000’li yılların başından itibaren sinemanın kısır döngüye girdiği ve orijin hikâyelerinin yaygınlaşmaya başladığı bir dönemde, James Bond da bundan nasibini almış ve daha 007 olmadan önceki dönemleri anlatılmaya başlanmıştır. Daniel Craig’in sert yüz hatları ve kariyerinde o döneme kadar çoğunlukla kötü adamları canlandırmış olması her zaman tartışma konusu olmuştur. Şimdiye kadar

  • Casino Royale
  • Quantum of Solace
  • Skyfall (Açılış bölümü İstanbul’da çekildi)
  • SPECTRE

filmleri çekilmiş ve Casino Royale ile Skyfall filmleri sevilmiş, Quantum of Solace ile SPECTRE filmleri sevilmemiştir. Ne var ki ben, ilginçtir ki bu sevilmeyen filmleri ‘daha James Bond’ oldukları gerekçesiyle daha çok sevdim. Hiç değilse üst düzey teknoloji kullanan düşmanları bu filmlerde görebiliyorduk.

Bakalım Kasım ayında gösterime girecek ‘No Time To Die’ nasıl bir film olacak? James Bond ileri teknoloji ile mi mücadele edecek, yoksa sıradan bir casusluk filmi mi izleyeceğiz?

Yazar: Halil Alpaslan Hamevioğlu

1980 Polatlı doğumluyum. 80'ler ve 90'lar kuşağında yetişmiş bir bireyim. O devrin her bireyi gibi ben de bilimkurguyu video kasetlerden tanıdım. Sonra özel kanallar geldi. Hayal dünyam iyice genişledi. Eh, gerçek yaşamda da dünyanın içinden geçtiği dönüşümü gördüm. Sovyetler'in bitişini, Berlin Duvarı'nın yıkılışını, popüler kültürün tüm dünyayı etkisi altına alışını... Bir gün okulum bitti ve hem gördüklerimi hem de yaşadıklarımı yeni nesillere aktarayım dedim. Öğretim görevlisi oldum. Gazi Üniversitesi’nde başlayan, Başkent Üniversitesi’nde devam eden öğreticiliğimde ülke sınırlarını aştım ve kendimi Amsterdam Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde buldum. Oldum olası yazmayı sevmişimdir. Aşık olduğum bilimkurguyu ve yazma hobimi de burada birleştireyim dedim. Şimdiden iyi okumalar.

İlginizi Çekebilir

battlestar galactica

Battlestar Galactica’nın Bilimkurguda Bıraktığı Derin İzler

Battlestar Galactica, kendi yarattığı robotlar tarafından soykırıma uğrayıp kaçak durumuna düşen bir grup insanın hikâyesi …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et