Darth Vader

Bilimkurgu Filmlerindeki Kötülük Timsali Karakterler #1

Eğer filmlerde adeta kötülük yapmak için doğmuş karakterler yer almasaydı, şüphesiz ki çoğu filmi izlemek can sıkıcı olurdu. Başkahramanların bu kötü adamlarla –ve elbette kadınlarla- zorlu ve ölümcül mücadeleleri, onların zaaflarını ve güçlerini sınayarak gerçek potansiyellerini açığa çıkarmakta. Söz konusu bilimkurgu filmleri olduğundaysa işler biraz çetrefilleşiyor. Bu sefer kötülük, bazen bir uzaylı yaratığın bazen de bir robotun bedeninde vücut bulabiliyor, hatta yapay zeka formunda hiçbir bedene sahip olmadan ağlar arasında bir hayalet misali dolanabiliyor. İşte bu iki bölümlük yazı dizimizde, bilimkurgu sinemasında “kötülük” dendiğinde akla gelen “en kötü” karakterleri tanıtacağız.

Başlamadan önce şunu belirtelim ki, listemizde sitemizde daha önce işlendiği için robotlara ve yapay zekalara yer verilmemiştir. Yoksa elbette ki kim Terminatörleri üreten bir Skynet kadar kötü olabilir ki? (Belki Matrix’teki yapay zeka ve onun yüzlerinden biri olan Agent Smith onunla “bit” ölçüşebilir. Hakikaten de, Skynet ve Matrix’teki yapay zeka karşı karşıya gelseydi acaba kim kazanırdı? Düşüncelerinizi yazının altındaki yorum kısmında belirtebilirsiniz.) Aynı şekilde, 2001: Bir Uzay Destanı filmindeki HAL 9000’in, kafası karışınca nasıl iblisleştiği malum. Ve tabii bir de Battlestar Galactica’daki Cylonlar var, insana “Atın ölümü Number Six’ten olsun” dedirten. Fakat listemizde bilimkurgu dizilerindeki kötülerden de örnek bulunmamakta. Eğer böyle bir liste yapılsaydı, Doctor Who’daki Dalekler, Ağlayan Melekler (Weeping Angels), Sessizlik Canavarları (Silence) ve Cybermen muhtemelen listenin en üst sıraları için kapışırdı.

C.A.Rotwang (Metropolis)

metropolis

C.A.Rotwang, 1927 yılında Alman dışavurumcu sinemanın ustalarından Fritz Lang’in yönettiği “Metropolis” filmindeki çatlak bilim insanı karakteri. Metropolis filminin bilimkurgu sinemasının köşe taşlarından olduğu malum, işte Rudolf Klein-Rogge’ın canlandırdığı Rotwang de yine bilimkurguda sıklıkla karşımıza çıkan, yaptığı deneyler ve icatlarla felaketlere yol açan kötücül bilim insanı tipolojisinin ilk örneklerinden. Rotwang, Metropolis filminde, ilk başta kaybettiği Hel adlı sevgilisinin yerine geçecek bir robot tasarlamak niyetindeyken, sonunda “Maschinenmensch” (Makine İnsan) adını verdiği ve işçileri kandırmak amaçlı onların saygı gösterip değer verdiği işçi lideri “Maria”nın görünümünde bir robotu yapıyor.

Bu sahte kimlikli robot şehirde isyanların çıkmasına neden olunca, o kargaşada iyice aklını kaçıran Rotwang, eski sevgilisi Hel zannettiği Maria’yı yakalamaya çalışıyordu. Filmde, Rotwang’in yaşadığı evde yer alan laboratuar da, barok tarzdaki kimyasal aparatları ve Tesla bobinleri ile, bilimkurgu ikonografisinde “çılgın bilim adamı ve laboratuarı” imgesinin yerleşmesinde etkili olmuştur.

