Bilimkurgu filmlerindeki sevgi unsurunu yersiz bulanlardan mısınız? “Üf! Drama mı izliyoruz Allah aşkına? Yok mu şöyle katışıksız demir-çelik-elektronik? Ne işi var romantizmin bilimkurgu filmlerinde?” diyenlerden misiniz?
Interstellar’daki (2014) baba-kız ilişkisini düşünün. Veya geçenlerde gösterime giren The Midnight Sky’daki (2020) adamla uzay üssünde unutulan kız çocuğunu; adamın ara ara aile geçmişinden kesitler verilmesini… Bunları düşününce, duygusal öğelerin olmadığı bir bilimkurgu filminin güdük kalacağı sonucuna varabiliriz.
Bilim ve teknoloji, hologramlar, klavyesiz bilgisayarlar, uzay yolculukları ve daha nicesi. İyi de, tüm bunlar ne için? Bilim dediğimiz, hayata dair herhangi bir amacımız olmadıktan sonra neye yarar? Bir amaca güdümlenmedikçe, sevgi, dostluk, fedakârlık, dayanışma, savaş, sağlık, konfor, iletişim gibi insan ilişkileriyle ilgili durumlarca kullanılmadıkça, insanî amaçlarca işe koşulmadıkça nedir bu bilim? Bir yöntem, gerçekten güçlü, işe yarar, sonuç veren bir araç —ama sadece bir araç.
Mesele bu aracı ne amaçla kullandığımız. Bir araç, bir yöntem olarak bilim bize ne yapmamız gerektiğini söylemiyor. Olması gerekenden bahsetmiyor, olanı, daha doğrusu doğal fenomenleri daha iyi anlamamızı sağlıyor. Ama onunla ne yapacağımız, onu ne amaçla kullanacağımız tamamen bize bağlı. Bu yüzden Interstellar’da o uzay yolculukları yapılıyor: Amaç insanlık için yeni ve yaşanabilir bir yuva bulmak. Kızı babasının verdiği söze güveniyor ve onu bekliyor. Her ne kadar “esas olan türümüzün geleceği, tek tek bireyler değil” dense de herkes en yakınını kurtarmak istiyor. Profesörlerden birisi -zaman farkından ötürü- diğerlerini yıllarca uzay gemisinde bekliyor.
I, Robot (2004) filmindeki robot, olasılık hesaplarıyla çocuğu değil, yetişkini kurtarıyordu denizden; zira çocuğun kurtulma şansının daha düşük olduğunu hesaplıyor ve adam bu duruma isyan ediyordu. Adama kalsa elbette çocuğa öncelik verirdi. Kaldı ki, kaza anında insanların hayatlarını kurtarması o robota yine insanlar tarafından yüklenmiş. İşin içinde hep insan var.
Kant’ın “sezgisiz düşünceler boş, kavramsız sezgiler kördür” şeklinde bir cümlesi var ya, ondaki gibi, insan ilişkilerinde temellenen durumlar, arzu, amaç ve duygular olmadığında bilim boş kalıyor. Amaçsız. Bütün romantik unsurları çıkartalım, aşk-meşk-aile-fedakârlık olmasın, geriye nasıl bir bilimkurgu kalırdı? Yıldız Savaşları? Yine olmaz, onda da baba-oğul ilişkisi var, ihanet, entrika ve dostluk gibi insanî durumlar ve savaş var. Bunlar ormandaki taş gibi, ağaç gibi şeyler değil.
Yazan: Tamer Ertangil