Zalim Ming (Flash Gordon)

Flash Gordon çizgi roman, dizi ve film evreninin baş kötüsü olan Zalim Ming (Ming the Merciless), kurgusal Mongo gezegenini demir yumruğuyla yöneten tiran bir imparator. Ming’in, muazzam ordusuna ek olarak roket gemileri, ölüm ışınları ve robotlar gibi başka ölümcül silahlara da erişimi bulunmaktaydı. Bilimkurguda şeytani, diktatör ve despotik yönetici tipolojisinin ilk olgun örneklerinden olan Zalim Ming’e karşı Flash Gordon ve takipçilerinin başlattığı direniş hareketi ve ayaklanma, daha sonrasında Yıldız Savaşlarında da karşımıza çıkan bir motif olarak düşünülebilir.

Ming’i 1930’lardan itibaren yayımlanan film serisinde Charles B. Middleton canlandırmıştı. 1980’de Mike Hodges tarafından çekilen yeni Flash Gordon filminde ise Max von Sydow’un canlandırdığı Ming, canının sıkıldığı bir anda Dünya gezegenini keşfediyor ve kaynaklarını ele geçirmek için Dünya’ya saldırıyordu. Bütün bu zalimliğine rağmen tıpkı Aşil’in topuğu misali Ming’in büyük bir zaafının ve zayıf noktasının bulunduğunu eklemeyi unutmamak lazım: Flash’ın ortağı Dale Arden’e olan aşkı. Bu konuda belli ki babasına çeken, Ming’in kızı Prenses Aura ise başlarda kötücül bir karaktere sahipken zaman içinde Flash Gordon’a aşık olmasıyla iyilerin safına geçmekteydi. (Kara Murat’a aşık olan Bizans Prensesi imgesinin bilimkurgu versiyonu diyebiliriz.)

Alex (Otomatik Portakal)

otomatik portakal

Anthony Burgess’in romanı “Otomatik Portakal”dan uyarlanan ve Stanley Kubrick tarafından 1971’de aynı adla sinemaya uyarlanan bilimkurgu klasiğindeki Alex karakteri, evlat olsa sevilmez cinsten bir kötü genç. Zaten ailesi de onun yaptıklarından ötürü hiç de hoşnut değildi, neler neler yapmamıştı ki Alex; toplu tecavüz, cinayet, hırsızlık vb. neredeyse bütün adi suçlarda skoru mevcuttu. Üstelik bunları işlemekten sosyopatça bir zevk duyuyor, hayata dair herşey ona “komedi” gibi geliyordu. (Batman evrenindeki Joker ile iyi bir ekip olurlarmış aslında.)

Malcolm McDowell’in filmde hayat verdiği bu karakter üzerinde, hükümet tarafından Alex gibi suça eğilimli gençleri rehabilite etmek için tasarlanan deneysel bir tedavi uygulanıyordu. Peki bu tedavi başarılı olmuş muydu? Pavlov’un Köpeği deneyindeki şartlanma tekniklerinin en ileri sürümlerine maruz bırakılan Alex, artık ne zaman birisine zarar vermeyi düşünse bedeni korkunç acılar çekiyordu. Hem roman, hem de film toplumdaki kötülüğün esas kaynağı olarak toplumun kendi iki yüzlü yapılanmasını işaret ederken, Alex gibi gençler bu düzendeki oyunu kurallarına göre oynayamadıkları için (uslu bir çocuk olup iyi bir eğitim alma, bir işte çalışma, evlenip çoluk çocuk sahibi olma vb.) tedavi olsalar dahi toplum dışı kalmaktan kurtulamıyorlardı.

Baron Vladimir Harkonnen (Dune)

Frank Herbert’in yarattığı Dune evreni, sinemanın kutsal kasesi kabul edilmekte. Bu romanı hakkıyla filme çeken bir yönetmenin sonsuzluktaki yerini garantileyeceği kesin. Maalesef, çok usta bir yönetmen olmasına rağmen ve geçtiğimiz günlerde onursal Oscar ödülü de alan David Lynch 1984’te bu işe soyunmuştu ama sonuç pek beklenildiği gibi olmamıştı. 2020’de gösterime gireceği duyurulan yeni Dune filminin yönetmeni ise, Arrival ve Blade Runner: 2049 ile müthiş işler başaran Denis Villeneuve.

İşte Baron Vladimir Harkonnen de, Dune evrenindeki baş kötü karakter olarak karşımıza çıkıyor. 1984’teki Lynch versiyonunda Baron’u Kenneth McMillan canlandırmıştı, 2020’de çıkacak olan Villeneuve versiyonunda ise bu şeytani karakteri Stellan Skarsgård oynayacak. Baron Vladimir Harkonnen, aşırı bas sesi ve şişmanlığıyla ilk göze çarpıyor. O kadar şişman ki, ancak anti-gravitasyon aparatlarıyla havada süzülerek ilerleyebiliyor. İktidar için yapamayacağı hiçbirşey yok, güce karşı duyduğu açlığı şeytani zekasıyla besliyor. Muhaliflerini yok etmekten sadistik bir haz duyan Baron karakterinin 1984’teki filmde yer alan yüzündeki yaraların, Lynch’in o dönemde oldukça gündemde olan AIDS salgınına yaptığı bir gönderme olduğu yorumları mevcut. Ayrıca, Baron karakterinin filmdeki temsilinin, 2019’da çekilseydi siyasi açıdan kabul edilemeyecek olan “sadist eşcinsel” arketipine dayandığı da yapılan yorumlar arasında.

Magneto (X-Men)

Marvel X-Men kurmaca evrenindeki gerçek ismi Erik Lehnsherr olan Magneto, oluşturduğu manyetik alanlarla metallere hükmetme yeteneği olan kuvvetli bir mutant. X-Men film serisinde Ian McKellen’ın canlandırdığı karakterin gençlik halini ise Michael Fassbender oynamıştı. İnsanlar ile mutant X-Man’lerin (X-Men) barış içinde birlikte yaşayabileceğine kendisine göre haklı sebeplerle inanmayan Magneto, mutantların yeni süper insanlar olarak evrimsel aşamada sıradan insanların yerini alıp dünyayı yönetmeleri için bir direniş de örgütlüyor. Karakterin geçmişini anlatan bazı öykülerde, II. Dünya Savaşı zamanında Yahudi soykırımına tanıklığının, aynı kaderi mutantların da yaşamaması için bu sert yaklaşımı benimsemesine yol açtığı anlatılıyor.

Elektromanyetik alanlara karşı üstün manipülasyon yeteneği, Magneto’yu diğer mutantların telepatik saldırılarına karşı da bağışıklı kıldığından (Bunda taktığı miğferdeki teknolojinin rolü olduğu da söylenebilir), şeytani planlarını kendisinden başka hiçkimse de, gerçekleşinceye dek öğrenemiyor. Magneto’nun karakter gelişiminde, ünlü Amerikan siyah hakları savunucusu Malcolm X’ten esinlenildiği bilinmekte. Zaten X-Men anlatı uzayı da, ırkçılık, ayrımcılık ve benzeri konuları bilimkurgu aracılığıyla yabancılaştırılıp işlemekte.

Bilimkurgu sinemasında kötülük dendiğinde akla gelen karakterlere sadece giriş yaptığımız bu yazının devam bölümünde, en kötüleri tanıtmaya devam edeceğiz…

Sonraki

Yazar: İsmail Yiğit

1982 Ankara doğumlu. Türkiye Bilişim Derneği’nin 2016 yılında düzenlediği bilimkurgu öykü yarışmasında “İhlal” adlı öyküsü üçüncülüğe seçildi. Fabisad'ın düzenlediği 2017 GİO yarışmasında “Satır Arasındaki Hayalet” adlı öyküsüyle öykü dalında başarı ödülü kazandı. İlgilendiği ana konular: Teknolojinin toplumsal inşası, sosyoteknik tasavvurlar, siber savaşlar, otonom silahlar, transhümanizm, post-hümanizm, asteroid madenciliği, dünyalaştırma... Ursula K. Le Guin, Philip K. Dick, Michael Crichton ve Kim Stanley Robinson, kalemlerini örnek aldığı yazarlar arasında. Parolası: “Daha iyi bir dünya pekâlâ mümkün!”

İlginizi Çekebilir

Dune Evrenine Girerken: Bahar Akmalı!

Uçsuz bucaksız çöllerle kaplı bir dünya hayal edin. Toz fırtınalarıyla dövülen, aşırı sıcaklarla kavrulan, kurak, …

Bir Cevap Yazın

Bilimkurgu Kulübü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et